"Şaşırmamak lazım; eğer tek başlarına bir anlam ifade etselerdi millette bir karşılıkları olurdu. Şimdi ise siyasî mezarlıkta birer çıkma parça olarak yer alma çabasındalar."
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi hayatı da bu mirasa mebnidir. Kimi zaman aynıyla, kimi zaman zıddıyla. Câri maslahata uygun davranan uzun ömürlü oluyor, milletin ve devletin menfaatlerine öncelik atfeden kısa ömürlü oluyor. Erdoğan bunun bir istisnâsı olarak, acılarla dolu geçmişi ve derin izler bırakan tarihiyle aşırı farkında olan milletin desteğiyle on sekiz yıldır yürüyor.
Erdoğan’ın vefa-değer karışımı bir geniş yüreklilikle bu memleket için en tepelerde hizmete koştuğu insanların ihanetine uğraması trajik bir kaide haline geldi. Yeteneklerini, bilgi ve birikimlerini devletin ve milletin hizmetinde kullansınlar diye sırtına alarak zirvelere yükselttiği isimlerin çoğu Erdoğan’ın aleyhine döndüler hep, onu sırtından hançerlediler.
Sanki Erdoğan’a ve millete değil de ‘başkalarına bir borçları varmış gibi’ fırsatı ele geçirince kadrolaşmaya ve Erdoğan etkisini yok etmeye çalıştılar. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu bu ilginç pervasızların liderleriydi. Millet bu sırtından hançerlemeleri gördükçe, Erdoğan’dan önce bunları partiden tasfiye etti.
Erdoğan sonradan lazım geleni yaparak her birini sırayla ıskartaya çıkardı. İyi de etti. Çünkü tıpkı millete hizmet gibi millete itaat de Erdoğan’ın en büyük meziyetiydi. Bülent Arınç’ı diğerlerinden farklı olarak Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Heyeti'ne alarak çok çarpıcı bir hamle yapmak da Erdoğan’ın meziyeti.
‘Erdoğansız Ak Parti’ peşindeydiler 15 Temmuz 2016 FETÖ-NATO-ABD-AB askerî darbesinden önce. Sanki birileri şantaj yapıyordu bunlara, sanki ‘Erdoğansız Ak Parti’ olmazsa darbe yapmakla tehdit ediyorlardı. Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğunda Başbakanlık hayalleri kuran Abdullah Gül, bütün hayalleri yıkılarak partiden uzak tutuldu ve ‘re’sen’ tasfiye edildi. Onun yerine 2014’te liderine bağlılığından kuşku duyulmayan Bay Davutoğlu Genel Başkan ve Başbakan oldu.
Akademisyen Bay Ahmet Davutoğlu, Erdoğan ve Ak Parti’nin sağladığı imkanlarla politikada ve medyada şöhret basamaklarını hızla tırmandı ve sırayla danışman, dışişleri bakanı ve Başbakan oldu bu güzel ülkede. Erdoğan’ın tereyağlı-fıstıklı baklava tadında tepside sunduğu Genel Başkanlık ve Başbakanlık koltuğuna oturdu ve sonra birdenbire her şey değişti; kendisini ‘küçük dağları yaratan’ zannederek Erdoğan’ı Beştepe’de yalnızlaştırmaya çalıştı. Tabi o arada çevresinde, etrafında, sohbet halkasında Ali Babacan, Bülent Arınç, Mehmet Şimşek gibi isimler de vardı.
Haklarını teslim etmek lazım. Abdullah Gül eski Cumhurbaşkanı olarak ofislerinde harıl harıl bir şeylere çalışırken, Bülent Arınç, “Ak Parti Erdoğan’ın malı değildir” çubuğu tüttürüyordu. İkisi ‘Kurucular Kurulu’ üyesi olarak rol kesiyordu elbette. Bay Arınç daha sonra üç dönem sınırı bahanesiyle milletvekilliğine aday gösterilmeyerek ıskartaya çekildi.
Geçmiş günler… darbeden iki ay önce Mayıs 2016’da Ahmet Davutoğlu ‘Erdoğansız Ak Parti’ gibi uçuşuz bucaksız amacını hırsla uygular ve her yerde kadrolaşırken Başbakanlık ve Genel Başkanlık koltuklarından ‘kovuldu’, 2019’da da yaptığı açıklamalar dolayısıyla partiden kovulmak üzere disiplin kuruluna sevk edildiğinde uyanık davranarak partiden istifa etti. O şimdi kendisini başbakan yapan Erdoğan’a ve Ak Parti’ye karşı bayrak açıp kurduğu partinin GP’nin genel başkanı. Üstelik ilk koştuğu yer de Büyük Kudüs Mitingi.
Normal ama değil mi, İslamcılık yaptıkları dönemde Filistin, Kudüs sömürerek piyasa yapanlar nereye koşacaklardı ki? Ama tuhaf olan bir şey vardı. Bu Kudüs Mitingi’ne katılanlar başkaydı. CHP gibi bir partinin genel başkanı bütün tarihini inkâr ederek katılmıştı mitinge. Erbakan’ın mirasçısı SP’nin genel başkanı Temel Karamollaoğlu 28 Şubat’taki Kudüs takıntılı CHP’nin genel başkanı ile yanyanaydı.
SP, CHP ve GP genel başkanları doğrudan katılırken İP genel başkanı Akşener temsilci göndermişti. CHP-İP-FETÖ-PKK-HDP’nin ortak adayı olarak seçilen İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı da ‘kare’yi tamamlıyordu. Muhtemelen Abdullah Gül-Ali Babacan- Ahmet Davutoğlu taraftarları da bu ortak adaya oy vermişlerdi.
Tabi konumuz Bay Davutoğlu’nun neden buraya koştuğu meselesiydi. Demirtaş’a özür mahiyetinde sempatik reverans gösterisi yaptığı, Başbakan iken yaptıklarının ‘neredeyse’ hepsinden nasıl pişman olduğu gibi hadiseler işin süsü.
Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı olduğunu da ilk defa duyuyorduk ağzından. O da parlamenter sisteme dönmekten bahsediyordu, Bay Gül gibi… Aslında CHP, SP, İP, GP, HDP, FETÖ, PKK hepsi birden karşıydı 2017’de referandumla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine. Ortak paydaları Erdoğan düşmanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi...
Peki Erdoğan ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi kime hizmet ediyor? Elbette 84 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’ne. Peki bunlar kime hizmet ediyor? Şu anda zaten bir parlamento var, adı da TBMM ve gayet net bir şekilde işliyor, yasa çıkarıyor, masonların entrikalarının merkezinde değil artık. Hükümet yıkma ve kurma kulisleri yapılamıyor, milletvekilleri ‘transfer’ edilemiyor.
Mahfillerden bağımsız, özgürce siyaset yapabilecekleri imkanları sağladı onlara Erdoğan. Demokrasiye gönülden bağlı olduklarına göre bu partilerin de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni desteklemeleri gerekmez mi? Parlamenter sistem ne? ‘Milletvekili Sistemi’ işlerine gelmiyor demek ki birilerinin…
İrtica tartışmaları da bitti birdenbire...
Birilerinin aslında millete hizmet için siyaset yapmak gibi bir derdi yok, tam aksine millete hizmet edenin karşısına çıkıp onu durdurmak veya devirmek gibi bir hedefleri var.: ABD’den gelen seslere göre yaptıkları son askerî darbede çuvalladıkları ve milletin çelik iradesi karşısında yenildikleri için bu sefer bahsimize konu olan figürleri bir araya getirerek Erdoğan’ı seçtirmemeyi başarmak.
İstanbul, Ankara, Antalya, Adana gibi yerlerde birbirine düşman olarak inşa edildikleri halde bir araya gelerek Cumhur İttifakı’nın karşısına dikilen partimsi şeyler başarılı oldukları için de umutlular 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden; Erdoğan’ı devirecekler. Bay Gül’ü tabanlarına yediremediler 2018 seçimlerinde çünkü.
"Ben Başbakan olarak kalsaydım, 15 Temmuz olmazdı" diyen Bay Davutoğlu partisini kurdu, sevinçli mi sevinçli. Ancak Bay Gül biraz sıkıntılı. Bay Babacan’ı çıkardı öne, ancak Babacan’ı gören, dinleyen ‘muhalifler’ ortadan kayboluyorlar demek ki, partinin kurulduğunu bir türlü ilan edemiyorlar.
Olan biteni anlamak için rivayet diline geçelim biraz, çünkü râvi zinciri ihdas etmeyi seviyorlar bu küçük grubun üyeleri… medyadaki kuşları kullanıyorlar toplumu ‘bilgilendirmek’ için.
Medya’da çıkan haberlere göre, Bay Ali Babacan'ın kurucular kurulu üyeleri arasında yer alması beklenen bir isim, Ali Babacan’ın partinin kuruluşunun ertelenmesi nedeniyle sinirli olduğunu açıklamış 20 Şubat 2020’de, “Ali Bey parti kuruluşunda üst üste çıkan aksaklar nedeniyle sinirli. Bizlere elimizi çabuk tutmamız konusunda kesin talimat verdi. Bu doğrultuda çalışmalarımızı hızlandırdık. Umuyorum ki en kısa zamanda çalışmalarımızı noktalayarak, Türk siyasi hayatına önemli bir partiyi kazandırmış olacağız” demiş.
Bay Babacan’ın ikna etme konusunda sorun yaşadığı bazı isimler için devreye eski Cumhurbaşkanı Bay Abdullah Gül girmiş. Bay Gül bu isimlerle telefon görüşmeleri yapmış, onlara, "Babacan’ın partisinin başarılı olacağına inanıyorum, bu nedenle partide yer almanız sizin açınızdan kazanç olacaktır" demiş.
Bu rivayet tekniğinin sebeb-i hikmeti de Bay Gül’ün bizzat, râvisiz yaptığı açıklamaların sürekliliğini sağlamak. 18 Şubat 2020’de kendisine ‘yakın’ medyaya konuşan Bay Gül kendisinin aktif siyasette olmayacağını cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra söylediğini belirterek "Ancak yakıcı memleket meseleleri varken tecrübemi kendime saklayacak bir insan da olmam beklenemez. Memleketimin faydasına gördüğüm temel konularda usulüne uygun bir şekilde siyasete katkı sunmak ve görüşlerimi paylaşmak hem hakkım hem de görevim" demiş idi…
Ali Babacan'ın parti kurma çalışmalarını sürdürürken kendisiyle de zaman zaman görüştüğünü söyleyen Bay Gül, Babacan'ın partisini destekleyip desteklemediği sorulduğunda ise, “Tabii ki destekliyorum. Ali Bey’in karakterine, eğitimine, bilgisine, siyaset üslubuna güvenen ve takdir eden bir insanım" şeklinde konuşmuş idi.
Herkes anladı artık, Bay Gül aktif siyasetin içinde değil, ama sinirlenen Bay Babacan’la işlerin yürümeyeceğini anlayınca ‘devreye girmek’ aktif siyaset sayılmaz. Burada anlaşılmayan husus Bay Babacan’ın sinirlenmesi. Sinirleri sağlamdı eskiden. Erdoğan’ın bütün riskleri, tehlikeleri bertaraf ettiği dönemde ‘güler yüzlü prens’ modunda iş yaptığı da aklımızda. Sırtını sıvazlayan Bay Gül’e göre karakteri, eğitimi, bilgisi, siyaset üslubu da güven veriyor madem niye sinirleniyor?
Nitekim hepimiz, Erdoğan seçmiş diyerek hepsine itibar ettik, hatta Ali Babacan’ın Erdoğan sonrası Türkiye’yi yöneteceğini bile düşünmüştük; günün sonunda geldiği yer acınılacak kadar zavallı bir yer; Bay Gül’ün çürük kanatlarının altı. Karanlık Tünel'in ta kendisi...
Netice-i itibarla siyasî gardıroptaki birer azap üzümü bu isimler. Sağcı, Solcu-Marksist, Liberal-Neoliberal, Siyasal İslamcı etiketlerle piyasaya sürülmüş, vakt-i zamanı gelince muhalif olarak bir araya gelmek üzere programlanmışlar; başka türlü davranamıyorlar.
Bazen sağcılığın bittiğini, bazen solculuğun, bazen de Bay Davutoğlu'nun 'ezberci bir tutum' olarak tanımladığı bir şekilde Bay Gül gibi Siyasal İslam'ın bütün dünyada çöktüğünü söylüyorlar, ama asla Liberalizm'in veya Neoliberalizm'in bittiğini söyleyemiyorlar, tam aksine Batı'da çöken Neoliberal Satanist Sisteme daha sık vurgu yapıyorlar.
Şaşırmamak lazım; eğer tek başlarına bir anlam ifade etselerdi millette bir karşılıkları olurdu. Şimdi ise siyasî mezarlıkta birer çıkma parça olarak yer alma çabasındalar.
'Karanlık Tünel'deki Azap Üzümleri' olmaktan başka çareleri yok.
Peki Erdoğan ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi kime hizmet ediyor? Elbette 84 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’ne. Peki bunlar kime hizmet ediyor? Şu anda zaten bir parlamento var, adı da TBMM ve gayet net bir şekilde işliyor, yasa çıkarıyor, masonların entrikalarının merkezinde değil artık. Hükümet yıkma ve kurma kulisleri yapılamıyor, milletvekilleri ‘transfer’ edilemiyor.
Mahfillerden bağımsız, özgürce siyaset yapabilecekleri imkanları sağladı onlara Erdoğan. Demokrasiye gönülden bağlı olduklarına göre bu partilerin de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni desteklemeleri gerekmez mi? Parlamenter sistem ne? ‘Milletvekili Sistemi’ işlerine gelmiyor demek ki birilerinin…
İrtica tartışmaları da bitti birdenbire...
Birilerinin aslında millete hizmet için siyaset yapmak gibi bir derdi yok, tam aksine millete hizmet edenin karşısına çıkıp onu durdurmak veya devirmek gibi bir hedefleri var.: ABD’den gelen seslere göre yaptıkları son askerî darbede çuvalladıkları ve milletin çelik iradesi karşısında yenildikleri için bu sefer bahsimize konu olan figürleri bir araya getirerek Erdoğan’ı seçtirmemeyi başarmak.
İstanbul, Ankara, Antalya, Adana gibi yerlerde birbirine düşman olarak inşa edildikleri halde bir araya gelerek Cumhur İttifakı’nın karşısına dikilen partimsi şeyler başarılı oldukları için de umutlular 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden; Erdoğan’ı devirecekler. Bay Gül’ü tabanlarına yediremediler 2018 seçimlerinde çünkü.
"Ben Başbakan olarak kalsaydım, 15 Temmuz olmazdı" diyen Bay Davutoğlu partisini kurdu, sevinçli mi sevinçli. Ancak Bay Gül biraz sıkıntılı. Bay Babacan’ı çıkardı öne, ancak Babacan’ı gören, dinleyen ‘muhalifler’ ortadan kayboluyorlar demek ki, partinin kurulduğunu bir türlü ilan edemiyorlar.
Olan biteni anlamak için rivayet diline geçelim biraz, çünkü râvi zinciri ihdas etmeyi seviyorlar bu küçük grubun üyeleri… medyadaki kuşları kullanıyorlar toplumu ‘bilgilendirmek’ için.
Medya’da çıkan haberlere göre, Bay Ali Babacan'ın kurucular kurulu üyeleri arasında yer alması beklenen bir isim, Ali Babacan’ın partinin kuruluşunun ertelenmesi nedeniyle sinirli olduğunu açıklamış 20 Şubat 2020’de, “Ali Bey parti kuruluşunda üst üste çıkan aksaklar nedeniyle sinirli. Bizlere elimizi çabuk tutmamız konusunda kesin talimat verdi. Bu doğrultuda çalışmalarımızı hızlandırdık. Umuyorum ki en kısa zamanda çalışmalarımızı noktalayarak, Türk siyasi hayatına önemli bir partiyi kazandırmış olacağız” demiş.
Bay Babacan’ın ikna etme konusunda sorun yaşadığı bazı isimler için devreye eski Cumhurbaşkanı Bay Abdullah Gül girmiş. Bay Gül bu isimlerle telefon görüşmeleri yapmış, onlara, "Babacan’ın partisinin başarılı olacağına inanıyorum, bu nedenle partide yer almanız sizin açınızdan kazanç olacaktır" demiş.
Bu rivayet tekniğinin sebeb-i hikmeti de Bay Gül’ün bizzat, râvisiz yaptığı açıklamaların sürekliliğini sağlamak. 18 Şubat 2020’de kendisine ‘yakın’ medyaya konuşan Bay Gül kendisinin aktif siyasette olmayacağını cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra söylediğini belirterek "Ancak yakıcı memleket meseleleri varken tecrübemi kendime saklayacak bir insan da olmam beklenemez. Memleketimin faydasına gördüğüm temel konularda usulüne uygun bir şekilde siyasete katkı sunmak ve görüşlerimi paylaşmak hem hakkım hem de görevim" demiş idi…
Ali Babacan'ın parti kurma çalışmalarını sürdürürken kendisiyle de zaman zaman görüştüğünü söyleyen Bay Gül, Babacan'ın partisini destekleyip desteklemediği sorulduğunda ise, “Tabii ki destekliyorum. Ali Bey’in karakterine, eğitimine, bilgisine, siyaset üslubuna güvenen ve takdir eden bir insanım" şeklinde konuşmuş idi.
Herkes anladı artık, Bay Gül aktif siyasetin içinde değil, ama sinirlenen Bay Babacan’la işlerin yürümeyeceğini anlayınca ‘devreye girmek’ aktif siyaset sayılmaz. Burada anlaşılmayan husus Bay Babacan’ın sinirlenmesi. Sinirleri sağlamdı eskiden. Erdoğan’ın bütün riskleri, tehlikeleri bertaraf ettiği dönemde ‘güler yüzlü prens’ modunda iş yaptığı da aklımızda. Sırtını sıvazlayan Bay Gül’e göre karakteri, eğitimi, bilgisi, siyaset üslubu da güven veriyor madem niye sinirleniyor?
Nitekim hepimiz, Erdoğan seçmiş diyerek hepsine itibar ettik, hatta Ali Babacan’ın Erdoğan sonrası Türkiye’yi yöneteceğini bile düşünmüştük; günün sonunda geldiği yer acınılacak kadar zavallı bir yer; Bay Gül’ün çürük kanatlarının altı. Karanlık Tünel'in ta kendisi...
Netice-i itibarla siyasî gardıroptaki birer azap üzümü bu isimler. Sağcı, Solcu-Marksist, Liberal-Neoliberal, Siyasal İslamcı etiketlerle piyasaya sürülmüş, vakt-i zamanı gelince muhalif olarak bir araya gelmek üzere programlanmışlar; başka türlü davranamıyorlar.
Bazen sağcılığın bittiğini, bazen solculuğun, bazen de Bay Davutoğlu'nun 'ezberci bir tutum' olarak tanımladığı bir şekilde Bay Gül gibi Siyasal İslam'ın bütün dünyada çöktüğünü söylüyorlar, ama asla Liberalizm'in veya Neoliberalizm'in bittiğini söyleyemiyorlar, tam aksine Batı'da çöken Neoliberal Satanist Sisteme daha sık vurgu yapıyorlar.
Şaşırmamak lazım; eğer tek başlarına bir anlam ifade etselerdi millette bir karşılıkları olurdu. Şimdi ise siyasî mezarlıkta birer çıkma parça olarak yer alma çabasındalar.
'Karanlık Tünel'deki Azap Üzümleri' olmaktan başka çareleri yok.
Arif Şahin, 21.01.2020, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 107
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.