"Bir düşmüş.. bir rüya içinde soluk alıyormuşuz. Yorulduk. Nefesimiz kesildi. Uzun soluklu bir yürüyüş olduğunu kendimize söylerken ne söylediğimizin ayrımında değilmişiz demek ki."
Meleklerin ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın!’ sızlanışlarının gerçekleştiği yeryüzünde ‘Sizin bilmediklerinizi bilirim!’ yanıtının karşılığını verecektik. Ölümü öldürecektik. Dağdan, taştan, ottan, börtü böcekten nasıl sorumlu olduğumuzu hem meleklere, hem kendi soyumuza, hem kendi soyumuzdan olmayan varlıklara gösterecektik. Böyleydi uzun soluklu yürüyüşe başlarken içimizdeki heves. Gönlümüzdeki duyuş, zihnimizdeki plan program.
Zer'in albenisini zorun baskısını yerle bir edecektik. Yeryüzünden sürecektik kıyımı, zulmü, ayrımcılığı, yokluğu ve yoksunluğu bitirecektik. Gençtik. Hevesimiz yeryüzünde, gökyüzünde tüm varlıklar içindi. Tüm var olanların kendileri olarak kendilerini gerçekleştirmelerinin olanaklarını hazırlayacaktık. Varoluşlarının önündeki engelleri bir bir kaldıracaktık. Sınavımız buydu bizim.
Böyle bilmiş, böyle bellemiş, böyle söylemiştik. Böyle bilinsin, böyle bellensin, böyle söylensin için kuşanmıştık. Gözlerle değil gönüllerle görmenin gerektiğini, bu zor olanı gönül erlerinin kolaylıkla başaracağına inanmıştık.
Naif çocuklardık. Ütopyasever, suçlamalarına kulak tıkamıştık. Kulak tıkanmalıydı. Gönül devleti, merhamet toplumu inşa edecektik. Bu olmaz olan değildi. Bir öykünün nesnesi olan kuş Zümrüd-ü Anka değildi. Bunu yapacak güç, bilkuvve olarak insanda vardı. Önemli olan bu yolda yürümekti. Bu yolda yürünecekti. Yürüyorduk.
Yürüyecektik zira dünya kaynıyordu. Dünya kanıyordu. Meleklerin öndeyişi, kestirmesi gerçekleşmişti. Gerçekliğini güncelliğini her dem koruyordu. Yoksulluk yoksunluk diz boyu değil gırtlağa kadar uzanmıştı. Kundaktaki bebeye kadar doğrultulmuştu namlular. Hamile kadınlar süngüleniyor, yaşlı yatalak insanlar yataklarında kan kusturuluyordu. Zulüm her noktada neşvünema bulmuştu.
Zer ve Zor her yerdeydi. Zor'un-Zer'in yolunu kesmek, ortadan kaldırmak için kimi silaha sarılmıştı. Biz silaha da karşıydık. Bize doğrultulan silahın –ki onlar iyi niyetle yola çıkmış olsalar da, zoru ve zeri alt etmek için zora başvurarak daha baştan kaybediyorlardı, kaybetmişlerdi- namlusuna gül takma gayretindeydik. Bizi öldürmeye gelene yanıtımız Habil’in yanıtıydı ‘Bana el kaldırsan da sana el kaldırmayacağım!’
Bir düşmüş.. bir rüya içinde soluk alıyormuşuz. Yorulduk. Nefesimiz kesildi. Uzun soluklu bir yürüyüş olduğunu kendimize söylerken ne söylediğimizin ayrımında değilmişiz demek ki. Demek ki ütopyaseverlikle suçlayanlar haklıymış. Kimimiz yoruldu. Kimimiz başka bir yola saptı. Belki daha başından başka bir hesap içindeydi başka yola sapanlar. Belki Zer'in albenisine belki Zor'un korkusuna kapıldılar, belki daha başından 'yol kesenin mektebindendiler' de bir çaşıt olarak katılmışlardı aramıza.
Tükendik. Bir rüya içindeymişiz, bir hülyaya kapılanmışız meğer. Direnişimiz, dirilişimiz bir başka mevsime kaldı. Zer ve zor daha şedit. Daha ceberrut. Daha kurnaz. Dünya daha bir acılar içinde. Kuşların kanadı kırık. Yeryüzü daha acımasız bir zulümle kaplı.
Adalet, merhamet, şefkat birer sözcükten öte değil. Alet edevat önceliğimiz oldu. korktuğumuz başımıza geldi. Değiştik. Dönüştük. Zer'in ve Zor'un kulları olduk. Alet ve edevatla avlandık. Dönüştük. Çevremiz alet-edevatla dolu ve fakat gönül yoksulluğuyla çölleşmiş bir dünyada soluk almanın uğraşı içindeyiz. Araç zenginliği gönül yoksulluğunu besliyor. Yapay kaygılarla gün tüketiyoruz.
Cemal Çalık, 01.11.2019, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.