13 Ocak 2020 Pazartesi

SA8288/SD1588: Sıkıntı (Roman); 1. Bölüm-Gök 15

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Her ikisi de hopluyor, zıplıyor, sallanan köprünün daha çok sallanması için çabalıyorlardı. Köprü çıkışı, uzun ve sık okaliptusların doldurduğu parkın yürüyüş yoluna bağlıydı. Onlar koştular ben onlara yetişmeye çalıştım, sonra oyun parkına daldılar, çeşmeye koşup birbirlerini ıslattılar. Sonra dondurma istediler."


Cuma gününü seyahatlerle geçirmeme alışkanlığım vardı, program dışı seyahat zorunluluklarımda da mümkün olduğu kadar Cuma namazımı kılabileceğim bir şekilde program yapıyordum. Öyle diyordu Allah Cuma Suresi 9 ve 10 ayetlerde: ‘Ey inananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz, bu sizin için daha iyidir. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.’

19 Temmuz da Cuma idi ve o günü Adana’da geçirecektim. 20 Temmuz Cumartesi günü İtalya’daki şirket toplantımız için Torino’ya, oradan da 21 Temmuz Pazar günü Fransa’daki toplantımız için Lyon’a uçacak ve bir haftalık acil programımı tamamlayacaktım.

Her iki şirketin Türkiye’deki iş ortakları ile çalışıyorduk ve çalışmalarımızın şirketlere sağladığı etkilerin olumlu bulunması üzerine iş alanımızı Avrupa’ya genişletmiştik. İngiltere, Almanya, Avusturya, İsviçre, Belçika, Hollanda, İsveç ve Finlandiya da sürekli seyahat ettiğim ülkeler arasındaydı. Benim için Türkiye içi seyahat ile Avrupa içi seyahat arasında bir fark yoktu. Sadece Avrupa’ya uçarken havada biraz daha fazla zaman geçiriyordum. Kurduğumuz sistematik işleyiş aynıydı ve saatlerle, hatta dakikalarla belirlediğimiz iş takvimi dolayısıyla zaman kaybımız neredeyse sıfırdı.

Cuma sabahı çocukları da alarak Seyhan Baraj Gölü’nün uzak bir kıyısında inşâ ettiğimiz şirket binamıza gittim. Rutin toplantılarımızı yaptık ve çocuklarla ben Cuma Namazı için Merkez Camii’ne doğru yola çıktık. Bugün güzel bir gündü, fazla sıcak değildi, arabanın klimasını açmamıza gerek yoktu, camlar açıktı ve heyecanlı sorular soran çocukların saçları rüzgarla uçuşuyordu.

Cuma saatine henüz vardı, onları Dilberler Sekisi’ne götürdüm, Seyhan Nehri’nin üzerine kurulu asma köprüden geçtik. Her ikisi de hopluyor, zıplıyor, sallanan köprünün daha çok sallanması için çabalıyorlardı. Köprü çıkışı, uzun ve sık okaliptusların doldurduğu parkın yürüyüş yoluna bağlıydı. Onlar koştular ben onlara yetişmeye çalıştım, sonra oyun parkına daldılar, çeşmeye koşup birbirlerini ıslattılar. 

Sonra dondurma istediler. Orada dondurma satan bir yer yoktu. Geri döndük, köprüden tekrar geçtik. Dilberler Sekisi’nden çıktık ve arabayla dondurma almaya gittik. Dondurma faslından sonra içinde Merkez Camii’nin de bulunduğu, Seyhan Nehri’nin kıyısında dev bir alana kurulan Adana Merkez Park’a doğru yola çıktık.

Çocuklarla zaman çok çabuk geçiyordu. Onlara çocukluğumu anlatıyordum. Ellerimizle yaptığımız oyuncakları, oynadığımız oyunları. En çok Merkez Park yapılmadan önce onun yerinde ne olduğunu merak etmişlerdi. Merkez Park’ın bulunduğu yerde eskiden Mandalina ve Portakal bahçeleri, Merkez Camii’nin yerinde de Eski Otogar’ın bulunduğunu söyledim. Onlara ortaokulu ve liseyi okuduğum binaları gösterdim. Merkez Camii’nin batısındaki eski müze binasının karşısında bulunan Adana Sabancı Kültür Merkezi’nin adının eskiden Adana Sabancı Kültür Sitesi olduğunu ve yedi yıl boyunca oradan aldığım binlerce kitabı okuduğumu anlattım.

Cuma Selâsı okunurken abdest almak için Merkez Camii’nin bahçesine girdik ve şadırvanda abdestimizi alarak camiye geçtik. Ezan’ı içeride dinleyecektik. Onları daha önce de getirmiştim bu muhteşem yapıyı görmeleri için. Uzun yıllar boyunca ısınma ve serinleme sorunları yaşayan bu büyük camide, yapımında katkısı olan özel bir vakfın yeni yöneticilerinin ikna edilmesiyle nihayet klima sistemi kurulabilmişti; cemaat artık namaz kılarken kışın soğuktan donmuyor, yazın sıcaktan pişmiyordu. Emeği geçen herkese dua ederek camiyi yeniden gezdik.

Cami’yi ve namazı sevsinler istiyordum, kendilerine ait olduğunu bilsinler. Meryem Suresi 58 ve 59. ayetler çocuklarımıza namazı öğretmemiz gerektiğini çarpıcı bir şekilde vurguluyordu: 

‘İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.’

Ve sonra Bakara Suresi 128. ayette nasıl dua edeceğimizi öğretir bize Allah: 

‘Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.’

Vaaz da bu minval üzereydi. Vaiz’in İbrahim Suresi 40 ve 41. ayetleri okuduğu an, aynı duayı ettim: 

‘Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.’

Hutbe’de İmam Tahrim Suresi 6. ayeti okudu:

‘Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.’

Ve Tâ-Hâ Suresi 132. ayet net bir şekilde ne yapmamız gerektiğini açıklıyordu: 

‘Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınmanındır.’

Cuma sonrası ‘Kebap yiyelim mi?’ diye sordum çocuklara. Kebabı çok seviyorlardı, hem Adana’da kebap sevmeyen birinin olması da mümkün değildi zaten; kebap bizim hayatımızın akışındaki temel vazgeçilmezlerdendi. Ama yaşadığımız en büyük sorun her zamanki gibi, en temiz, en sağlıklı kebabı nerede yiyebileceğimiz sorunuydu.

Ben babamdan öğrenmiştim esnaf kebapçılarının ve lokantalarının en sağlıklı, en lezzetli ve en kaliteli kebapları ve yemekleri yaptığını. Lüks yerleri sevmiyordum ve bu tip yerlerin çoğuna güvenmiyordum. Kim bilir belki de bu benim gibilerin önyargısıydı. Besmeleyle kesilmiş taze ve erkek kuzu etiyle yapılmalıydı kebap. Burcu burcu kokmalıydı pişerken. Salata, kebap mangalda iken yapılmış olmalıydı, kokmamalıydı; yeşillikler iştah açıcı görsellikte ve tazelikte olmalıydı. Ayran ya da şalgam el yapımı ve doğal olmalıydı. Hele pide… oluklu ve etli kebap pidesi olmalıydı. Lavaş ya da özelliği bozulmuş, çok ince bir pide asla olmamalıydı.

Çocuklarla fırsat bulduğumda gittiğim güvenilir birçok yerden birine gittik. O gün akşama dek gezdik, dolaştık. Taşköprü’yü, Ulucami’yi çocukluğumla beraber andım, anlattım, Şadırvan’da oturduk çay içtik, Büyük Saat’i ve Kapalı Çarşı’yı, Yağcami’yi ziyaret ettik; halka tatlı yedik.

Ertesi gün yolculuk vardı İtalya’ya… çocuklar biliyorlardı. ‘Çok yorulma sen Baba!’ dediler ve eve döndük. İnsan ömrünün ne kadar olduğunu bilmez, ben bu yüzden çocuklarıma ve ailemle çok sık vakit geçirir, onların hatıralarında güzel izler bırakmayı severdim. Bol bol o güzel anları fotoğraflar, onları videoya çekerdim. Çünkü benim çocukluğumda fotoğraf bir lükstü, video ise henüz ulaşabileceğimiz bir şey değildi. Hatıralarım sadece hafızamdaydı. Çocuklarım aynı sıkıntıyı, aynı uzak duyguyu yaşamamalıydı.

‘Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.’ diyordu Allah, Kehf Suresi 46. ayette.

<< Önceki                      Sonraki>>


[(13.01.2020, (1/29 (53))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 13.01.2020, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman



Sıkıntı






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.




Seçkin Deniz Twitter Akışı