Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Her ikisi de hopluyor, zıplıyor, sallanan köprünün daha çok sallanması için çabalıyorlardı. Köprü çıkışı, uzun ve sık okaliptusların doldurduğu parkın yürüyüş yoluna bağlıydı. Onlar koştular ben onlara yetişmeye çalıştım, sonra oyun parkına daldılar, çeşmeye koşup birbirlerini ıslattılar. Sonra dondurma istediler."
Cuma
gününü seyahatlerle geçirmeme alışkanlığım vardı, program dışı seyahat
zorunluluklarımda da mümkün olduğu kadar Cuma namazımı kılabileceğim bir
şekilde program yapıyordum. Öyle diyordu Allah Cuma Suresi 9 ve 10 ayetlerde: ‘Ey inananlar! Cuma günü namaz için
ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz, bu
sizin için daha iyidir. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın
lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.’
19 Temmuz da Cuma idi ve o günü Adana’da
geçirecektim. 20 Temmuz Cumartesi günü İtalya’daki şirket toplantımız için Torino’ya,
oradan da 21 Temmuz Pazar günü Fransa’daki toplantımız için Lyon’a uçacak ve bir
haftalık acil programımı tamamlayacaktım.
Her
iki şirketin Türkiye’deki iş ortakları ile çalışıyorduk ve çalışmalarımızın şirketlere
sağladığı etkilerin olumlu bulunması üzerine iş alanımızı Avrupa’ya
genişletmiştik. İngiltere, Almanya, Avusturya, İsviçre, Belçika, Hollanda,
İsveç ve Finlandiya da sürekli seyahat ettiğim ülkeler arasındaydı. Benim için
Türkiye içi seyahat ile Avrupa içi seyahat arasında bir fark yoktu. Sadece
Avrupa’ya uçarken havada biraz daha fazla zaman geçiriyordum. Kurduğumuz
sistematik işleyiş aynıydı ve saatlerle, hatta dakikalarla belirlediğimiz iş
takvimi dolayısıyla zaman kaybımız neredeyse sıfırdı.
Cuma
sabahı çocukları da alarak Seyhan Baraj Gölü’nün uzak bir kıyısında inşâ
ettiğimiz şirket binamıza gittim. Rutin toplantılarımızı yaptık ve çocuklarla
ben Cuma Namazı için Merkez Camii’ne doğru yola çıktık. Bugün güzel bir gündü, fazla
sıcak değildi, arabanın klimasını açmamıza gerek yoktu, camlar açıktı ve heyecanlı
sorular soran çocukların saçları rüzgarla uçuşuyordu.
Cuma
saatine henüz vardı, onları Dilberler Sekisi’ne götürdüm, Seyhan Nehri’nin üzerine
kurulu asma köprüden geçtik. Her ikisi de hopluyor, zıplıyor, sallanan köprünün
daha çok sallanması için çabalıyorlardı. Köprü çıkışı, uzun ve sık okaliptusların
doldurduğu parkın yürüyüş yoluna bağlıydı. Onlar koştular ben onlara yetişmeye
çalıştım, sonra oyun parkına daldılar, çeşmeye koşup birbirlerini ıslattılar.
Sonra dondurma istediler. Orada dondurma satan bir yer yoktu. Geri döndük, köprüden tekrar geçtik. Dilberler Sekisi’nden çıktık ve arabayla dondurma almaya gittik. Dondurma faslından sonra içinde Merkez Camii’nin de bulunduğu, Seyhan Nehri’nin kıyısında dev bir alana kurulan Adana Merkez Park’a doğru yola çıktık.
Sonra dondurma istediler. Orada dondurma satan bir yer yoktu. Geri döndük, köprüden tekrar geçtik. Dilberler Sekisi’nden çıktık ve arabayla dondurma almaya gittik. Dondurma faslından sonra içinde Merkez Camii’nin de bulunduğu, Seyhan Nehri’nin kıyısında dev bir alana kurulan Adana Merkez Park’a doğru yola çıktık.
Çocuklarla
zaman çok çabuk geçiyordu. Onlara çocukluğumu anlatıyordum. Ellerimizle
yaptığımız oyuncakları, oynadığımız oyunları. En çok Merkez Park yapılmadan
önce onun yerinde ne olduğunu merak etmişlerdi. Merkez Park’ın bulunduğu yerde eskiden Mandalina
ve Portakal bahçeleri, Merkez Camii’nin yerinde de Eski Otogar’ın bulunduğunu söyledim.
Onlara ortaokulu ve liseyi okuduğum binaları gösterdim. Merkez Camii’nin
batısındaki eski müze binasının karşısında bulunan Adana Sabancı Kültür Merkezi’nin
adının eskiden Adana Sabancı Kültür Sitesi olduğunu ve yedi yıl boyunca oradan
aldığım binlerce kitabı okuduğumu anlattım.
Cuma Selâsı
okunurken abdest almak için Merkez Camii’nin bahçesine girdik ve şadırvanda
abdestimizi alarak camiye geçtik. Ezan’ı içeride dinleyecektik. Onları
daha önce de getirmiştim bu muhteşem yapıyı görmeleri için. Uzun yıllar boyunca
ısınma ve serinleme sorunları yaşayan bu büyük camide, yapımında katkısı
olan özel bir vakfın yeni yöneticilerinin ikna edilmesiyle nihayet klima
sistemi kurulabilmişti; cemaat artık namaz kılarken kışın soğuktan donmuyor,
yazın sıcaktan pişmiyordu. Emeği geçen herkese dua ederek camiyi yeniden gezdik.
Cami’yi ve
namazı sevsinler istiyordum, kendilerine ait olduğunu bilsinler. Meryem Suresi 58
ve 59. ayetler çocuklarımıza namazı öğretmemiz gerektiğini çarpıcı bir şekilde
vurguluyordu:
‘İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.’
‘İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.’
Ve sonra Bakara
Suresi 128. ayette nasıl dua edeceğimizi öğretir bize Allah:
‘Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.’
‘Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.’
Vaaz da bu
minval üzereydi. Vaiz’in İbrahim Suresi 40 ve 41. ayetleri okuduğu an, aynı
duayı ettim:
‘Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.’
‘Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.’
Hutbe’de İmam Tahrim Suresi 6. ayeti okudu:
‘Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.’
‘Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.’
Ve Tâ-Hâ
Suresi 132. ayet net bir şekilde ne yapmamız gerektiğini açıklıyordu:
‘Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınmanındır.’
‘Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınmanındır.’
Cuma
sonrası ‘Kebap yiyelim mi?’ diye sordum çocuklara. Kebabı çok seviyorlardı, hem
Adana’da kebap sevmeyen birinin olması da mümkün değildi zaten; kebap bizim hayatımızın
akışındaki temel vazgeçilmezlerdendi. Ama yaşadığımız en büyük sorun her
zamanki gibi, en temiz, en sağlıklı kebabı nerede yiyebileceğimiz sorunuydu.
Ben
babamdan öğrenmiştim esnaf kebapçılarının ve lokantalarının en sağlıklı, en
lezzetli ve en kaliteli kebapları ve yemekleri yaptığını. Lüks yerleri
sevmiyordum ve bu tip yerlerin çoğuna güvenmiyordum. Kim bilir belki de bu
benim gibilerin önyargısıydı. Besmeleyle kesilmiş taze ve erkek kuzu etiyle
yapılmalıydı kebap. Burcu burcu kokmalıydı pişerken. Salata, kebap mangalda
iken yapılmış olmalıydı, kokmamalıydı; yeşillikler iştah açıcı görsellikte ve
tazelikte olmalıydı. Ayran ya da şalgam el yapımı ve doğal olmalıydı. Hele pide…
oluklu ve etli kebap pidesi olmalıydı. Lavaş ya da özelliği bozulmuş, çok ince
bir pide asla olmamalıydı.
Çocuklarla
fırsat bulduğumda gittiğim güvenilir birçok yerden birine gittik. O gün akşama
dek gezdik, dolaştık. Taşköprü’yü, Ulucami’yi çocukluğumla beraber andım, anlattım, Şadırvan’da oturduk çay
içtik, Büyük Saat’i ve Kapalı Çarşı’yı, Yağcami’yi ziyaret ettik; halka tatlı yedik.
Ertesi gün
yolculuk vardı İtalya’ya… çocuklar biliyorlardı. ‘Çok yorulma sen Baba!’
dediler ve eve döndük. İnsan ömrünün ne kadar olduğunu bilmez, ben bu yüzden
çocuklarıma ve ailemle çok sık vakit geçirir, onların hatıralarında güzel izler
bırakmayı severdim. Bol bol o güzel anları fotoğraflar, onları videoya çekerdim.
Çünkü benim çocukluğumda fotoğraf bir lükstü, video ise henüz ulaşabileceğimiz
bir şey değildi. Hatıralarım sadece hafızamdaydı. Çocuklarım aynı sıkıntıyı,
aynı uzak duyguyu yaşamamalıydı.
‘Mallar ve
evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin
katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.’ diyordu Allah, Kehf
Suresi 46. ayette.
[(13.01.2020, (1/29 (53))]
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş] [1.Bölüm-Gök]
Seçkin Deniz, 13.01.2020, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman
Sıkıntı
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.