‘…insanlar ayakkabıları ellerinde nehre koşarlardı, anlamadığım dilde sevinir,
anladığım acılar bırakırlardı kapı önlerine…’
Fadıl Karlıdağ
Fadıl Karlıdağ
Öncelikle devlet kurumlarımızın deprem anından itibaren ortaya koydukları performans takdire şayandı. Bir kısmını sahada bizzat gözleme imkanı bulduğum çalışmalardaki profesyonellik, koordinasyon, yeterlilik ve işbirliği göz kamaştırıcı idi. 99 depremini yaşamış bir kardeşiniz olarak şunu büyük bir gönençle söylemek istiyorum ki, dünyada bu işi en iyi yapan ülkelerden biriyiz.
Siyasi görüş ve duruşlarımız bizi kör etmiyorsa bu gerçeği teslim etmek gerekir. Devlet kurumlarımızın yanı sıra milletimizin iyilik ve dayanışma vasıflarının uç vermiş halleri olan sivil toplum kuruluşlarımız da muazzam bir çaba sergilediler. Bu bir ve bütünleşmiş millet/devlet görüntüsü göğüs kabartan bir vakıa şüphesiz. Felaket anında olması gereken tam da budur zaten.
Sarsıcı dört kare
Elazığ depremi şüphesiz çok sarsıcı kareler çıkardı sahneye. Her birimizin farklı ruh halleri ve saiklerle çarpıcı bulduğu bu karelerden beni çok etkileyen ve her birinin milletimizin muhteşem hasletlerinden birine işaret ettiğini düşündüğüm depremden sarsıcı dört kare üzerinden bir kaç kelam etmek istiyorum.
Birinci kare Hatun Yamış Teyzemize ait. Mustafa Paşa mahallesindeki Kalay Apartmanı enkazından çıkarılan Hatun Yamış Teyze, uzun süren çalışmalar sonucu depremden 13 saat sonra sağ olarak kurtarıldı. 13 saat boyunca enkazda soluksuz kalan, moloz yığınları altında hayata tutunan Hatun Teyze arama kurtarma görevlilerinin kazdıkları tünelden çıkarılırken, bir an ‘durun’ dedi ve başı için bir örtü rica etti utana sıkıla.
Evet bu kadar insanın çabası, yaşama yeniden kavuşmanın verdiği heyecan, dışarıda bekleyenlerin taşkın sevincine karşılık bu konuyu mesele etmek eminim Hatun Teyze'ye de dışarıdakilere de ekran başın da izleyen bir çoklarına da tuhaf gelmiştir. Ama Hatun Teyze ve onun gibi bu topraklarda mayalanan milyonlarca hanımefendi de bilir ki mahremiyet, sadece dini bir yükümlülük olarak değil, milletimizi millet yapan temel değerlerden biri olarak yaşanmaktadır Anadolu’da.
Kadın-erkek ilişkilerine dair bu inceliği, bireyin kendi kişilik alanına dair bu naif hürmet talebini, bu ruh beden bütünlüğünü, dünyayı bir geçici konak sayan bu şövalyece duruşu gençlerimizin, yeni nesillerimizin özümsemesi lazım. Konuyu evirip çevirip siyasete tahvil etme ahlaksızlığına düşmeden, son yıllarda İslam ile terör arasında kurulmaya çalışılan rezil ve düşmanca planların ayartıcı şehvetine kapılmadan, bu topraklarda bin yıldan beri mayalanan muhteşem Anadolu İslam kültürünün var ettiği bu harika insan ve ahlak anlayışını yeni nesillere döne döne anlatmamız lazım.
Anlatmamız lazım ki Hatun Yamış Hanımefendi’nin bu hassasiyeti bir gerilik değil tersine, modern insanın havsalasının alamayacağı denli ileri/derin bir varoluş düzeyini simgelemektedir. Sosyal medyada hiç tanımadığı insanlara olur olmaz vesilelerle çemkiren, hakaret eden, had bildiren ya da ilan-ı aşk eden, edep ve ahlak sınırı tanımadan hareme dalan bu nesillerin bilmesi/öğrenmesi gereken muhteşem bir insani davranış düzeyi, ahlak düzeyi, benlik ve kişilik düzeyidir bu.
Ölümün tam sınırındayken bile bütün bu değerlere riayet edebilen bir karakterin resmidir bu kare. Her birimizin annesi, nenesi olan, her birimize hayatımızın bir yerinde dokunan muhteşem insanların resmidir bu.
Varlığa ihtiram
İzlerken genzimi yakan, gözlerimi yaş ile dolduran ikinci kare Ayşe Yıldız ile onu kurtarmak için çırpınan askerimizin yürek burkan mukabelesi idi. 2,5 yaşındaki Yüsra kuzusu ile enkaz altında kalan 35 yaşındaki Ayşe Yıldız Hanımefendi, Jandarma arama kurtarma timinin uzun çabaları sonunda, açılan küçücük deliklerden yaklaşan umudu gördüğünde şüphesiz içi tarifi zor duygularla doldu. Bu taşkın duygularla ilkin biraz yüksekçe ‘Yardım’ diye ünledi. Tek kelime, sadece ‘Yardım’.
Bu sesin arama kurtarma ekibinde ve dışarıda bekleyen kalabalıkta yarattığı sevinç ve heyecanı fark etti hemen. İkinci seslendiğinde sesi daha kısıktı, bunu içinde bulunduğu zor şartlara yoranlar çıkabilir, enerjisinin tükendiğine yoranlar olabilir ama Anadolu insanının ruhunu, ahlak ve yaşayışını biraz bilen, tanıyan dostlar oradaki rikkati, dikkati, hürmeti hemen fark edeceklerdir.
35 yaşında genç bir hanımefendinin içinde bulunduğu durumun zorluklarına karşın bencilce telaş ve aculluk yerine neredeyse minnet ile dile gelen, ilkinde biraz yüksek bulduğu sesini biraz daha kısarak neredeyse bir özür eşliğinde dile gelen ricası, kucağındaki kuzusuna dair endişelerini bile bu harika ahlak anlayışı ile ortaya koyması milletimizin sahip olduğu muhteşem bir haslettir. Adına diğergamlık derler bir tür adanmadır, eşe evlada, ana babaya, konu komşuya adanmadır bu, yeri gelir millete vatana adanmadır bu, çocuğunu kınalı kuzu diyerek şehadete yollayan ruhun adıdır bu kısık sesli yardım ricası.
Ona cevap veren jandarma eri kardeşimizin yaşadıkları Ayşe Yıldız Hanımefendi’nin yaşadıklarından daha taşkındı, adeta feryad ediyor, sevinç ve merhamet genzini yakıyor, sesi kontrolden çıkıyor, ‘Tamam geliyoruz, tamam’ derken aslında konuşmuyor, sevinçten/merhametten ağlıyordu adeta. Komutanına rapor verirkenki taşkınlığı ve üstlerinin buna mukabelesi de aynı insani ritmin kesintisiz devam ettiğini gösteriyor.
Yaşar Kemal roman kahramanlarından biri olan Vasili’ye ‘İnsanı insan eden her ne kadar sevgi ise de ondan daha da çoğu acımadır. İnsanı insan yapan da sevgiyi sevgi yapan da acımadır’ diye söyletir. Evet, bu milletin kılcallarına kadar nüfuz eden bu acımadır, bu asker kardeşimi ağlatan, Ayşe Hanım’ı bu kadar taşkın duygular içinde bile hadde, sınıra saygı dolu kılan bu acımadır. Yaşama, varlığa duyulan bu derin ihtiramdır.
Canlı yayında izlediğim UMKE görevlisi Emine kardeşim göz uçlarımı kısıncaya kadar yüzüme yayılan bir mutlulukla doldurdu içimi. Telefonda konuştuğu enkaz altındaki Azize Çelik Hanımefendi’ye telkinlerde bulunuyor, dikkatinin dağılmaması için canhıraş bir şekilde çırpınıyor, ‘Sen bir annesin, sen şimdi herkesin annesisin, hepsine seslen, hepsi ile konuş, hiç kimse uyumasın’ diyor.
Sözün bir yerinde enkaz altında Türkçe bilmeyen bir yaşlı hanımefendinin de olduğunu öğreniyor, ona seslenmesini istiyor. Ancak Azize Hanım Kürtçe bilmediğini, söz konusu teyzenin de Türkçe bilmediğini söylüyor, işte orada herkesin içini yaygın şekilde ışıkla dolduran, merhamet ve sevgi ile dolduran bir şey oluyor, Emine kardeşim kırık bir şive ile ‘Xolti diye seslen’ diyor Azizeye, ‘Xolti nefesate çitore, ku dera tedieşe? (Teyze nefesin nasıl, neren ağrıyor?)’
Budur. Memlekete 80 yıl boyunca giydirilen bir deli gömleğinin parçalandığının resmidir bu. Emine ve Azize kardeşlerimin bu mukabelesi acının, sevincin, merhametin bir dil olduğunu, bilinen bütün dilleri ve bunların üzerine inşa edilen yapma siyasaları hükümsüz kılan bir evrensel dil olduğunu, bu merhamet, bu sevgi dilini en müstesna şekilde konuşanın, Anadolu’nun Müslüman halkı olduğunu ortaya koydu.
Evet Kürtçe de Türkçe gibi ve diğer dillerimiz gibi bu toprakların bir kutlu değeridir, onunla merhamet sesleriz, acı sesleriz, sevinç sesleriz ve bütün bunlar bizi kardeş kılar. Terör baronlarının büyük büyük lafları, koca koca devlet ve kurumların muazzam plan ve stratejileri, Emine ve Azize’nin bu iki cümlecik yürekten mukabelesi ile tuz buz olur, milletimizin arasına gerilmeye çalışılan kin ve nefret duvarları yerle yeksan olur, bir büyük sihrin resmidir bu kare.
‘Bizim Hızırımız’
Ve size anlatacağım son kare Suriyeli bir öğrenci olan Mahmud Osman ile enkazdan çıkardığı Dürdane Aydın’a dair. Dürdane Hanım Elazığ’ın kenar mahallelerinden Sürsürü’de yıkılan evlerinin enkazında kaldı. Fırat Üniversitesi’nde okuyan bir öğrenci olan Hamalı Mahmud depremden hemen sonra yıkılan binaya koştu ve ilkin Dürdane Hanım’ın eşini sonra da Dürdane Hanım’ı enkazdan çıkardı.
Dürdane Hanım hastane odasında habercilere bahsetmese hiçbirimizin haberi olmayacaktı Mahmud’dan. Dürdane Hanım kurtulduktan sonra hem eşine hem yetkililere ısrarla Mahmud’u sordu, habercilere Suriyeli bir gencin elleri kolları kan içinde kaldığı halde kendilerini çıkarmak için nasıl çabaladığından bahsetti.
Ve bir süre sonra habercilerin ısrarlı araştırması bizi Mahmud’a götürdü. ‘O kadar eleştirirler ya Suriyelileri, ben o Suriyeli çocuğu, o çocuğun insanlığını ömrüm boyunca asla unutmayacağım, o bizim Hızırımız’ diye, son iki yıldır sözde milliyetçi geçinen bazı eblehler ile sözde ulusalcı geçinen etki ajanlarının her fırsatta saldırdığı, aşağıladığı, şeytanlaştırmaya çalıştığı mazlum Suriyeli muhacir kardeşlerimizin Anadolu insanı için ne demek olduğunu sesledi Dürdane Hanımefendi.
Mustafa Ekici, 02.02.2020, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Takip et: @mustafaekici23
İlk Yayınlandığı Yer: Star, Açık Görüş
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.