Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Muhtaç olduğumuz üstün buyrukları kendimiz uyduruyorduk ya da daha becerikli olanların uydurduklarını hayatımızın merkezine yerleştirerek yaşıyorduk."
Daha
önce yaşadığım binlerce geceden biri değildi bu gece. Bulvar boyunca dizilmiş
ışıklardan, sağlı sollu yerleştirilmiş binalardan ve trafik ışıklarının arasından
zihnime doluşan her şey yavaşça zihnimin derinliklerinde kayboluyor, ne
yapabileceğime dair fikirler uçuşup duruyordu arabanın ön camında.
Mekanize
bir sistemdi insanın zihnindeki sistem. Çok hızlı çalışıyor, zamandan ve
mekandan bağımsız olabiliyor, aynı anda tarihin bilinen bütün verilerini,
şimdiki zamana dek izliyor ve önüme birçok seçenek çıkarıyordu. Seçim
yapmalıydım, seçimim bugüne dek denenmemiş olanlarla ilgili olmalıydı; âcil
sonuçlar elde edebilmeliydi.
'Âcil
sonuçlar' Birdenbire durdurulmuş bir araba gibi durdu zihnim. Bu gerçekten
'âcil sonuçlar' gerektiren bir durumdu. Çünkü her şey birdenbire olmuştu.
2000'li yılların başlangıcından itibaren bir virüs gibi yayılmıştı değersizlik
ve her geçen gün artarak bugüne gelmiştik. Belki yirmi yıl belki de yirmi beş
yıl. Milyonlarca yıllık insanlık tarihinde bu sadece çok küçük bir ândı, ancak
korkunç bir ândı. Ama yüzlerce yıl süren bir mücadele vardı bu 'ân'ın gerisinde.
Şeytan ve onun uşakları olanlar, insanlar ve cinlerden münkir olanlar her işi
inceden inceye planlamışlar ve adım adım uygulamışlardı. Bugün kendi başına
oluşmamıştı, birdenbire gelmemişti.
İzlediğimiz
filmlerden, televizyon dizilerinden, belgesellerden, okuduğumuz kitaplardan,
okul müfredâtlarına dahil edilen şeylerden, moda dünyasının etkilerinden,
reklamlardan ve paranın ve makamların ana hedef haline getirildiği iş, ticaret,
siyaset, bilim, eğitim, sanat ve din alemlerinde olup bitenlerden, savaşlardan,
yoksulluktan ve nefsimizin dizginlenemez
isteklerinden etkilenerek bugüne gelmiştik; bütün bu etkilenmeleri
tasarlayanlar çok sabırlıydı, yüzlerce yıl çalışmışlardı.
Nuh
Tufanı'ndan az önceye kadar olan biten şeyleri bilebiliyor olsaydı insanlar keşke;
çünkü bütünüyle yok edilmeyi hak edecek kadar büyük bir kötülük ürettikleri
kesindi. Sonsuz merhamet sahibi olan Allah, Nuh'un duasını kabul etmiş, yeryüzünde
yaşayan bütün canlılardan birer çift, insanlardan ise sadece Nuh'u ve ailesini
kurtarmıştı, yeryüzünü suya boğarken.
Nûh Suresi
26, 27 ve 28. ayetlerde anlatıldığı üzere şöyle dua etmişti: 'Nûh, şöyle dedi:
“Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları
bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler
yetiştirirler. Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri,
iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak
helâkini arttır.”
Mü'min
Suresi'nin 4, 5 ve 6. ayetleri olguyu doğrudan haber veriyordu: "Allah’ın
âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez. Onların
şehirlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın. Onlardan önce Nûh’un kavmi ve
onlardan sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı. Her ümmet kendi peygamberini
yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri
sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim
cezalandırmam nasılmış, (gördüler)!
Böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, “Onlar cehennemliklerdir”
sözü gerçekleşmiş oldu."
İnsanlık
yok olmuştu ve insanlığın tarihi Nuh'un çocukları ile devam etmişti. Şuâ'râ
Suresi 116, 117 ve 118. ayetlerde anlatıldığı gibi Allah hükmünü vermişti:
'Dediler ki: “Ey Nûh! (Bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!
Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı. Artık onlarla benim aramda
sen hükmet. Beni ve benimle birlikte olan mü’minleri kurtar."'
Ben bir
peygamber değildim, ancak Allah'ın Kur'an'da bahsettiği üzere Kur'an'dan hesaba
çekilecek olan ve aklını kullanmakla emrolunan bir insandım. Kuşkusuz herhangi
bir insanın ürettiği fikirlerle yolumu bulacak değildim. Herhangi bir edebi,
felsefî ya da bilimsel bir metinde sık kullanılan 'alıntılar', kullananların
seçkin, aydın ya da 'çok bilmiş' sınıfına dahil edilmesini sağlıyorlardı,
insanlar birbirlerini referans olarak gösterir iken itibar elde
edebiliyorlardı, ama Allah'ın insanlığa gönderdiği son mesajı, Kur'an'ı
referans olarak kullanıp düşünenler aynı şekilde itibar elde etmiyorlardı. Bu
ilginçti ve şaşırtıcıydı.
İnsanlar
birbirlerini 'tanrı' ya da 'peygamber'
ediniyorlardı ve birbirlerinin düşünceleri üzerinden yeni düşünme biçimleri ve
hayat algıları üretiyorlardı. Ve sonra bunu bir moda halinde yayıyor, bazen de
siyasi akımlar olarak dünyayı etkiliyorlar, devletleri ele geçirip kendi
düşüncelerini 'Tek Hâkikât-Tek Doğru' diye dayatıyorlardı. Buna karşılık
Allah'ın ayetlerini yüceltenler ve bu ayetleri esas alarak düşünenler ve hayatlarını
bu düşüncelere göre düzenleyenler dışlanıyor ve aşağılanıyorlardı.
Oysa
insanın şerefi sadece Kur'an'daydı, Nisâ Suresi 139. ayette okuyabiliyorduk:
'Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında
izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.' ve
Fatır Suresi 10. ayet insanı bütün huzur noktalarından yakalıyordu: 'İzzet ve
şeref isteyen, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.'
Ancak
Şeytan her zamanki gibi insanı Kur'an'dan uzaklaştırmakta usta idi. Herhangi
bir şekilde diğer insanları referans olarak kullanan ve itibar elde etmek için
bu sisteme mecbur edilen insan Kur'an'dan ne kadar uzaklaşıyorsa câri sistemde
o kadar itibarlı hale geliyordu. Bundan daha büyük aldanmışlık ve daha büyük
kötülük var mıydı?
İnsanı
bir başkasını haksız yere öldürmekten alıkoyacak olan ne olabilirdi? Bir
'şey'in iyi ya da kötü olduğunu söyleyebilmek nasıl mümkün olurdu? Bugün
artan kötülüklerden şikâyetçi olan insanlar, yaşadıkları şeyleri nasıl kötülük
olarak tanımlayabiliyorlardı?
Bugün herkes, kendisine göre doğru diye uydurduğu şeyleri öne çıkararak diğerlerini dışlıyordu; çocuk anne ve babasını, kadın kocasını, erkek karısını, arkadaş arkadaşı, dost dostu, insanın bizzat kendisi kendi düşüncelerini öne çıkararak bencilce bir din inşâ ediyordu ya da benzer istekleri olanlar bir araya gelerek zorbalıkla ya da zorbalığın modern kılıklarından birine bürünerek diğerlerine kendi dilediklerini dayatıyorlardı.
Bugün herkes, kendisine göre doğru diye uydurduğu şeyleri öne çıkararak diğerlerini dışlıyordu; çocuk anne ve babasını, kadın kocasını, erkek karısını, arkadaş arkadaşı, dost dostu, insanın bizzat kendisi kendi düşüncelerini öne çıkararak bencilce bir din inşâ ediyordu ya da benzer istekleri olanlar bir araya gelerek zorbalıkla ya da zorbalığın modern kılıklarından birine bürünerek diğerlerine kendi dilediklerini dayatıyorlardı.
Adalet'ten
bahsedilemiyordu, çünkü güçlülerin istediği her şey yerine gelirken bu adalet
olarak tanıtılıyor, güçsüzler herhangi bir şey elde ederken adaletsizlik
yapıldığı iddia ediliyordu. Aksi halde dünya bu kadar gelişmiş iken kendini ve
ailesini koruyamayan birini bombalarla ya da yağmur gibi yağan mermilerle,
kimyasal silahlarla öldürmek nasıl adalet anlamına gelecekti ki?
İnsanlar
zıt düşünceler arasına sıkıştırılıyor, bir şey aynı anda hem iyi hem de kötü
olabiliyordu. Bunu ancak Şeytan ve ona uyan insanlar yapabilirdi, Allah
yapmazdı. Peki biz bunu bildiğimiz halde Allah'ın âdil olarak yarattığı
evrende, Allah'ın hükümlerini bilmekten ve Allah'ın adaleti ile
hükmetmekten neden kaçınıyorduk? Allah'a
ve onun elçilerine ve kitabına inanıyorsak nasıl oluyordu da o kitapta yazılı
olanları hayatımızın temel esasları olarak kabul ederken rahatsız oluyorduk? Bu
husustan bahsedenleri sevimsiz bir dille ya da karşılamayla kendimizden uzağa
itebiliyorduk?
İnsanların
çoğunluğu olarak riyâkâr olduğumuz kesindi; birbirimizi tanrılar olarak kabul
eden müşriklerdik, çünkü Allah'ın hükümlerine karşı hüküm çıkarıyor, Allah'a
inandığımız halde onun adaletini uygulamıyorduk, onun ayetlerini okumaktan
titizlikle kaçınıyorduk. Muhtaç olduğumuz üstün buyrukları kendimiz
uyduruyorduk ya da daha becerikli olanların uydurduklarını hayatımızın
merkezine yerleştirerek yaşıyorduk.
Ben
bunu titizlikle sorgulamalıydım ve bu
sorgulamanın sonuçlarını insanlarla paylaşmalıydım. Artık körelmiş, kendi içine
saplanmış beşerî ideolojilere karşı 'âcil sonuçlar' elde etmek için en az onlar
kadar titizlikle çalışmamız gerekiyordu. Muhtemelen bu yirmi iki insanın benden
beklediği de buydu, çalışmalarını bana teslim etmelerinin tek sebebi de belki buydu.
Arabayı Seyhan
Baraj Gölü'nün kenarındaki bir mekanın otoparkına park ederken, zihnim biraz sakinleşmişti. Saat 23:10'du. Mekan'ın Göl'ün üzerine doğru
sarkan balkonunda çayımı içerken karanlığı izliyordum; karanlığı yarıp geçen ışıkla
meşgul olmak istiyordum bir süre... Hafif esintilerle dalgalanan suyun kıyıya çarparken
çıkardığı sesler benim adıma sıcağın karşısına dikilirken, ben çok daha derin bir zihinsel
devinime dalıyordum. Bu gece sabah çok geç gelecekti.
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş] [1.Bölüm-Gök]
Seçkin Deniz, 14.10.2019, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.