"Ortadaki kısa boylu, tıknaz, sarışın genç sağında ve solundaki arkadaşlarından birine ‘merhaba’ dediğini kurmuştu ihtiyar adamın."
- Merhaba! Dedi yaşlı adam, üç gencin yanından geçip giderken, oldukça hızlıydı yürüyüşü. Gençler şaşırmıştı şaşırmalarına ve fakat büyük bir ustalıkla –hatta büyük bir özveriyle denebilir, evet en isabetlisi büyük bir özveriyle olduğunu belirtmek olur, böylece herhangi bir küçümsemeye kapı aralamanın önüne de geçilir- şaşkınlıklarını belli etmemeyi seçtiler, Belli etmemenin daha uygun geldiği açıktı, bu açıklığa güvenerek, umursamaz bir biçimde yanlarından hızla geçen yaşlı adamın gittiği yöne doğru yürümelerini sürdürdüler.
Ortadaki kısa boylu, tıknaz, sarışın genç sağında ve solundaki arkadaşlarından birine ‘merhaba’ dediğini kurmuştu ihtiyar adamın. İster istemez diğerleri de –ortadaki tıknaz gencin sağındaki tombulca olan ve her iki arkadaşından daha fazla terleyen genç ve ortadaki tıknaz gencin solunda saçları kazınık, sol kulağında küpesi ve burnunda hızması olan genç- kendileri hariç, diğer ikisine –ya da ikisinden birine- merhaba dendiğine kanaat getirmişlerdi. Öyle olmalıydı. Hoş başka bir olasılık da yok değildi. Yaşlı adam her rastladığına –tanısın tanımasın- selam veriyor olabilirdi. Ve fakat bu olasılık üç gencin de aklından geçmiş değildi. Geçeceğe de benzemiyordu, bu –akıllarından geçmezlik- o kadar belirgindi ki, fazladan bir açıklamaya, izaha gerek yoktu. Birbirlerine sormaya da çekiniyor gibiydiler. Aslında çekinmek demek biraz acelecilik olabilir. Evet, böyle bir olasılık –acelecilik- kendini sezdirmiyor değildi. Belki bir süre sonra –zira yolları uzundu- yorulacaklar, içlerinden biri tam yanından geçip gidecekleri boş banklardan birini işaret edip;
- Şurada oturup biraz soluklansak mi? diye soracaktı ve üçü de bu soruyu içlerinden birinin sormasını sabırsızlıkla beklediklerini belli ederek banka çökecekler. Derin derin nefes alıp sonra da birinden biri;
- Şu birkaç dakika önce yanımızdan geçen fötr şapkalı, kısa pantolonlu, ağzında piposu olan, sinekkaydı traşlı, kırmızı tişörtlü yaşlı adam ne garipti! Sanırım tanısın tanımasın her önüne gelene ‘merhaba!’ diyor, diyecekti. Diğerleri de bu yorumu onayacaktı. Onayacak mıydılar? Acele verilmiş bir yargı olduğu kendiliğinden açık değil mi bu? Öyle. Acele verilmiş bir yargı. Üzerinde hiç düşünülmemiş, her hangi bir im olduğuna ilişkin bir veri olmadığı halde, iki gencin de içlerinden birinin ‘her önüne gelene merhaba!, diyor olmalı’ yargısını onaylatarak ne hazin bir aceleciliğin kurbanı olundu. Doğrusu bilmiyoruz, denmeliydi. Evet, apaçık olan bilmediğimiz. Bilmiyoruz. Bilmezliğin tüm koşullarıyla çepeçevre sarılı olduğumuzu itiraf etmekten çekinmememiz gerekirken öyle görülüyor ki çekinilmiş, üç gençten birinin yargısını diğerlerine onaylatmışız. Ne bedbahtlık!
Doğrudur, üç genç bir süre sonra yoruldular ve fakat önlerinden geçip gittikleri boş banklardan birine oturmak yerine içlerinden biri –tombulca ve çok terleyen- birkaç adım ötedeki Kafe'yi işaret ederek orada oturup soğuk bir şeyler içmeyi teklif etti. Ve diğer ikisi aynı anda;
- Hay hay! Dediler.
Kafe'nin açık alanında ayakaltında olmayan arka taraflarda boş bir masaya oturdular. Garsonun gelmesini beklerlerken her üçü de smart telefonlarını ellerine aldılar. Sessizce ekranlarına gözlerine diktiler. Çevrelerindeki masalarda oturanlar da aynı hal üzereydiler. Kimsenin birbiriyle konuştuğu yok gibiydi. Gözler telefonların ekranında, kâh dudak büküyor, kâh tebessüm ediyor, kâh kaşlarını çatıyorlardı. Tıknaz genç yine iki gencin ortasına oturmuştu. Tıknaz ve kısa genç her iki kolunu masaya koymuş ve aceleyle çekmişti kollarını. Zira masa yapış yapıştı. İçini çekerek geri yaslandı kısa boylu tıknaz genç. Diğerleri sandalyeye çöktükleri gibi kalmıştı. Başını sallamakla yetinmişti diğerlerinin rahatlığına. Sandalye de mi nemliydi acaba? Acaba eliyle kontrol etse miydi? Nemli şeyleri sevmezdi. Rahatsızlığı git be git artıyordu. Bir şeyler yapmalıydı ve fakat yorgunluk önünü kesiyordu aklına gelen her bir olasılığı.
- Ne gülüyorsun moruk? Dedi. Sağında oturan kulağı küpeli, burnu hızmalı gence.
- Bir şeye güldüğüm yok, dedi tombul ve terleyen genç, başını kaldırmadan.
- Sana demedi ki, dedi dazlak kafalı genç. O da başını kaldırmadan yanıtlamıştı arkadaşını.
- Böyle olmuyor, dedi tombul genç, hızlı hızlı bir şeyler yazarken.
- Olmayan ne? Dedi kısa boylu tıknaz genç.
- Her birimiz bir diğerine moruk diyoruz, hangimize denildiği anlaşılmıyor.. birinci moruk, ikinci moruk, üçüncü moruk, diye numaralandırsak. Dedi tombul genç.
- Uzatalım diyorsun? Dedi tıknaz genç.
- Ne münasebet, dedi tombul genç.
- Nereden buluyorsun bu arkaik sözcükleri? Dedi gülerek dazlak genç.
- Feyzde yaşlı bir adam var.. ondan sanırım, dedi tombul genç.
- Yaşlılara takılmayı seviyorsun? Dedi kısa boylu tıknaz genç.
- Yo, bazen gülme gereksinimi doğuyor.. hepsi bu, dedi tombul genç.
- Şu bize ‘merhaba!’ diyen yaşlı gibi yani, dedi dazlak genç.
- Hah.. işte tıpkı onun gibi.. yerlere yatarsınız.. öyle abuk sabuk şeyler söylüyor ki.. şaşarsınız. İşin ilginç yanı söylediklerinin öyle olduğuna da inanıyor.
- Göstersen şunu, dedi merakla tıknaz genç. Her iki arkadaşı tombul gencin telefonuna eğildiler. Gelen garsonu fark etmemişlerdi. Garsonun ‘Ne alırdınız?’ sorusuyla irkildiler.
- Ben buzlu çay alayım, dedi tombul genç.
- Ben soğuk bir soda alayım, dedi dazlak genç.
- Ben bir limonata alayım, dedi kısa boylu tıknaz genç.
Siparişi alan garson uzaklaşır uzaklaşmaz her üç genç yeniden kendi telefonlarına döndüler. Hızlı hızlı bir şeyler yazmaya koyuldular.
Cemal Çalık, 25.10.2019, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.