Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıda çevirisini yayınladığımız analiz, John Hopkins Üniversitesi Paul H. Nitze İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu (SAIS) profesörü ve Dünya Bankası, USAID, Dışişleri Bakanlığı, OECD ve Afrika Kalkınma Bankası gibi kuruluşlara danışmanlık yapmakta olan ve halen, sosyal bozulmanın nasıl tersine çevrilebileceği ve buna nasıl ulaşılabileceğine dair bir kitap üzerinde çalışan Seth D. Kaplan'a aittir. 'Karşılaştırmalı Tarih' etiketi ile yapılan bu analiz, toplumların değişiminde elitlerin etkisine odaklanırken, İbn-i Haldun'dan Samuel Huntington'a kadar bir çok ünlü batılı 'elit'in görüşleri eşliğinde Amerikan Elitleri arasında bir kıyaslama yapmaktadır. Yazarın düşüncelerindeki sorunsalın başlangıç noktası elbette Amerikan toplumunun dağılması ve ABD'nin çöküşüdür. Seth D. Kaplan'ın oldukça nesnel bir yaklaşımla yaptığı analizin en çarpıcı cümlelerinden biri şudur: "Bu nedenle, birçok bilim adamı, toplumların şekillenmesi; elit erdeminin oluşumu; halk arasında güçlü değerlerin teşviki ve kahramanca hareketlere ilham vermede din faktörünün çok önemli olduğunu düşünmektedir. Ancak toplumlar geliştikçe inancın da etkisini yitirerek toplumun gerilemesine katkıda bulunduğu konusunda da uyarıda bulunmaktadırlar. Rasyonalizm ve materyalizm öne çıkarken elitleri toplumlarına bağlayan ortak eğilimleri ve toplumun yükselişini arttıran değer ve inançları zayıflatır. Sosyal rahatsızlıklar ve dağılma riski artar." Ateizm'in yaygınlaştığı Avrupa-Amerika'dan oluşan Batı'da toplumun gerilemesinde 'Din' faktörünün ve elitlerin etkisinin önemine değinen düşünür sayısı çok azdır. Bugün Batılı medya ve kültür araçlarının dünyanın her tarafını istila ettiği ve değersizleşmeyi arttırdığı düşünülürse, Türkiye'nin çıktığı büyük yolculuğun ne kadar küresel bir etki üretebileceği de hesaplanabilir. İnsanlık ciddi bir buhranla yüz yüzedir ve İslam en saf ve en büyük kurtuluş umudu olarak, insanların ulaşabileceği her yerde olmalıdır... Türkiye'nin sorumluluğu budur.
Seçkin Deniz, 06.12.2019
How Do America’s Elites Stack Up?-1
"Kibirli, soğuk ve çıkarcı -veya mütevazi, köklü ve kişisel- fedakarlık mı? Tarih, toplumların yaratıcı seçkinlerinin karakterine dayanarak yükselip alçaldığını göstermektedir."
Amerikan elitlerinin birçok endişesi var; jeopolitik istikrarı sağlamak, eşitsizliği azaltmak, ayrımcılığa son vermek ve benzeri. Fakat ABD için en büyük tehdit, bunlar değil de bilhassa, sorumlulukları toplumun koruyucusu olarak kabul etmedeki isteksizlikleri ve toplumun diğer kesimlerinden ayrılmaları nedeniyle elitlerin bizzat kendileri ise?
Elitlerin bu “kendini çekme” hali, ülkenin karşılaştığı çeşitli zorlukları ele alma yeteneğini de tehlikeye atıyor. Bu tehdidi daha da artıran şey, aksi halde diğer toplumların yükseliş ve düşüşünden öğrenebileceklerini sınırlayan, elitlerin “tarihin doğru tarafında” olduklarına yönelik duymuş oldukları kibirli güvendir.
Büyük Arap tarihçi ve sosyologu İbn Haldûn, Toplum Bilimi (İlm-i Umran) üzerinde çalışmış, devletlerin yükseliş ve çöküşünün anlaşılmasında önemli bir faktör olarak asabiyetin- sosyal bütünlük veya grup dayanışması- önemini vurgulamıştır. ‘Bir Tarih İncelemesi’ adını taşıyan 12 ciltlik eserinde 26 dünya uygarlığını inceleyen İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, medeniyetin çürümesini, ilerlemeyi yönlendiren elit liderlerden oluşan yaratıcı azınlığın bozulmasının bir sonucu olarak görür. Bozulmuş elitler, toplumsal zorluklara yönelik yenilik yapma ve bu sorunları ele alma yeteneğini yitirmiş olsa bile, giderek daha fazla gururlu ve baskın hale gelirler. Kendine güvenen bir erdem ve amaç duygusuyla liderlik etmek yerine parazitleşen elit sınıf, “proterleşme hastalığına yenik düşer”.
Diğer bilim insanları, ülkelerin zayıflamasını, vatandaşlık erdeminin azalmasına (Edward Gibbon); kültürel dinamizmdeki azalmaya (Oswald Spengler); aile yapısındaki bozulmaya (Carle Zimmerman); üretici gücün düşüşüne (Karl Marx); siyasi kurumların bozulmasına (Samuel Huntington) bağlamıştır.
Bu bilim adamları, farklı şeyleri vurgulasalar da çoğunlukla, herhangi bir siyasetin başarılı olabilmesi için elitlerin ve sosyal dayanışmanın önemine sürekli olarak işaret etmişler ve bu ikisini birbirine bağlantılı olarak görmüşlerdir. Herhangi bir toplumdaki büyük kurumlar üzerinde büyük güce ve etkiye sahip olan elitler, tarihsel olarak toplumun en çok yüzde ikilik bir kesiminden meydana gelmektedir. Elit teriminin ne kadar geniş bir kapsamda tanımlanmış olduğuna bağlı olarak, günümüzde “elitler”, Amerikan toplumunun yüzde 10 ila yüzde 20’lik bir bölümünden oluşmaktadır.
Eğer bir toplum gelişecekse, elitler yalnızca zorlukları yaratıcı bir şekilde ele almakla kalmamalı, aynı zamanda toplumdan kopmaktan ve toplumun dinamizm ve bütünlüğünü baltalayacak şekilde davranmaktan da kaçınmalıdır. ABD, karşılaştığı zorluklara karşı doğru bir öngörü ve çözüm geliştirme noktasında liyakat esaslı aktörler tarafından verilen rasyonel kararlara bağlıymış gibi görünse de, tarih bu değerlendirmenin yanlış olduğunu göstermektedir: Doğru istihbarat için toplumla derin bağlar, kolektif eyleme ilham vermek için fedakârlık geleneği ve toplumsal tepkinin enerjik olmasını sağlamak için de uzun zamandır devam eden erdemli alışkanlıklar gereklidir.
Toplum Bilimi
Altta yatan toplumsal ve kurumsal dinamiklerin yüzyıllar boyunca ülkelerin kaderini nasıl şekillendirdiğine yönelik karşılaştırmalı analizler, bugün geçmişte olduğundan çok daha az ilgi görmektedir. Bu durum kısmen uzmanlaşmaya, ekonominin baskın hale gelmesine, cinsiyet ve diğer kimlik çalışmalarının artmasına ve kantitatif modellere yönelik açık bir tercihten kaynaklanmaktadır.
Akademi ve resmi kurumlarda (rasyonel olarak çıkarsanabilir) siyasi tercihler ve (liyakate göre seçilmesi gereken) liderliğin her şeyden daha önemli olduğuna dair geniş bir entelektüel konsensüs bulunmaktadır. Bu konsensüse göre, toplumlar tek ve daha ziyade pozitif yönde gelişirken, (toplumun) genel dinamikleri, normları ve dönemleri üzerine yapılan çalışmalar o kadar hayati değildir. Bu talihsiz bir değerlendirmedir. ABD, sosyal uyum konusunda benzeri görülmemiş bir düşüş yaşarken bahsedilen konulara yönelik bilgilerin önemi de giderek artmaktadır.
İbn Haldûn, beşeri sosyal örgüt bilimi hakkındaki en eski bilimsel eserlerden biri olan Mukaddime adlı eserini 1378 senesinde tamamlamıştır. Haldûn'un amacı, tarihsel değişimin altta yatan sebeplerini ve etkilerini ve tarihsel olayların aktarıldığı gibi olmuş olma ihtimalini tespit etmekti. Charles Issawi ve Oliver Leaman’ın Routledge Felsefe Ansiklopedisi (Routledge Encyclopedia of Philosophy) adını taşıyan eserde belirttikleri gibi Haldûn şu önermede bulunmuştur:
"Toplum kendi içsel kanunlarına tabi olan bir organizmadır. Bu kanunlar, insan aklının ister tarihi kayıtlardan ayıklanmış, ister doğrudan gözlem yoluyla elde edilmiş bilgiye uygulanması yoluyla keşfedilebilir...
Bu kanunlar, sosyolojik olarak izah edilebilir ve sadece biyolojik dürtülerin veya fiziksel faktörlerin yansımasından ibaret değildir. Şüphesiz iklim ve yiyecek gibi gerçeklikler önemlidir ancak… (Toplumsal) uyum, meşguliyet (meslek) ve mal varlığı gibi saf sosyal faktörlerin önemi daha da fazladır."
Daha güçlü asabiye “(sosyal bütünlük veya grup dayanışması” şeklinde çevrilebilir) duygusuna sahip olan grupların, nispeten daha küçük, daha fakir ve teknolojik olarak daha az gelişmiş olsalar bile, asabiye duygusu zayıf olanları bozguna uğratma ihtimalleri fazladır. Bu asabiye duygusu, akrabalık bağlarının birleşiminden, ortak bir yönelim oluşturan müşterek bir dinden ve ticaret, yağma veya fetihler sonucunda elde edilen ekonomik kazançlardan oluşur. Liderlerin meşruiyeti ve otoriteyi destekleyen kurumlar bahsedilen üç faktörün ürünüdür. Ancak İbn-i Haldûn, asabiyenin başarı ile düştüğünü belirtmiştir. Asabiye, gelişim ve lüksün getirdiği tembellik veya zorunlu olarak servetin yoğunlaşmasından ve toplumda hiyerarşinin gelişmesinden kaynaklanan sosyal bölünmeler tarafından aşındırılmıştır. (Daha büyük, daha sofistike bir varlığı yönetmek için hiyerarşi gerekli hale gelir.)
Batı'da, Greko-Romen yazarların eserleri üzerine inşa edilen karşılaştırmalı toplumlar tarihi, 18. yüzyılda önemli bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin İtalyan filozof Giambattista Vico, 1725 yılında yayınlanan The New Science (Yeni Bilim) adlı kitabında İbn-i Haldûn’a benzer bir çalışma ortaya koymaya çalışmıştır. Vico bu eserinde, her toplumun tekrarlayan üç çağda geçtiği, döngüsel bir insanlık tarihi görüşünü benimsemiştir. Bu üç çağ: İlahi çağ, kahramanlar çağı ve insan çağıdır.
Vico’ya göre her bir çağ, devletin doğasından sivil düzene ve dile kadar her şeyi etkileyen farklı özelliklere sahiptir. Toplumlar geliştikçe kültürü şekillendiren yeni yapılar ve kısıtlamalar yaratırlar. Primitivizm idealizme, ardından rasyonalizme dönüşür, ancak ikincisi aradığı mükemmelliğe ulaşamaz. Bunun yerine, devlet kurumunu içten çürüten sinizm, “barbarlık” ve “sivil hastalık” ortaya çıkar. Descartes'a yanıt veren Vico, bireycilik ve farklı fikirlerin rasyonel gelişimine çok fazla vurgunun, toplumu bir arada tutmak için gerekli olan dini ilkelere zarar vereceği noktasında uyarıda bulunur.
Montesquieu, Voltaire, Adam Smith, Karl Marx, Alexis de Tocqueville, Max Weber ve Oswald Spengler, toplumların karşılaştırmalı tarihini inceleyen birçok bilim adamı arasında yer alır. Örneğin Tocqueville, Amerika'da demokrasinin başarılı olurken, neden birçok yerde başarısızlığa uğradığını anlamak için Amerikan siyasi ve sivil toplumunun doğasını analiz etmiş ve Fransa ile karşılaştırmıştır.
Adam Smith, Ulusların Zenginliği adlı eserinde piyasa toplumunun doğasını analiz etmiştir. Smith bir ekonomist olarak değil ancak, Britannica Ansiklopesi’nin ifadesi ile “ekonomik yazıları yalnızca politik ve sosyal evrim görüşünün temelini oluşturan bir sosyal filozof” olarak anlaşılabilir. Gerçekten de Smith, en ünlü eserinin “hukukun ve hükümetin genel ilkeleri ve bunların toplumun farklı çağ ve dönemlerinde geçirdiği farklı devrimleri üzerine yapılmış çalışmalar” olduğunu düşünür. Weber, sosyo-kültürel dinamiklerin ve özellikle de Protestanlığın, Batı’nın yükselişini anlama ve elit davranışların herhangi bir ülkenin gelişimini anlama noktasındaki önemini vurgulamıştır.
Émile Durkheim, modern sosyoloji alanını bireysel davranışı yapılandıran ve görünüşte özerk ve hatta kaotik kararları daha geniş bir düzende oluşturan olgular olan “sosyal gerçekler” bilimi olarak kurmaya yardımcı oldu. Toplumların nasıl yükselip alçaldığının geniş kapsamı ile özel olarak ilgilenmese de, Durkheim’in çalışmaları, toplumu bir arada tutan faktörlerin neler olduğu ve toplumun nasıl yıkılabileceği ile ilgilenir.
Durkheim, geleneksel toplumlarda benzer değerler, iş ve yaşam deneyimlerinden kaynaklanan mekanik dayanışma ile yoğun modern ortamlarda karşılıklı bağımlılık ve karmaşık sosyal etkileşimlerden kaynaklanan organik dayanışma arasında ayrım yaptı. Organik dayanışma daha fazla özgürlük getirir, ancak laiklik, işbölümü ve ferdiyetçilik, anomi ve parçalanma riskini taşır. Bir toplumun sahip olduğu değer ve standartlardaki hızlı değişim, gerçekte elde edilebileceklerle kopukluk yaratarak yabancılaşma, amaçsızlık ve nihayetinde “sonsuzluk illetinden” (tatmin edilmemiş arzu) “sapmaya” ve intiharlarda artışa sebebiyet verir. Ortak amaç ve dayanışma yoluyla süreç içinde ahlaki izolasyonu azaltarak insanları birbirine bağlayan milliyetçilik, özellikle de ferdiyetçiliğin çok yüksek olduğu modern toplumlarda bu tehditlere karşı koymak için gerekliydi.
Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, Toynbee’nin kariyerini tanımlayan eserleri (1934-61'de yayınlandı), geçmiş toplumların dinamiklerini anlamak için tartışmasız en iddialı ve önemli gelişmedir. Toynbee, kültürlerin ve medeniyetlerin zorlu mücadelelere cevap olarak ilkel toplumlardan nasıl ortaya çıktıkları ve ardından bu toplumların gelişme ve çürüme aşamaları üzerine yoğunlaşmıştır.
İbn Haldûn gibi Toynbee de, tarihin doğru bir şekilde incelenmesinin, belirli bir olay dizisini bir yer veya zaman diliminden incelemekten daha fazlasını gerektirdiğine inanıyordu: Toplumlar ve zaman içinde tekrar eden kalıp olaylar üzerinde çalışılması gerekiyordu. Ancak İbn Haldûn (ve öncüllerinin çoğunun) aksine Toynbee, toplumların kaçınılmaz olarak öldüğüne inanmıyordu. Aksine, medeniyetler daha da fazla büyüme elde etmelerine izin verecek şekilde uyum sağlayabilirlerdi.
Toynbee, bir toplumun yükseliş ve düşüşünün her aşamasında “Yaratıcı Azınlıklar”ın önemli roller üstlendiğini gözlemledi. Başlangıçta onların varlığı, yükselişi mümkün kılmaktadır. Bir dizi zorlukla karşılaşıldığında, yaratıcı bir azınlığın üyeleri sorunu çözecek şekilde yanıt vererek medeniyetin kapasitesinin, değerlerinin, kurumlarının ve tekniklerinin ilerici ve kümülatif gelişimini sağlar. Ancak bu yaratıcı azınlık baskın (dominant) değildir. Aksine, ilham vericidir ve özgürce taklit ve takip edilerek gerekli bir birliktelik sağlar ve büyük toplumsal bölünmeleri engeller.
Çürüme, harici bir saldırı ya da teknolojideki bir azalmadan kaynaklanmaz. Toynbee’nin Tarih İncelemesi adlı eserindeki formülasyonda: “…medeniyetlerin çöküşünün doğası üç noktada özetlenebilir: Azınlıktaki yaratıcı gücün yetersizliği, çoğunluğun tarafında temsilin geri çekilmesi ve bunun sonucunda toplumda bir bütün olarak sosyal birlik kaybı.”
Bu son aşamada, “Yaratıcı Azınlık artık hak etmediği bir pozisyonu zorla elinde tutmaya çalışan Baskın bir Azınlığa dönüşür.” Toplumun gelenekleri bozulur ve “kaytarma” ve “keyfilik” hâkim hale gelerek “kendini feda etme”nin yerini “kendi menfaatlerine düşkünlük” alır. Eski zamanların büyük başarılarının yüceltildiği bu süreçte fazlasıyla gurur hâkimdir ve bir toplumun karşılaşabileceği sonraki zorlukları etkin bir şekilde ele almak mümkün değildir. Çürüme, nihai dağılma gerçekleşmeden yüzyıllar boyunca sürebilir.
Samuel Huntington, Seymour Martin Lipset, Charles Tilly, Barrington Moore ve Ernest Gellner’in dâhil olduğu 20. yüzyılın sonlarında yaşamış bir dizi karşılaştırmalı siyaset bilimci, çalışmalarında sosyal dinamiklerin politik sonuçlar üzerindeki önemini araştırmıştır.
Örneğin Huntington, Değişen Toplumlarda Siyasi Düzen (1968) gibi çalışmalarında siyasi gelişme ve bozulma konularına değinmiştir. Huntington özellikle “Mobilizasyon ve kurumsallaşma arasındaki çatışma” ile ilgilenmiştir. Siyasi yapıların zayıf olduğu yerlerde kitlesel siyasi katılım, toplumu bir arada tutan elit fikir birliğini kırabilir ve kararsızlık, yolsuzluk, düşüş ve hatta çökme riskini ortaya çıkararak toplumu yönetmek için kullanılan siyasi kurumlara zarar verebilir. Bu nedenle Huntington, akademilerde toplumların yalnızca bir yönde ilerlediği inancına yol açan genel “ilerleme teorisine olan bağlılığı” eleştirir. Huntington: “Tersinirlik hakkında çok az veya hiç sağlama yapılmamıştır... Ulusal parçalanma da ulusal bütünleşme gibi bir fenomendir.”
Daha yakın bir zamanda Jared Diamond, Collapse: How Societies Choose to Fail or Succeed (2005) [Çöküş: Toplumlar Başarısız Olmayı veya Başarılı Olmayı Nasıl Seçer] adını taşıyan eserinde toplumların neden başarısız olduğunu inceledi. Diamond kitabında, toplumların; iklim değişikliği, düşman komşular, kötüleşen bir çevre ve ticaretin çöküşü gibi büyük zorluklara yeterince cevap veremediklerinde sona erdiğini savunur. Elitlerin kritik kavşaklarda doğru kararları vermesi gerekir ve bu toplumun geneliyle aktif olarak dâhil olmalarına ve izole olmamalarına bağlıdır. Bilgi, yakınlık veya ilgi eksikliği etkili eylemlerin gerçekleşmesini engelleyebilir. Uzun vadeli planlama ve temel değerleri yeniden değerlendirmeye istekli olmak, zamanında yanıt vermek için çok önemlidir.
Elit Sınıfın Önemi
Önemli ölçüde farklı dönemleri ve coğrafyaları incelemiş olmalarına rağmen, Vico, Toynbee ve Diamond gibi gözlemciler arasında benzer temalar ortaya çıkmıştır. Özellikle, elitlerin belirli bir toplumun gelişiminin belirlenmesinde çok önemli bir rol oynadığına inanmaktaydılar. Elitler, kritik zorluklarla karşı karşıya kaldıklarında yaratıcı ve uzun vadeli düşünebilmekle kalmamalı, ihtiyaçları anlamak, sadakatini koruyacak şekilde hareket etmek ve gerektiğinde eyleme ilham verme kapasitesini geliştirmek için toplum ile derinden bağlantılı olmalıdır.
Geçmişteki başarıları nedeniyle aşırı derecede şımarmış ya da toplumlarından kopmuş elitler, toplumlarının karşı karşıya kaldığı zorluklar için hazırlıksız olmaya, diğerlerine yabancılaşacak şekilde hareket etmeye ve iradelerini genişletmek için güç kullanmaya daha yatkındır. Ticaretten, savaştan ve diğer varlık yaratma biçimlerinden orantısız bir şekilde kazanılan paralar bu kopuşa neden olabilir.
Elit davranış böylece hem toplumun sesini bir bütün olarak belirlerken hem de o toplumu tanımlayan ilişkilerin doğasını belirler ve böylece toplumsal bütünleşme anlamında çok büyük bir etkiye sahip olur. Ve sosyal uyum - asabiye, birlik veya bir tür sosyal ya da elit fikir birliği-(toplumsal) kolektif eylem, yaratıcılık ve büyük amaçlar için kritik bir öneme sahiptir. Öte yandan, sosyal bölünmeler toplumsal bir bozulmanın ortak kaynağıdır. Bu bölünmeler çok fazla bireycilik, materyalizm ve elitlerin özel çıkarlara odaklanmasından kaynaklanabilir. Sosyal parçalanma ise en büyük risktir; bu durum, elitler arasında veya elitler ile nüfus arasında bir çeşit bölünmeden, kurumlar veya ahlaki değerlerdeki bozulmaların artmasından veya nüfusun giderek ayrışmasından kaynaklanabilir.
Sadece seçkinler - Toynbee’nin “yaratıcı azınlığı”- kaçınılmaz olarak karşı karşıya kalacağı bir dizi zorluk boyunca topluma rehberlik edebilir. Bu zorluklar, toplumun ilerlemesini teşvik eden yeni teknolojilerin ve kurumların yaratıcı gelişimini katalize ederek zaman içinde gücünü ve nüfuzunu artırabilir. Toynbee'nin belirttiği gibi, “İnsanın medeniyete ulaşması, üstün biyolojik donatım veya coğrafi ortamın bir sonucu olarak değil, kendisini daha önce benzeri görülmemiş bir çaba göstermeye zorlayan, özel bir zorluk derecesine sahip meydan okumaya verdiği yanıt sayesinde gerçekleşir”.
Ancak bu testler, iyi ele alınmadığı takdirde bir toplumun ölümüne de yol açabilir. Bu gibi durumlarda sonucu herhangi birisi değil ancak elitlerin başarısızlığı-(Toynbee’nin metaforunu kullanarak) intihara veya cinayete benzer bir süreç-belirlemektedir.
Özel bir zorluk derecesine sahip meydan okumayla- fiziksel (bataklıklar, yükselen deniz suları, çevresel değişim), sosyal (iç bölümler, artan mobilizasyon), ekonomik (ticaretin azalması), askeri (düşman komşu) veya kurumsal (reform ihtiyacı)- karşı karşıya kalmak, rasyonel karar vermenin ötesine geçen bazı manevi dinamikler gerektirir ve toplumda geniş, bazen hararetli bir eylem başlatır.
Bu nedenle, birçok bilim adamı, toplumların şekillenmesi; elit erdeminin oluşumu; halk arasında güçlü değerlerin teşviki ve kahramanca hareketlere ilham vermede din faktörünün çok önemli olduğunu düşünmektedir. Ancak toplumlar geliştikçe inancın da etkisini yitirerek toplumun gerilemesine katkıda bulunduğu konusunda da uyarıda bulunmaktadırlar. Rasyonalizm ve materyalizm öne çıkarken elitleri toplumlarına bağlayan ortak eğilimleri ve toplumun yükselişini arttıran değer ve inançları zayıflatır. Sosyal rahatsızlıklar ve dağılma riski artar.
Tablo 1, ülkelerini yönlendiren sorumlu elitler ile bunu yapmayı ihmal eden sorumsuz elitler arasındaki farklılıkları özetlemektedir. Bunlar şüphesiz idealize edilmiş tiplerdir. Çoğu toplumda yer alan elitler belirtilen ekstrem uçlar arasında özelliklere sahiptir
Tablo 1: Elitlerin Karşılaştırılması
(Seth D. Kaplan , John Hopkins Üniversitesi Paul H. Nitze İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu (SAIS) profesörüdür ve Dünya Bankası, USAID, Dışişleri Bakanlığı, OECD ve Afrika Kalkınma Bankası gibi kuruluşlara danışmanlık yapmakta ve halen, sosyal bozulmanın nasıl tersine çevrilebileceği ve buna nasıl ulaşılabileceği üzerine bir kitap üzerinde çalışmaktadır.)
Tamer Güner, 06.12.2019, Sonsuz Ark, Stratejik Araştırma, Çeviri
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.