Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Ülkesinin gizli labirentlerinde neler olduğunu bilemeyecek hale getirilmiş bir Başbakan'dı, Türkiye'de halkın kendisini yönetmesi için seçtiği herhangi bir siyasi parti lideri. Demokrasi basit bir emperyalist araç işlevi görmek üzere programlanmıştı, halk kimi seçerse seçsin sonuç değişmiyordu."
Peki
nereye kadar sürecektik bu çelişkilerin izini? Doğru tutum, ortak aklın şüphe
hakkının doğduğu her isimde, her söylemde ve her eylemde net bir nesnellikle iz
sürmektir. O halde Türkiye'deki tarihi 1945 öncesi ve sonrası diye ikiye
ayırarak, bu iki tarihin temelinde akan ihanet zincirini gözden uzak tutmadan
bakmalıydık.
Bu
ihanet zincirinin 1945 öncesinde Osmanlı Devleti'ni de yıkan ve Cumhuriyet'in
kuruluşunu da zehirleyen masonik zincir olduğunu tescil edecektik ve bu zinciri
bütün halkaları ve kollarıyla ele alacaktık. 1945 sonrasında yine bu masonik
zincir temelde olmak üzere ABD-Türkiye ilişkilerine bakacak ve Türkiye'deki her
türlü politik-dinî söylem ve eylemin ABD ile ilişkisini sorgulayacak, bu
ilişkide kullanılan yerel unsurların izini sürecektik. Çünkü bugün ortak aklın
açıkça fark ettiği çelişkileri büyük bir cesaretle teşhir ederek halka yansıtan
bu unsurlardı.
Türkiye,
1945 sonrası ABD'nin Almanya, İtalya, Japonya, Kore dahil yaptığı gizli-açık
ikili anlaşmalarla her şeyini tasarladığı ülkelerden biriydi. Bütün Arap
ülkeleri ile birlikte Pakistan, Afganistan, İran, Malezya, Endonezya gibi
ülkeler de bir alt kategoride aynı şekilde yönetilmişti. Bugün Türkiye, 1945
sonrası ABD tasarımına karşı bir meydan savaşı vermekteydi.
O
halde gözlerimizi 1945 ve sonrasında ABD ile yapılan gizli açık anlaşmalara
dikecek ve bu anlaşmalarla Türkiye'nin nasıl sömürge-manda devleti haline
getirildiğini ve Türk halkının çocuklarının ne türden bir ihanet stratejisi ile
yetiştirdiğini görerek bugün sergiledikleri çelişkilerin kaynağına inecektik.
Türkiye
savaş sonrası 1945’te San Fransisco Konferansına da katılarak Birleşmiş
Milletlere üye olmuştu. ABD, 1947’den itibaren Avrupa’yı Sovyetlere karşı
savunulması, askeri ve ekonomik yardım yapılarak bloklaşmanın oluşturulması,
hür dünyanın korunması için gereken bütün faaliyetlerinin başlatılması
ilkelerine dayanan ve Amerika Birleşik Devletleri’nin geleneksel dış
politikasını tamamen değiştiren Truman Doktrini’ni uygulamaya başlamış, Türkiye
ve Yunanistan’ın da bu çerçevede askeri ve ekonomik yardım alması kararlaştırılmıştı.
ABD-Türkiye
arasındaki efendi-köle ilişkisi bu tarihte somut olarak başlamıştı. Truman
Doktrini ve Marshall Planı ile devam eden o karanlık anlaşmalara bakacaktık.
ABD
ile yapılan ilk ikili anlaşma, 23 Şubat 1945 tarihinde imzalanmıştı. Borç alma
ve kiralamalarla ilgili olan bu anlaşma TBMM'de 4780 sayıyla yasalaşmıştı.
Anlaşmanın temel özelliği, adının Karşılıklı Yardım Anlaşması olmasına karşın,
ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye'yi ağır
yükümlülükler altına sokmasıydı.
Anlaşmada, 'Koruyucu Hükümler' olarak yer alan
maddelerle, Türkiye'nin değil ABD'nin 'hakları' korunuyordu. Anlaşmanın II.
maddesi şöyleydi: "TC hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri,
kolaylıkları ya da bilgileri ABD'ye teslim edecektir."
Böyle
bir maddenin bağımsız iki ülke arasında yapılan bir anlaşmada yer alması,
örneği olan bir uygulama değildi. TC hükümeti, ABD'ye hizmet sunmakla görevli
olacak ve bu görevin sınırı da belli olmayacaktı.
ABD
ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 gün ve 4882 sayılı yasayla kabul
edilen kredi anlaşmasıydı. Bu anlaşmanın özü dünyanın değişik yerlerinde
ABD'nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş
artığı malzemeleri satın alması koşuluyla Türkiye'ye borç verilmesiydi; ancak
anlaşmanın eklerinde ve sonraki anlaşmalarda Türkiye'de ABD için çalışacak olan
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını devşirmenin yolları açılıyordu.
ABD,
Sovyet-Rus tehdidiyle kucağına düşürdüğü Türkiye ile 7 Mayıs 1946 tarihli Borçların
Tasfiyesi, 6 Aralık 1946 tarihli Kahire Anlaşmasına Ek Anlaşma, 12 Temmuz 1947
tarihli Askeri Yardım Anlaşması ve 27 Aralık 1949 tarihli bir başka Askeri
Yardım Anlaşmasını imzalamıştı.
1947'de
Alparslan Türkeş ve 15 Türk subayı, ABD. Kara Harp Akademisi ve Piyade
Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görmüşlerdi. Türkeş, 1955'te dış görev için
açılan sınavı kazanarak ABD-Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine
atanmıştı. Bu arada Uluslararası Ekonomi eğitimi görmüş, 1957
yılında Türkiye'ye dönmüştür. 1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na
gönderilmiş ve bu okulu bitirdikten sonra Kurmay Albay olmuştur. 27 Mayıs 1960'ta
yapılan ABD destekli askeri darbede Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine
el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve 'İhtilâl'in
kudretli Albayı'dır.
NATO
asker devşirme sistemi iken üniversite eğitimi yoluyla eleman devşirme sistemi
de Fulbright burs sistemiydi... Fulbright Eğitim Komisyonu, ya da diğer bir
adıyla Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu, 1949
yılında Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye arasında imzalanan ikili anlaşma
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçen 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı
kanun çerçevesinde çalışmalarına başlamıştı.
Fulbright
Eğitim Komisyonu, Türk ve Amerikalı üniversite mezunlarını, akademisyenleri,
sanatçıları ve kamu görevlilerini eğitim, yaşam ve seyahat masraflarını
kapsayan burslarla desteklemekte ve ABD’de eğitim almak isteyen Türk
öğrencilere danışmanlık hizmeti sunmaktaydı güya. Türk ve Amerikan halkları
arasında eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirmek için
kurulmuştu.
Kurulduğundan
2014 yılına kadar bu komisyon 6.000’e yakın Türk ve Amerikalı öğrenci ile
akademisyene burs olanağı sağlamış, programlarını tamamlayıp ülkelerine dönen
Fulbrightlılar, görev aldıkları önemli mevkilerde, ABD ile bağlarını
sürdürerek, Fulbright’ın amacını uygulamış ve gerçekleştirmişlerdi.
1950'den
sonra da ABD, sömürgesi olarak çerçevelediği Türkiye ile sayısız anlaşma
yapmış, bu anlaşmalarla 1970'li yıllarda Başbakan olan Ecevit'in bile bütçesi
ekonomisi krizde olan ABD tarafından kesilince haberdar olduğu Özel Harp
Dairesi adında karanlık bir yapı bile inşa edilmişti.
Ülkesinin gizli labirentlerinde neler olduğunu bilemeyecek hale getirilmiş bir Başbakan'dı, Türkiye'de halkın kendisini yönetmesi için seçtiği herhangi bir siyasi parti lideri. Demokrasi basit bir emperyalist araç işlevi görmek üzere programlanmıştı, halk kimi seçerse seçsin sonuç değişmiyordu.
Uçak Roma Fiumicino-Leonardo da Vinci Havaalanı’na inerken de durmayacaktı zihnim, Torino uçağına binene kadar zamanın nasıl geçtiğini de anlamamıştım. Tarihin geçiş dönemlerinden birindeydik ve ben bu değişen tarihin kanıtlarından biriydim. Yüz yıl önce Avrupa’dan Türkiye’ye gelerek modernleşmenin temelini atanların devri geçiyordu. Benim gibi binlerce genç Türkiye’den Avrupalı şirketlerin sistem ve yönetim sorunlarını gidermek için geliyordu. Çünkü Avrupa kendisine yetecek yetişmiş insan kapasitesini kaybetmek üzereydi.
Uçak Roma Fiumicino-Leonardo da Vinci Havaalanı’na inerken de durmayacaktı zihnim, Torino uçağına binene kadar zamanın nasıl geçtiğini de anlamamıştım. Tarihin geçiş dönemlerinden birindeydik ve ben bu değişen tarihin kanıtlarından biriydim. Yüz yıl önce Avrupa’dan Türkiye’ye gelerek modernleşmenin temelini atanların devri geçiyordu. Benim gibi binlerce genç Türkiye’den Avrupalı şirketlerin sistem ve yönetim sorunlarını gidermek için geliyordu. Çünkü Avrupa kendisine yetecek yetişmiş insan kapasitesini kaybetmek üzereydi.
[(27.01.2020,
(1/37 (61))]
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş] [1.Bölüm-Gök]
Sıkıntı
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.