"Bir vızıltı, sinir bozucu bir vızıltı yayılıyordu avuçlarımdaki şeyden... can kulağımla dinledim."
Göğün sıcakla soğuk arasında askıda kaldığı bir gündü. İnsanlar
koşuşturuyor, kuşlar ve böcekler yaşayabilecekleri alanların azalmasından
yakınıyor, ruhlar karmaşa besliyorlardı her geçen an. Yaratılmışlar canhıraş
bir döngüde asılı kalmış gibi, ne yapacaklarını bilmez bir haldeydi.
İnsanlar
ve hayvanlar ve cinler ve melekler ve şeytan, iç içe geçmiş karmakarışık bir
resim gibi evrenin içine doluşmuşlardı. Gündüzdü ve duvarların her bir
noktasında direnen ruhların çığlık seslerini duyuyordum. Duvarlar vardı
yaratılmışların tırmaladığı, şikayet ettiği; esirdi bütün varlıklar kendi
ruhlarındaki sınırlarla...
Onu, aklı serbest bir düşüşle göğe yükselirken yakalamıştım aklından.
Durduramayacağımdan korkmuştum, durduramayacağımdan ve aklının bedeninden çekip
gideceğinden. O kadar özgürdü ki, kim bilir çekip gitseydi sonsuzluğun hangi
formunda kaybolup gidecekti. 'Deli' diyeceklerdi muhtemelen geride kalan
bedenindeki artakalan şey için.
Aklını avuçlarımla tutmuştum ve onu teskin
etmiştim öfkelendiği yeryüzünden çıkmasına ramak kala. Belki de zihninin
bütünüydü yakaladığım, emin değildim... Bir vızıltı, sinir bozucu bir vızıltı
yayılıyordu avuçlarımdaki şeyden... can kulağımla dinledim.
O şeyin sesi sesi serindi ve umarsızdı:
"Düşünüyorsun...
düşündüklerinin yükseldiği ya da uzaklaştığı yerlerden gerideki her şeyle
bağlarını kopardığını görüyorsun... ve sonra... sonsuzluğun içindeki sonsuz
etkileşimin farkına varıyorsun... bir sıçrama, bir kıvılcım, bir sebep açıyor, kıstırıyor
ve kastırıyor dikkatini.
Biz
müzik duyuyorsun sessiz sonsuzlukta; o da sessizliğin sesi... diğer sesler kuru
gürültü... zihnin bağlarını koparıyor maddeden... bağlarını çekip atıyor
şeylerin şeylerle ilişkisinden...
Bir
anlatı koşuyor oradan buraya... deli divane güpegündüz... aklın akılların
üstünden gülümsüyor karanlığa... susuyor musun, o anın sesini dinleyip yazıyor
musun?
Yürüyor
evet; dağınık bir süregitmede... nasıl ama niçin ama nereye ama; belirsiz...
Zaman,
mekân kendilerinden bağımsızlaşıyor... sesler, görüntüler... ve daha birçok
insana dair olan, insanın sürüklediği, kirlettiği, karıştırdığı bir akıştan
kaçıyor akıl...
Şahit
oluyorsun aklın gidip gezdiği yerlere... ama harita yok, ama kılavuz yok, ama
coğrafya yok, ama zaman yok...
Deliriyor
musun? Muhtemelen hayır, ama yolculuğun akılla bağlarını kopardığı yerde insanı
görüyorsun, çok aptal, çok basit ve çok iğrenç...
Suçluyu
bulup asmak; olana, olması gerekene uymayan bir çıkıntı sarsmış dikkatini...
belki masum, belki çılgınca bir zorunluluk, belki de gereğinden fazla kelebek
etkisi...
Yorgun
savaşçılar gibi zihnin; gerilmiş, gerilmekten bitap düşmüş... yapayalnız bir
sonsuzlukta, çok dolu bir uzay kadar garip..."
'yapayalnız
bir sonsuzlukta, çok dolu bir uzay kadar garip...' dedi en son... son cümlesinden sonrasını
anlatmak bile istemiyorum. Çünkü; başka bir yerden başka şeyler anlatıyordu. Bu
anlatının bitmesini istemiyordum.
Büyük bir üzüntüyle avuçlarımdaki şeyin,
bedenine doğru akışını izledim. Ardından uçtum, bedeninin alnına kondum,
devamını dinlemek için, ama nafile hikaye bitmişti ve o gideceği yere gitmekten
bir şekilde vazgeçmişti.
"Deliriyor musun?" diye soramadım da; çünkü gidememişti, belki de Allah gitmesine izin vermemişti.
Mustafa Ege – Cumartesi, 12/10/2019 –00:03/ İz Etki Ekinoksları 47
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan
yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek
kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz
Ark manifestosuna
aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.