"Tanıklığı bulmuştu. Kendini rahatlatmak için zihninin, hevesinin, bir oyunundan başka bir şey miydi durmak? Değil. Durmuştu. Niçin durduğunu bilmeden."
Bilmiyoruz. Kim bilsin balıklar bizim için – ya da kendileri olmayan tüm varlıklar için- neler neler düşünüyorlardır. Hem niye düşünsünler ki? Sözcüklerimiz kendi dünyamıza ait. Kendi dünyamızı anlatmaya anlamaya çalışırken kurduğumuz, kurguladığımız sözcükler balıkların – insan olmayan tüm varlıkların- dünyasını bize nasıl verebilir ki? Balığı niye düşünüyor olarak tasarlayalım ki? Niye balığa takıldım ki? Dalgınlık niye bana balıkları çağrıştırdı? Doğrusu her hangi bir yanıtım yok. Hani belki dal kökü dalgıç sözcüğüne doğru yöneltmiş olur. En iyi olasılık bu gibi. şimdilik bu. Zorlama bir çıkarım. Ayrımındayım. Zorlama derken kolaylıkla görünmeyen anlamında demiyorum. Tersine dalgın kolaylıkla dalgıç sözcüğüne götürmüştür. Ama çıkarım zorlama.
Dalgınlığımın temelinde –kökeninde- olması gerekenleri unutmuş olmam yatıyor. Olanı olduğu gibi olan olarak görmek yerine olması gereken olarak gördüğüm, algıladığım için, hedefe vardığım zannıyla dalgınım. Uzun bir yola çıktığım gerçeğini göz ardı ettiğim için dalgınım. Yaptıklarımı yapacaklarımın tamamı olarak kabul ettiğim için dalgınım. Yorulduğum için dalgınım. Yorulduğumu ayrımsamaktan men eden bir dalgınlık bu. Üstelik bunca dağdağa da dalgınlığımı sağlamlaştırdı. Yol bitmedi. Yol son nefese kadar yürünecek bir yol. Böyle olduğunu biliyorum. Bilmek yetmemiş. Bu açık. Bilmenin yetmediği oldukça açık. Yolun bittiğini sandıracak bir dalgınlığın içine düşmüşüm. Şimdi şimdi ayrımsar gibiyim dalgınlığımı. Umarım bu ayrımsayış şaşkınlığın içine düşürmez. Şaşkınlıkla haşir neşir olmam. Yol uzun. Biliyorum. Dalgınlıkla zedelenen yolculuğum şaşkınlıkla hepten sekteye uğramasın için davranmalıyım. Silkinip yeniden koşar adım yürümeliyim. Bu güç var. Bunu hissediyorum. Dalgınlığın pençesinden kurtulmanın yolunu bulmalıyım.
Hepsini çöpe at!
Durdu. Bir dönemeç eşiğinde olsaydı bir anlamı olacaktı duruşunun. Anlamsızdı. Yine de durdu. Başını arkaya çevirip geldiği yöne bakmaya heveslendi bir an. Kızdı. İçinde aniden beliren bu çelimsiz hevese epey bir sinirlendi. Diş biledi. Durdu. Geldiği yöne dönüp baksa ne olacaktı ki? Eline ne geçecekti? Gidecek yolu vardı daha. Bundan kesinlikle emindi. Öyle ise durup arkaya bakmanın anlamı neydi? Hem zamanı mıydı? Durmuştu. Ellerini bağrına bastı. Midesi kaynamış olmalıydı. Öyle bir hisle dolmuştu birden bire. Dönüp arkasına bakmasını buyuran heves benzeri. O heves de aniden belirmişti. Nedensiz! Hani yorulmuş olsa neyse! Midesi niye kaynamıştı ki? Bir gerçekliği olduğundan kuşkulansa da.. ya bir iki adım atar atmaz midesi içindekileri dışarı atmaya kalkarsa. Durdu. Durmuştu işte. Eğildi. Rükûa giden biri gibi duruyordu.
Hepsini çöpe at!
Duruyordu. Ne yapması gerekiyordu? Geri mi dönmeliydi? Madem geri dönecekti niye yol çıkmıştı ki? Midesi işi bozmuştu. Yalan, düpedüz yalan! Midesinden önce durup arkaya bakmasını söyleyen heves daha önce peyda olmamış mıydı? Öyleydi. Niye yalan söylüyordu ki şimdi? Kendini aldatarak ne elde edecekti. Hani durmayacaktı? Hani ta ufka kadar yürüyecekti? Yine yarım kalmıştı. Evet, bu kaçıncı denemeydi yarım kalan? Unutmuştu.
Hepsini çöpe at!
Çöp!
‘Kulaklarını ısırmak istiyorum!’ demişti kadın. Duyulduğunu ayrımsayınca utanmıştı. Durmuştu. Çünkü tanık olmuştu. Kadının sevecen bir şekilde altı yaşlarındaki çocuğuna sarılıp ‘Kulaklarını ısırmak istiyorum!’ sözlerinin tanığıydı. Annenin söylediği sözle muzip bir tavra bürünen çocuğun ve söylediği sözden –bir çocuğun söyleyiş tarzıyla söylemesinden ötürü- utanan kadının tanığı olmuştu. Durdu. Çünkü artık bir tanıktı. Tanıklık durmayı gerektirmişti. Nereden aklına düşmüşse bu çıkarım? O çıkarımla durmuştu. İçinde bir yerlerde bir ses durmasını buyurmuştu. Önceleri bir uyarı gibi algılamıştı. Sonra uyarı olmadığını, bir buyruk olduğunu ayrımsamıştı. Ve durmuştu. Durdu. Ne yapacaktı? Ya da ne yapmalıydı? İşte durmuştu. Tamam, tanık olmasına tanıktı ancak bu tanıklıkla ne yapacaktı? Ne yapması beklenirdi? Saçma! Durmasını anlamlı kılacak bir şeyler yapmalıydı.
Tanıklığı bulmuştu. Kendini rahatlatmak için zihninin, hevesinin, bir oyunundan başka bir şey miydi durmak? Değil. Durmuştu. Niçin durduğunu bilmeden. Sanki yürüyüşe çıkmanın nedenini biliyor muydu? Hayır! Yürümüştü. İçinde bir heves duymuş ve yürüyüşe çıkmıştı. İçinde bir hevese zihni yol vermişti. Yürümüştü. Hepsi bu. Şimdi de durmuştu. Tanıklık şu bu hepsi fasa fisoydu. Yürüdü.
'Hepsini çöpe at!' Sözü kulaklarında yankılanıyordu.
Cemal Çalık, 06.09.2019, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.