"Kadın yeni bir bağımlılığım olduğunu kesin anladı. Eh on yıllık bir beraberlikten sonra anlamaz mı? Tanımaz mı? Bu kadının da bu huyunu seviyorum. Belli etmiyor."
Bağımlılıklardan tiksiniyorum. Tespit edebildiğim üç bağımlılığım var ve üçünden de –üçüncüsü son bir aydır başladı, daha yeni bir bağımlılık yani- ölesiye tiksiniyorum. Midem bulanıyor. İlki ya da en ağır basan bağımlılık kitap okumak. Evet, evet sizler kitap okumaktan –boş zamanlarınızda tabi- aşırı zevk alırsınız. Sizler normalsiniz. Benim gibi anormal –oysa tüm tanıdıklar, bütün çevrem normal için beni örnek gösterirler, işte böyle de herkes gibi ikiyüzlü olduğumu – nasıl da yüzünüzü astınız, böyle bir itiraf beklemiyordunuz değil mi? -İtiraf ediyorum sizler gibi ben de ikiyüzlüyüm, iyi bir oyuncuyum- değilsiniz ve kitap okumaktan büyük bir haz alırsınız. Sırf almak için aldığınız ve tek satırını anlamadan okur gibi yaptığınız kitapları ben içerim ve tiksinerek yaparım bunu.
Bağımlılık böyledir. Bir alkolik tanıdığım vardı ondan öğrenmiştim. İçmeyi değil. İçmem. İçkiyi hazzetmedim. Ne kokusunu ne başka şeysini. Alkolik arkadaştan öğrendiğim tiksinilse de vazgeçilemez olduğunu. İğrendiğini söylemişti. Madem iğreniyorsun niye içiyorsun? Nasıl eline alıyorsun? Demiştim, bilmiş bilmiş. Alkol böyledir, demişti. Hayır bağımlılık böyledir. İğrenirsin, tiksinirsin ve fakat bir türlü uzaklaşamazsın. Örümcek ağına yakalanmış her hangi bir böcek gibisindir. Çırpındıkça daha dolanırsın ağa. Bağımlılık böyledir. En bağımlı olduğum kitap okumak. Ve ister istemez en tiksindiğim de bu oluyor.
Kitap okumaktan sonraki bağımlılığımı söylemeyeceğim. Mahremiyetimi fâş etmenin anlamı ne? Hem kime ne? Ve yeni bağımlılığım.. kahrolası ihtiyar. Bir alt kat yandaki dul ihtiyar adam. Kahrolasının tuhaf bir çekiciliği var davranışlarının. Artık her Pazar balkona çıkıyor ve onun da balkona çıkmasını bekliyorum. Birazdan çıkar. Sağına soluna bakar bir süre. Sonra sallanır koltuğa oturur. Gümüş tabakasını –kendisinden öğrendim tabakanın gümüş olduğunu, yoksa nereden bileceğim? Asansörde karşılaşıyoruz ve ister istemez, tiksinerek de olsa laflıyoruz. Elinde tabakasını görünce sormuştum, babasından yadigâr gümüş tabaka imiş. Tiksinerek –ve elbet tiksindiğimi belli etmeden, tebessüm ederek konuşurum- laflamıştık kullandığı ‘yadigâr’ sözcüğü üstüne. Cins adam işte.- çıkarır, rüzgâra karşı konum alır ve aheste aheste –kahrolası ihtiyardan dilime pelesenk olan bir sözcük daha, aheste, yadigâr, itina ve daha ne bit pazarlık sözcükler- sigara sarar, sonra bağa ağızlığına –ağızlığın bağa olduğunu da söyletmiştim, en ince detaylara kadar bilme hastalığım bu mendebur ihtiyarla karşılaşmalarımızda da nüksediyor işte- yerleştirir, muhtar çakmağıyla –niye muhtar çakmağı deniyor bilmiyorum, sormadım, niye sormadıysam? Demek ki sorulması gereken ve fakat atlanmış bir soruyla hemhalim –kahrolası ihtiyar, dilimin içine etmiş- yerleştirir ve büyük bir iştahla dumanı salar. Halka halka nasıl çıkarıyor şu dumanı? Usta işi.
Hala çıkmadı. Hasta mı acaba? Eh bu yaşta insanlar sık sık hasta olur. Belki torunlarına gitmiştir. Olabilir. Sık sık görmeye gider. Ama pazarları gitmez. Hayır! Pazarları balkon keyfi yapar. Tıpkı artık benim de yapmaya başladığım gibi.
- Hayatım balkon serin değil mi? dedi genç kadın kocasına. Kocası derin bir uykudan uyanırcasına tepki verdi karısının sorusuna. Anlamsız anlamsız baktı bir süre kadının yüzüne.
- O kadar da serin değil? Diye yanıtladı karısını.
- Sabah sabah ne iş? Dedi genç kadın.
- Hava alayım dedim, dedi genç adam.
- İhtiyar yok, dedi genç kadın.
- Evet, bugün gecikti. Belki evde değildir.
Karım anlamış olmalı. İhtiyara bağlandığımı anlamamış olsa ne diye ‘İhtiyar yok!’ desin ki? Kesin anlamış olmalı.
- Belki torunlarına gitmiştir. Dedi genç kadın.
- Kendi deyimiyle pazarları kendine aitmiş, kendini şımartırmış, dedi genç adam.
- Daha çok oturacak mısın? Çıkıp biraz gezsek mi? dedi genç kadın biraz çekinerek.
- Birer kahve içelim sonra kalkarız, şıpın iş yaparım, ister misin? Dedi genç adam.
- Sen otur, ben yaparım, dedi genç kadın ve balkondan geldiği gibi gitti.
Kadın yeni bir bağımlılığım olduğunu kesin anladı. Eh on yıllık bir beraberlikten sonra anlamaz mı? Tanımaz mı? Bu kadının da bu huyunu seviyorum. Belli etmiyor. İyi de bu mendebur ihtiyara ne oldu? Niye hala gelmedi? Çoktan gelirdi. Evvela beni görmezden gelir, neden sonra yeni fark etmiş gibi tebessüm ederek selamlar, hal hatır sorar. Sonra da kendi dünyasına çekilir. Kahretsin. Bugün tütün tabakasını cebinden çıkarışını, rüzgâra göre konum alışını ve itina ile tütün sarışını göremeyeceğim! Canım yanacak. Bütün gün sızlanıp duracağım. Biliyorum. Kitaplara kaçsam da sızıdan kurtulamayacağım. Kahretsin!
Genç kadın iki fincan kahve ile balkonda belirdi. Fincanları yuvarlak masaya bırakıp sessizce kocasının karşısına oturdu. Konuşmadan ikisi de karşı alt balkona bakıyor aheste aheste kahvelerini yudumluyorlardı. Genç kadın konuşmak için fırsat kolluyor gibiydi. Ama genç adamın tuhaflıklarını bildiği için sormaktan kaçınıyordu. Kocası bir yerde patlayacak ve anlatacaktı elbet. İhtiyara olan bağımlılığına yönelik ipuçlarını kendisi verecekti. Konuyu kendisi açmalıydı. Yoksa içinin en derinlerine kaçar giderdi.
- Tuhaf biri, dedi genç adam.
- Evet, gerçekten tuhaf biri, dedi genç kadın, ağzından kerpetenle laf alınıyor. Oldukça soğuk!
- Sen hele onun rüzgâra karşı konum alışını, itina ile tütün sarışını,
- İtina, dedi genç kadın gülerek, genç adamın sözünü bitirmesine fırsat vermeden, çocukluğumdan beri ilk kez duyuyorum, desem yeridir.
- Güzel bir sözcük değil mi? dedi genç adam.
- Anneannem sık sık kullanırdı. Dinlemeye onun deyimiyle yarenlik etmeye bayılırdım, dedi genç kadın, ama gel gör ki annem kızardı.
- Neye kızardı? Dedi genç adam.
- Eski sözcüklere, dedi genç kadın.
- Sözcüğün eskisi yenisi mi olur? Dedi genç adam.
- Anneme göre oluyor, dedi genç kadın.
- Annen tuhaftan da öte tuhaf, dedi genç kadın.
- Haklısın, dedi genç kadın, anneannemi annemden çok severim, yani severdim biliyor musun?
- Çalışan kadınların çocuklarına anneanne babaanne bakıyorsa öyle oluyor, dedi genç adam.
- Hayır ondan değil, anneannem daha hoş görülü, daha müşfik –bak ondan duyduğum harika bir sözcük- daha merhametliydi. Annem biraz baskıcıydı. Babam da anneannemi annemden çok severdi. Çok anlayışlı biriydi.
- Dediğim dedik biri değildi diyorsun yani? Dedi genç adam.
- Evet, öyle biri değildi canım anneannem.
- İtina sözcüğünü de ilk ondan mı duymuştun? Dedi genç adam.
- Evet, dedi genç kadın.. ama nerede nasıl kullanıldığını bildiğimi söyleyemeyeceğim.. dikkat sözcüğünü başka yerde, itina sözcüğünü başka yerde kullanırdı. Şimdi senin kullandığın gibi. ihtiyarın özenli –itinalı- oluşu ayrı, dikkatli oluşu ayrı.. aman.. her neyse.. bugün çıkmayacak galiba!
- Öyle görünüyor, dedi genç adam.
- Kahvelerimiz de bitti.. hadi gidip güreşelim! Dedi genç kadın gülerek, genç adamın elini tuttu. Genç adam elini çekmekle çekmemek arasında kalmıştı.
- Bu vakitte, diyebildi güçlükle.
Genç kadın gülerek ayağa kalktı. Balkon kapısına doğru yürüdü:
-Valla sen bilirsin! Dedi balkondan çıkarken. Genç adamın gözü alt yan komşunun balkonunda takılı kalmıştı. ‘Lanet olsun!’ diyerek ayağa kalktı. Balkonu terk etti.
Cemal Çalık, 08.11.2019, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.