"İhanet’e de normal diyecek misiniz?
ABD Başkanı
Trump’ın 10 Ağustos 2018’de yaptığı Dolar saldırısından sonra sarsıldık. Bunu ‘ekonominin
kötü yönetildiği’ ya da ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişin sonuçları’
olarak pazarlamaya kalkan ve Trump’ın yerel kolcuları olarak çalışan Türkiye
düşmanlarının yalanları, 9 Ekim 2019’da başlattığımız Barış Pınarı Harekâtı’nı
durdurmak için Türkiye’yi tehdit eden Trump’ın, 7 Ekim 2019’da "Türkiye,
benim derin ve eşsiz anlayışıma göre, sınırların dışında olduğunu düşündüğüm
bir şey yaparsa, Türkiye'nin ekonomisini mahvederim ve yok ederim (Bunu daha
önce yaptım)" şeklindeki tweeti ile açığa çıktı.
Konuya
neden böyle giriş yaptığımı şöyle izah edeyim. Türkiye saldırı altındadır ve bu
saldırının yerel işbirlikçileri vardır. Saldırganların tümünün de gözleri sırayla
ceplerimizdeki parada, ailemizde, evimizdeki çocuklarda, kadınlarda, erkeklerde,
seccademizdeki Din’de, ruhumuzdaki nefste, aklımızdaki inançtadır. Çünkü bu
alanlarda yetiştirdikleri hainlerle her taraftan saldırıyorlar. Bunu göz ardı
ederek hayatımıza devam edemeyiz. Buna dikkat kesilmeden düşünemeyiz,
tercihlerimizi belirleyemeyiz, günlük siyasi olayları yorumlayamayız ve sandıklara
gidemeyiz.
31 Mart’ta
(ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı seçimlerinde oy çaldıkları
kesinleşen ve dalga geçer gibi kendilerini Millet İttifakı diyerek tanıtan CHP-HDP-İP-SP-FETÖ-PKK
Şer İttifakı yüzünden 23 Haziran 2019’da yenilenen) yerel seçimlerde halkın
tercihlerini, doğrudan Trump’ın saldırısına bağlı olarak yaşanan ekonomik kriz
etkiledi.
Patates,
soğan fiyatlarıyla da, krize karşı tedbir alan Erdoğan’a karşı tepki oyları
oluşturmak için tabana iyice yaymaya ve böylece Ak Parti’nin şımardığını ve Erdoğan’ın
yıprandığını, değişim gerektiğini pazarlamaya kalktılar. Tedavüle sokacaklarını
ilan ettikleri Abdullah Gül-Ali Babacan-Ahmet Davutoğlu ve arkadaşlarının
kuracakları partilerle ilgili halkın kafasını karıştıracak işler yaptılar.
Sonuç
aldılar mı? Evet aldılar; amaçladıkları gibi İstanbul ve Ankara gibi iki büyük
şehrin Büyükşehir Belediye başkanlıklarını aldılar, ancak aynı seçmen ilginç
bir iş yapmış her iki şehrin Belediye Meclis üyeliklerinde çoğunluğu Ak Parti
ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’na vermişti. Partilerin oy oranlarını
ölçmek için de kullanılan 2019 İl Belediye-Genel Meclis sonuçlarına göre, Cumhur
İttifakı %51,64, Ak Parti %44,33, MHP %7,31, Şer İttifakı %37,57, CHP, %30,12, İP,
%7,45, HDP %4,24, 2014 yerel seçimlerindeki Ak Parti oy oranı %
43,39’tü ve 2019’da bu oran %44,3’e
çıkmıştı.
Olayın
sıcaklığından çıkıp değerlendirdiğimizde halkın çok teknik bir tepki verdiğini
görüyoruz. Halk bahse konu Şer İttifakı’nı ehlileştirmek, Cumhur İttifakı’na da
ders vermek, ama asla kontrolü elden kaçırmamak için böyle bir seçim yapmıştı. Ancak
ne olursa olsun Trump’ın Dolar saldırısı halkın alım gücünü %70 oranında azaltmıştı
ve ‘Dolar 10 TL olacak’ diyen işbirlikçi ekonomistlerin ve teröristlerin
ürettiği korku sonuç vermişti.
2019 sonbaharında ihraç edilmek üzere disiplin kuruluna sevk edildikten sonra Ak Parti'den istifa kararı alan Ahmet Davutoğlu, Nisan 2019'da, birçok gerçeği çarpıtarak ve Erdoğan'la bütün bağlarını kopartarak zehir zemberek bir açıklama yapmıştı:
"Yaşanan ekonomik krizi, varlığını inkar ederek yönetemeyiz. Yaşadığımız ekonomik krizin temelinde bir yönetim krizi yatmaktadır. Ekonomi politikalarıyla ilgili kararların gerçeklikten uzak, piyasanın uygulamalarına ve ekonomi biliminin yasalarına aykırı biçimde alındığı, uygulamalarda keyfî ve tarafgir davranıldığı kanaati yayılmışsa yönetime olan güven kaybolur. Topluma güven verebilmek için önce ekonomi yönetiminde özgüvene ihtiyaç vardır. Ancak özgüvenin de bilgiyle ve deneyimle hak edilmiş olması ve gereğinin yerine getirilmesi şarttır. Bilgi ve deneyimle desteklenmeyen, kişisel yakınlıklardan devşirilen özgüven sadece abartılı bir gösteri ve ciddiyetten uzak bir görüntü olarak kalır.’’
"Yaşanan ekonomik krizi, varlığını inkar ederek yönetemeyiz. Yaşadığımız ekonomik krizin temelinde bir yönetim krizi yatmaktadır. Ekonomi politikalarıyla ilgili kararların gerçeklikten uzak, piyasanın uygulamalarına ve ekonomi biliminin yasalarına aykırı biçimde alındığı, uygulamalarda keyfî ve tarafgir davranıldığı kanaati yayılmışsa yönetime olan güven kaybolur. Topluma güven verebilmek için önce ekonomi yönetiminde özgüvene ihtiyaç vardır. Ancak özgüvenin de bilgiyle ve deneyimle hak edilmiş olması ve gereğinin yerine getirilmesi şarttır. Bilgi ve deneyimle desteklenmeyen, kişisel yakınlıklardan devşirilen özgüven sadece abartılı bir gösteri ve ciddiyetten uzak bir görüntü olarak kalır.’’
Trump, 7 Ekim 2019'daki açıklaması ile Davutoğlu'nun gerçeği nasıl çarpıttığını da ilan etmişti aslında. Ve bir de Erdoğan'ın Mayıs 2016'da Davutoğlu'ndan görevi neden aldığını da herkes anlamıştı.
Niye Ekonomi’ye
saldırıyorlar? Çünkü her şeyin başı ekonomiydi ve Erdoğan, ekonomideki
başarıları ile bugüne kadar halkın teveccühünü kazanmıştı, ekonomiyi
çökertirlerse Erdoğan’dan kurtulabilirlerdi. Kim nereye kadar dayanabilirdi ki
yoksulluğa? 2019 Kasım ayı sonlarında zengin Avrupa Birliği’nin iki temel
ülkesi Fransa ve Almanya’da çiftçiler binlerce traktörlerle otobanları kapatarak
ve Paris ve Berlin’de meydanlarda saman
dağıtarak isyan ederken, henüz belini doğrultmaya başlayan
Türkiye’de insanlar tepelerine inen Dolar balyozu ile sersemlemiş ve bir gecede
ceplerindeki paraları çaldırmışken nasıl dayanacaktı?
Erdoğan’ın
asgari ücrete ve işçi-memur-emekli maaşlarına yaptığı kısmen telafi edici
zamlar halka biraz nefes aldırdı ve halkın direniş gücü desteklendi. Hepimiz
direniyorduk, ama bazılarımız yeterince dayanıklı ve bilinçli değildi. Erdoğan’ın
2002 sonrası yönetim anlayışıyla getirdiği refaha alışmıştık ve en küçük bir
sıkıntıda yine Erdoğan’ı eleştiriyorduk. Aslında Erdoğan hariç hem Ak Parti
görevlileri hem de halk epeyce şımarmıştı; ama herkes yaptıklarıyla, Erdoğan’ın
direnen ve ülkesinin güç kaybetmesine engel olmak için direnen vücudunda en çok
beline vuruyordu. Okumuşu- okumamışı, fikri olanı-olmayanı, yazarı-okuru falan,
önüne gelen ahkâm kesiyordu.
Şöyle
bakıyorum etrafa. Bir şeyler yürüyor görünüyor. Saldırganlar aldıkları sonuçlar
üzerinden yeni planlar yapıyorlar. Ahmet Davutoğlu’nu öne sürüyorlar, Abdullah
Gül, Ali Babacan’a parti kurduruyor, FETÖ Erdoğan’a verilecek %1-2’lik oy kaybı
zararının hesaplarını yaparak seviniyor. PKK dağlarda ordumuz-polisimiz
tarafından yok edilirken CHP’li belediye başkanları ile şehirlerde alan elde etmeye
çalışıyorlar. FETÖ kendi elemanlarına CHP’li ve HDP’li belediyelerde
başkanlıklar, müdürlükler ayarlıyor.
Sonra bir
bakıyorum. Birileri kalkıp Erdoğan’ın, Erbakan’dan ayrılışını örnek göstererek,
Abdullah Gül-Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun ayrı veya birleşik partiler
kurmalarını normal karşılamamız gerektiğini söylüyorlar. Tuhaf olan, (eleştirilerimizi
görünce, ilkelere ve değerlere sık sık vurgu yaparak ilkeleri ve değerleri çöpe
atan bu tür insanlara ilkeleri ve değerleri hatırlatarak eleştiri yaptığımızı
görmezden gelerek) bunu anormal karşıladığımızı zannetmeleri. Bu üçlüyü ve yol
arkadaşlarını yıllardır eleştiriyoruz. Hiçbirinin Ak Parti tabanında
karşılıkları yok, olsaydı her biri tek tek tasfiye edildiğinde taban bunu
onaylayarak Ak Parti ve Erdoğan’a verdiği desteği arttırmazdı.
Bunu
normal karşılıyoruz, ancak bu üçlünün Erdoğan’dan ayrılışını, Erdoğan’ın
Erbakan’dan ayrılışı ile mukayese etmelerini anormal karşılıyoruz. Erdoğan PKK-DAEŞ-FETÖ
terör örgütleri ile her kılıktan askeri darbelerin e-muhtıralısından fiilî
olanına kadar hepsini halkıyla beraber ezmiş muzaffer bir komutandır, Erbakan
ise mağlup bir parti lideridir; hezimete uğratılmış bir siyasî mevtâdır.
Erbakan’ı terk etmekle, Erdoğan’ı terk ederek, üstelik Erdoğan liderliğinde
bilinirleşen siyasetçilerle toplanıp karşısına dikilmek nasıl mukayese
edilebilir?
Erdoğan’ın
kimseye diyet borcu yok; açıkçası halkına da yok. Abdullah Gül, Ali Babacan ve
Ahmet Davutoğlu, Erdoğan olmasaydı binlerce benzerleri gibi kaybolup gidecek
olan isimler. Bugün hiç utanmadan, sıkılmadan, birkaç gram oy elde etmek için
Erdoğan’ın liderliğinde yürünen yoldaki başarıları kendi hanelerine yazmaya
çalışıyorlar.
Niçin? Kime diyet borcu ödüyorlar? Her birini siyasetin
zirvelerine taşımış olan Erdoğan onlardan ne esirgedi? Ali Babacan itiraf
ettiği şekli ile 2011-2012’den sonra Erdoğan’a neden direndi de 2019 yazına
kadar istifa etmeyip içeride mücadele etti? Neden kullandıkları argümanlar CHP’nin,
FETÖ’nün, HDP’nin, PKK’nın argümanlarıyla aynı? Adaletmiş, özgürlüklermiş falan…
hangi bir gün teröre ve darbelere karşı Erdoğan’a destek verdiler? Terörden,
askerî darbeden daha büyük insan hakkı ihlali var mı?
Destek bir
yana, nerede ne kadar terörist var, hiç utanmadan, arlanmadan teröristlerin
haklarını savunuyorlar ve şehitlerin, gazilerin, terör ve darbe kurbanlarının
acılarını gündeme bile getirmiyorlar. Düşünün; Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet
Davutoğlu terörün ve darbenin birer unsuru olan şahıslara karşı adaletin ve
devletin uyguladığı müeyyideleri eleştiriyorlar.
2019 yazında Erdoğan'la görüşerek Ak Parti'den istifa eden Ali Babacan, 26 Kasım 2019'da parti kurma çalışmalarını meşrulaştırmak için şöyle demişti: "Sadece değerlerde değil ilkelerde de sapma meydana geldi. Türkiye'de her alanda sorunlar büyüdü. Neredeyse ülkenin karanlık bir tünele girdiğini gördük. Üzerimizde ciddi sorumluluk hissettik."
İlkeleri ve değerleri oluşturmak ve yaşatmak için Türkiye'de neredeyse siyasî devrim yapan ve Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde koyduğu ilkeli tavırlarla çığır açan Erdoğan'a karşı söylüyordu bunları Ali Babacan. Tarihin en suskun siyasî figürü cumhuriyet tarihinin en şeffaf, en ilkeli liderine bunları hiç utanmadan söyleyebiliyordu.
Halkın ilkelerine ve değerlerine aykırı olan her şeyi savunan değersiz ve ilkesiz liberalizmin kurumlarına ve bu kurumlarla olan bağlantılarına vurgu yapan bir siyaset figürünün boyunu aşan bu cümleleri sarf etmesi ve bütün sıkıntılarını azaltan ülkesinin 'karanlık tünele girdiğini' iddia etmesi utanç verici bir yalandı. Aynı gün aynı saatlerde dünyaca ünlü ekonomist Nouriel Roubini, "Türkiye'de ekonomi bu yıl itibariyle yükselişe geçti. Türkiye ekonomisi daha istikrarlı hale geldi. Turizmin katkısıyla cari açığın azaldığını görüyoruz." diyordu.
Bunlar
siyasî parti kurarak halktan oy isteyeceklerdi…Trump’ın saldırarak Türkiye’nin
savunmasında açtığı deliklerden kafalarını çıkararak ülkesini ve halkını
savunan Erdoğan’a, hiçbir ilkeye ve hiçbir değere sığmayacak bir şekilde,
üstelik yalan söyleyerek saldıracaklar.
Erdoğan’la
beraber yürüdüklerinde, Ali Babacan’a ve Ahmet Davutoğlu’na şartlı destek
verdim. Onları değerli bularak
görevlendiren Erdoğan’ın hatrı değerliydi. FETÖ yarılması yaşanmamıştı. Ak
parti ve Erdoğan’ın siyasî karşıtlarının saldırıları, Cumhurbaşkanlığı tartışmaları vardı. Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa,
parti ve başbakanlık kime emanet edilecekti? Parti’yi bölme veya ele geçirme çalışmaları
çok şiddetliydi.
Ama onlar
bu desteği kendi kişiliklerinden kaynaklanıyor zannettiler; geldikleri noktada
da yaptıkları ortada… Desteğimizi hak etmediklerini kanıtladılar, bu işe lâyık bir
özgeçmişe, özbenliğe sahip olamadıklarını da ifşâ ettiler.
Konu insan
olunca insanın yaptığı her şey normal; ama hangi norma göre normal? Peki,
insanların, kendilerine emanet edilen güveni paramparça ederek, gerçeği
çarpıtarak, yalan söyleyerek ve iftira atarak yaptıkları ihanete de normal
diyecek misiniz?
Bütün bunlar ihanet değilse ihanet nedir?
Arif Şahin, 28.11.2019, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 105
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.