"Portakal suyunu içersem iyileşeceğime inandırırdı tebessümü. İkram ve tebessüm, hizmet ve cömertlik. Sevilmeyenin sevilecek yönünü görür, buna inandırırdı."
Muazzez Akıncı’yı ilk Suffa ziyaretlerimden birinde tanıdım. Tanıyanlar ona “abla” derdi, ben de dedim. 2000’lerde Suffa alışılmış hareketliliğini yitirirken Muazzez Abla’nın Karagümrük’teki evi bir toplanma merkezi haline geldi. Muazzez Abla, annesine ait o evden daha sonra babasının kendisine aldığı Karagümrük Spor’a ait stadyumun yanında bulunan bir apartmandaki daireye taşındı ve 13 Ekim 2019’da bu evde vefat etti.
Vefatından 12 gün sonra, 25 Ekim Cuma günü bu evde buluştuk, sevgili Türkan Kumru’yu Almanya’ya yolculamak için. Henüz eski havasını koruyordu ev. Öyle ya, Muazzez Abla işte şu köşede oturup dahil olurdu yorum ve planlara. Yanından geçip de iyiliğinin dokunmadığı, evine girip de sofrasına oturmamış biri var mı bilmiyorum. Çocuğu olmamıştı, çok sevdiği çocuklar hep etrafında, yanı başında yetişerek çoluk çocuğa karıştılar geçen yıllar içinde. Bir öyküme karışan yeğeni “Fennane”ye düşkünlüğünü hep konuşurduk.
Türkan Kumru’nun anlattığına göre 1953 Zeyrek doğumlu Muazzez Akıncı. Ailesi üç kuşak önce Siirt’ten taşınmış İstanbul’a. Zeyrek’te, şimdi Tillo Vakfı’nın bulunduğu yerdeymiş evleri. Müstakil ev, bahçesiyle birlikte vakfa bağışlandı, bunu Muazzez abla, bir diğer varis olan halasıyla birlikte istedi. Muazzez abla 1975’te evleninceye kadar işte o Kadınlar Pazarı’na yakın bahçeli evde yaşadı Zeyrek’in büyülü havasında. Haşarı bir çocuktu. Öğretmeni, annesiydi. Babası ise onu, “arkanda ben varım, git, ama dikkatli ol” diyerek, istediği yere gönderiyordu. Çok iyi yüzme bildiği hep konuşulur, ben de tanığım.
Marmaracık Koyu’nun karşı kıyısına başına bağladığı yemek sepetiyle yüzüp o yemeği kıyıdaki birilerine verip dönmesi hep anlatılır. Süreyya Yüksel ile birlikte Üsküdar’a, Aynur Mısıroğlu’nun derslerine katılırlarmış. Çok severek evlendiği eşi Mustafa Akıncı’yı Metin Yüksel vasıtasıyla tanıdı. Akıncı’nın annesi, Süreyya Yüksel’in Norşin’de yaşayan dedesinin yardımcılarındandı. Mustafa Akıncı Şehzadebaşı’nda bulunan İlim Yayma Cemiyeti yurdunda çalışıyordu. Esasında Muazzez Abla’nın aile üyeleri bu evliliğe damat adayının maddi durumu nedeniyle karşı çıktılar. Gel gelelim kararından dönmedi genç Muazzez ve babası da biricik kızının daha fazla üzülmesini istemedi. Genç çift Draman’da bir evde kirada oturdular yıllarca. “Durumumuz o kadar kötüydü ki pazarın kapanacağı saatlerde gidip geriye kalanları toplar, kısır gibi yemekler için kullanırdım.” diye anlatıyordu.
Neticede Draman’dan ayrılıp babasının kendisine almış olduğu, bu yazıyı yazmak üzere ortak arkadaşlarla buluştuğumuz Karagümrük’teki eve taşındı. Evin hemen karşısında bulunan berberin yerinde babasının küçük lokantası vardı. Babası Eminönü Hali’nde kabzımaldı. Aynı zamanda Beyazıt Meydanı’nda manavı vardı.
Muazzez Abla pratik zekalı ve nüktedandı. Güvenilirliğiyle tanınırdı. Çok iyi aşçıydı. Gittiği her yerde hazır edebilirdi sofrasını. Cerrahpaşa’da oturma grevi yapan başörtülü öğrencilere mücver ve dolma götürüp sofra kuruyor, bu sofraya her görüşten öğrenciyi davet ederken öğrenci eylemleri için orada olan polisleri de ayırmıyordu. 'Yavrum, kardeşim, evladım, sen görevini yapıyorsun', diyordu polislere. Bazen bir eyleme katılmadığında polisler, “O tonton ablamız niye gelmedi?” diye soruyorlardı. Başörtüsü eylemleri sırasında gazetelerde yayımlanan fotoğraflarda sık sık görülüyordu. Ağırlıklı olarak CHP’li olan akrabalarının vereceği tepkiler nedeniyle rahatsız ediyordu onu gazetedeki fotoğrafları. Evine baskın yapılacağı ve konu komşunun yanlış fikirlere kapılacağından endişe ediyordu.
Organizatördü. Başörtüsü eylemlerine desteğin arka planında da rol üstleniyor, aileleri Anadolu’da yaşayan öğrenciler için moral piknikleri düzenliyordu. Kadınlar Plajı’nın nadir bulunduğu bir dönemde denize girmenin kadınlar için gerekliliğini hatırlatıyor, mesela yüz kişiyi alıp nefis yemeklerle birlikte diyelim ki Sarıyer taraflarında keşfettiği ıssız bir sahile götürüyordu; ben de katılmıştım bu sahil pikniklerinden birine. Yüzme bilmeyenlere eğitmenlik yapıyor, taktikler veriyordu.
Annesi Şehriban Teyze de çok iyi bir aşçıydı. Konu Şehriban Teyze’ye geldiğinde, “hizmeti bir ibadet aşkıyla yapardı” diye söz etti Türkan Kumru. Gözleri kör oluncaya kadar bir işin ucundan tutmak için etrafında yaşanan doğumlara, cenazelere ve düğünlere koşmaya devam eden bir kadının kızıydı Muazzez Akıncı. Toplumsal konularda duyarlıydı anne-kız. Zengin, siyasal planda statükocu, rahatına düşkün bir ailenin alışkanlık zincirlerini kırarak başka bir hayata yönelmişlerdi. Mazlumder için Anadolu şehirlerini dolaşmıştı Şehriban Teyze, Sabiha Ünlü’yle birlikte, hak ihlalleri tespiti için.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, on iki on üç yaşlarındayken büluğa ermemiş bir kız çocuğu olarak evlendirilir Şehriban Teyze. Savaş zamanı. Birkaç yıl sonra kocası ölüyor ve kısa bir süre sonra kocasının küçük kardeşiyle evlendiriliyor. 70’li yıllar… İki oğluna eşzamanlı olarak beyinlerinde tümör olduğu teşhisi konuluyor. Bir araba alıp oğullarından birini tedavi için İsviçre’ye, Gazi Yaşargil’e götürüyor. Arabanın bagajına ekmek, konserve, pirinç, kavurma et dolduruyor ki tedavi parasından harcanmasın.
Gazi Yaşargil açık konuşuyor onunla. 'Kızım', diyor, 'boşuna uğraşma, bu hastalığın tedavisi yok.' Geri dönüyorlar. İki oğlu birkaç yıl içinde vefat ediyor. 1985’te de eşi Hakk’ın rahmetine kavuşuyor. “Çile anıtı bir kadın, ama yüzünde izi yok bu çilelerin”, diye anlattı Türkan Kumru. “Onun gibi yaşlı bir kadın görmedim. Biz onun iyi zamanlarında yanındaydık. Yanında olan sıkılmazdı. Eski İstanbul günlerini anlatırdı. 1990’da Suffa tarafından organize edilen, Sabiha Ünlü’nün yazdığı Süreyya Yüksel’in ise yönettiği Türkiyem Türkiyem programında sergilenen ‘Türkiye’nin Manzaraları’ oyununda bir üfürükçü kadını canlandırmıştı.”
Türkan Kumru, Süreyya Yüksel’i 1970’lerin sonlarında, Şule Yüksel’in manevi başkanı olduğu İdealist Hanımlar Derneği’nde tanıdı. 1982’de Almanya’ya gitti Türkan Kumru, ancak bu grupla ilişkilerini korudu. 1986’da Almanya’dan tatile geldiğinde Yüksel’le birlikte katıldığı bir piknikte tanıştı Muazzez Akıncı’yla. “İki odun buldu, ateş yaktı. Halası da çay yaptı bize.” 1991-92 yıllarında Türkiye’de kaldığında Muazzez ile arkadaşlığı gelişti.
Afganistan’a yardım amacıyla veya muhtaçlara iletilmek üzere toplanan bağışlar saklaması için Muazzez Akıncı’ya verilirdi. Nefes alınan bir ortamı vardı evinin ve bu ev hep kalabalık olurdu. “Haydi Muazzezler’e gidelim” denilirdi. Tiyatro çalışmaları onun evinde yapılırdı. Kadınlar toplanmışsa, eşi Mustafa Bey iş dönüşü grubu rahatsız etmemek için yatak odasına kapanırdı.
Mustafa Bey 2002 yılı Ramazanı’nda trafik kazası sonucu vefat etti, bu nedenle Muazzez Abla’nın Ramazan günlerinde hep hüzünlü olduğunu belirtiyor Türkan Kumru. Eşinin vefat ettiği hastaneye kimseye haber vermeden kendi kullandığı arabayla gitmişti Muazzez Abla, annesiyle birlikte. Her durumda metanetini korumaya gayret ederdi. Şehriban Teyze 2014’te vefat etti. Vefatından önceki beş yılı görme engelli olarak geçirmişti.
Yasemin Çoban hatırlıyor: Suffa’da tefsir derslerine devam ederken tanımıştı Muazzez Abla’yı. Annesiyle mutfakta yemek yaparken o da yamak gibi yanlarında durup verilen işleri yapardı. İmece usulü çalışmayı onlardan öğrendi. Birçok eylemde ve Başörtüsü İçin Elele Yürüyüşü’nde beraberlerdi. Suffa cemaatle kamu arasında sıkıştırılmış başörtülü kadınlar için bir sosyalleşme alanı oluşturuyordu adeta.
Medya kritiği sitesi AKODER’in kuruluşunda orada gerçekleşen medya analizi derslerinin katkısının altını çiziyor Çoban. Bir sebeple Suffa kapalıysa, doğru Muazzez Abla’nın evine gidilirdi. Telefonu yoktu, teklifsizdi, sofrası kapıyı çalana açık olurdu. Türkan Kumru ve bir grup arkadaşı 2003 veya 2004’te Almanya’dan gezi için geldiklerinde hep birlikte bu sofrada ağırlandılar. Gecenin geç saatleriydi, dışarıda açık bir lokanta bulamamışlardı.
1988 olmalı. Başörtüsüyle alınmadığı için konservatuar eğitimi yapamamıştı Serpil Ulfaz. Yirmi yaşındaydı. Suffa’ya geldi. Suffa’nın sahneye koyduğu birçok oyunda başrolde oynadığı için “Artist Sümeyye” diye tanındı o yıllarda. Muazzez, Suffa’nın ihtiyaçlarını gözeten, mekânın yetmediği yerde gelenlere evini açan “sevimli bir ablaydı.”
Kendini çıkmazda hissettiği bir dönemdi, zamanının büyük bölümünü Suffa’da geçiriyor, geceleri de kalıyordu Ulfaz. Dolayısıyla Muazzez ablayla da yakınlaşmıştı. “Muazzez benim için o güne kadar görmediğim, daha sonra da rastlamadığım bir Müslüman kadın tipi. Müslüman bir kadın, el âlem ne der, diye yaşayan, gösterişe düşkün yakın çevresine değerleri için bütün çıkarlarını feda ederek kafa tutuyordu. Annesiyle birlikte bu konuda uyum içinde olmaları da doğrusu istisnai bir örneklikti. Suffa Tiyatrosu’nun oyunlarında genellikle başrolde oynardım. İlk İslami gelinlik defilesini Hatice Öztürk’ün tasarımları üzerinden biz yaptık, ancak elbette dikkat ettiğimiz çizgiler vardı. Muazzez oyun ve defilelerde perde arkasında ve önünde hep vardı, öylesine renkliydi kişiliği. Defilelerde mankenlerin hazırlanmasına yardım eder, tiyatro oyunları sırasında kulistekilere destek olurdu. Oyunlarda oyuncu olarak da yer aldı birçok kez. Kışın soğuk günlerinde provalarımızı bazen onun evine taşırdık. Çok güzel şarkı söyler, Muazzez Abacı taklidi yapardı.”
Evini, birçok arkadaşıyla istişarede bulunarak evladı gibi benimsediği iki kadına bıraktı, onları ikna için çok uğraştı. Eskisi gibi toplanılsın, ayetler sureler hadisler, farklı kitaplar okunsun, haberler yorumlansın, çok sevdiği gurbetçi Türkan Kumru Almanya’dan geldiğinde kalsın; şartları bunlardı. Köşede oturup izlermiş gibi olacağını mı hissediyordu…
Yasemin Müftüoğlu’nun izlenimlerine göre herkesin derdini dinlemek ve çare aramaktan ileri gelen bir yorgunluk içindeydi. Vefatından altı yedi ay önce belediyeden psikolog gelmeye başlamıştı. Çok zor hareket etmesi de zorluyordu benliğini. Bir arabaya binip yerleşmesi on beş dakikayı buluyordu. Ancak denizde her zaman çok rahat ve mutluydu, hafiflediğini hissettirirdi kulaç atarken, yabancı kadınlar kilosuna rağmen onca rahat yüzebilmesini şaşkınlıkla karşılardı.
Vefatından önce psikologun tavsiyesiyle Yasemin Müftüoğlu ve iki yakın arkadaşı onu Gölcük’e gitmeye ikna ettiler. Muazzez Abla’nın arabasıyla Armutlu’ya gidip denize sıfır bir ev tuttular. On gün kaldılar orada, sürekli denize girdi Muazzez Abla. O kadar mutluydu ki bir ara annesini ve babasını hatırlayıp ağlamaya başladı. 'Onlar da olsaydı keşke', diyordu. Çok sevdiği denize veda edermiş meğer. Armutlu’dan döndükten iki hafta kadar sonra vefat etti. Evde yalnızdı. Sabah saatlerinde tek tek gelen arkadaşları kapıyı açmaya uğraştılar, açamadılar. Yardımcısı Melike Hanım geldi sonra. Solunum ve kalp yetmezliği yüzünden yatağında uzanmış vaziyette vefat etmişti.
Yakınından geçmiş her insana değen bir iyiliği vardı Muazzez Abla’nın. 1990’ların başlarında bir gün olmalı. Hasta hasta onun evine gelmişim demek, uzandığım kanepede elinde bir bardak portakal suyuyla yanıma yaklaşırken gözlerimin önüne geliyor. Portakal suyunu içersem iyileşeceğime inandırırdı tebessümü. İkram ve tebessüm, hizmet ve cömertlik. Sevilmeyenin sevilecek yönünü görür, buna inandırırdı. Müminsen ilk anahtarın "cömertlik" olmalı, Tirmizî rivayetine göre, ikinci anahtarın ise "iyi ahlâk."
Cihan Aktaş, 13.12.2019, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Nihayet Dergi, Aralık 2019 sayısı
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.