18 Nisan 2020 Cumartesi

SA8519/KY23-NN38: Nehir Nil İtalya'da; Kayıp Uygarlık Etrüskler ve Roma

"Roma, turizmin ilgiden artık iyice arsızlaşan şımarık çocuğu olabilir. Her yeri buram buram turizm kokabilir. Ama tüm bunlar eski bir imparatorluğun izlerinin ve hayat dolu bir şehrin birbirine eşlik eden o güzel ahenginin insanları her daim içine çektiği gerçeğini değiştiremez."


Yaşadığımız şu acayip günlerde, koronavirüs kadar hayatımıza İtalya ve yaşadığı trajedi de girdi. Birçok ülke kendi virüs gündemi kadar İtalya’daki vahim durumu da takip ediyor.

Nedendir bilmem, ben de bazen Roma’nın o ünlü mekanlarını canlı kameradan açıp izliyor ve tenhalığına içten içe üzülüyorum. Belki bu üzüntü kütüphanemde bir süredir okunmayı bekleyen “Romalılar” kitabını elime almama sebep olmuştur.

Bu yazıyı yazmama sebep de yine aynı üzüntüdür belki, bilemiyorum.

Roma, turizmin ilgiden artık iyice arsızlaşan şımarık çocuğu olabilir.

Her yeri buram buram turizm kokabilir.

Ama tüm bunlar eski bir imparatorluğun izlerinin ve hayat dolu bir şehrin birbirine eşlik eden o güzel ahenginin insanları her daim içine çektiği gerçeğini değiştiremez.

Eminim şu anda İtalyanlar, o çok sıkıldıkları ve şikayet ettikleri turist kalabalıklarını özlüyorlardır. İşte tam da bu yüzden, yaşadığımız şu zor dönem sahip olduğumuz ve kimi zaman şikayet ettiğimiz rutinlerimizin aslında yaşamımızın vazgeçilmezleri olduklarını anlamamız için iyi bir fırsattır.

Hayatın anlamını seyahat etmekte bulanlar için mutlak uğrak noktasıdır Roma. Bunun, şehrin popülerliğinin temellerini oluşturan tarihi ile ilgisi olduğu kadar, o tarihin korunması ve dokuyu bozmamak için gösterilen üstün çabanın da etkisi vardır.

Lütfen Piazza Venezia Meydanı'nı canlı yayında izlemek için tıklayınız.

Piazza Venezia

Bu nedenle “Eternal City/Sonsuz Şehir” unvanını da sonuna kadar hak eder.

Yıllar önce gazetede bir yazı okumuştum, yazarını hatırlamadığım.

Yazıda şöyle diyordu;

“Bir şehri tanımak, bir insanı tanımak gibidir. Hele şehir ruhu olan kadim bir şehir ise, bu şehri ancak bir sevgiliyi tanımak ve onu elde etmek isteğine benzer bir heyecan duyar ve çaba gösterirseniz tanıyabilirsiniz. Popüler ve tarihi mekanlarını, caddelerini, arka sokaklarını gezmek ve görmek, insanlarıyla yüzeysel sohbetler etmek, sizin şehri sadece görmenizi sağlar, tanımanızı değil. Tıpkı insanı tanımaya çalışırken yaptığımız gibi şehrin gözlerine bakabilmek gerekir, evet her şehrin kendini ifade eden, sevinçlerini, sırlarını ve hüzünlerini görebileceğimiz gözleri vardır. Şehir önce gezilir, gözlenir, hissedilir ve saygı duyulursa o size gizli hazinelerini açar (içini döker). Eğer derdiniz şehri tanımaksa aslında tüm önyargılarınızdan, ezberlerinizden, kalıplarınızdan sıyrılıp şehre kulak kabartmalısınız. O şehre saygı duymalısınız. O zaman şehir kendini size anlatır.”

O yazıdan aldığım cümleleri, hatırladığım kadarıyla buraya sıraladım.

Ve bu ifadelere aynen katılıyorum.

Her gittiğim şehirde onun sergilediklerini değil de, o sergilenenler arkasındaki gizlediklerini görmeye çalışıyorum. Şehrin sahip olduğu eserlerin iyi birer fotoğraf malzemesi olmasından çok, hikayelerine odaklanıyorum. Bugününden çok, bunu sağlayan geçmişini merak ediyorum.

Roma’yı bir yazıda tam manasıyla anlatmak imkansız.

O yüzden bu yazımda farklı bir bakış açısı ile imparatorluk merkezinin kısa tarihine  ve en önemli üç yapısına değineceğim.

Daha önce de belirttiğim gibi, bir insanın ruhuna inebilmek için geçmişini bilmek gerekir. Şehirler için de bu böyledir. Hele Roma için bu elzemdir.

O zaman hadi biraz gerilere gidelim;

Roma kenti, M.Ö. 2. bin yılın ortalarından itibaren yerleşime sahne olmuştur.

Ama kuruluş yılı M.Ö. 753 olarak kabul edilir.

Etrüsk kültürünün bugünkü İtalyan kültürüne etkisi büyüktür.

Roma’nın tohumlarını Etrüskler atmışlardır.

Çünkü İtalya, eski bir Etrüsk yöresidir.

Burada Etrüsklüler için kocaman bir parantez açmam gerekir.

Etrüskler, bugün Roma medeniyeti olarak bildiğimiz medeniyetin kurucularıdır aslında. Bu medeniyete Etrüsk Medeniyeti demek daha doğru olur kanımca. Etrüsklerin tarihi M.Ö.1500’lere kadar gider. Önceleri, Roma da Etrüskler öncesi yaşayanların “Villanova” halkı olduğu iddia ediliyordu (ya da uyduruluyordu).

Fakat sonraki kazılar ve incelemeler sonucunda onların da Etrüskler olduğu anlaşıldı.

Roma İmparatorluğu kurulduktan sonra, yani Latinler de devlete dahil olduktan sonra bile yöneticiler Etrüsklüdür.

Roma İmparatorluğu’nun, Krallık Dönemi olarak bilinen ve M.Ö. 753 tarihinde başlayıp, M.Ö.509’a kadar süren bu dönemin bütün kralları hatta bir çok komutanı, Mimarı ve devlet adamı da Etrüsklüdür.

Tarihi bilgiler Etrüsklerin İtalya’ya sonradan geldiğini, Latin ve Yunanlılardan bir çok özellikleri ile (dil, din, fiziksel özellikler) ayrıştığını göstermektedir. Özellikle Etrüsk dili ile Türkçe arasında ortak kelime sayısının fazlalığı ve din benzerliği, Etrüsklerin Türk olduğunun iddia edilmesine de yol açmıştır.

Bu tartışmayı tarihçilere bırakarak şu bilgileri ilave edeyim;  

Etrüskler büyük bir ihtimalle Karadeniz’in kuzeyinden gelip önce Batı Anadolu’ya yerleşen ve oradan İtalya’ya giden bir topluluktu. Orada bir medeniyet kurdu ve oradaki Latin halklarla bir soy-sop ayrımı netti. Uzun bir süre varlıklarını sürdürdüler. Sonra Latin Romalılar tarafından resmen soykırıma uğratılarak yok edildiler. Ama mirasını Latin Romalılar tepe tepe üstelik kendilerine mal ederek kullandılar.

Romalılar  siyasi ve idari kuruluş şekillerinin çoğunu Etrüsklerden almışlardır.

Örneğin, önce bir danışma kurumu olup, daha sonra yasama yetkileri kazanmış olan Yaşlılar Meclisi (Senato) Romalılara Etrüsklerden geçmiştir.

Etrsükologlara  bakılırsa, Roma Hukuku’ndaki  ünlü “Imperium” (yönetme kudreti)"  mefhumunu bile Romalılar Etrüsklerden almışlardır.

Romalılar askeri kurumlarını da Etrüsklerden almışlardır. Esasen, Roma Ordusunun kurulması ve düzenlenmesi Etrüsk kralları devrinde olmuştur.

Onbaşılık, yüzbaşılık, binbaşılık müesseseleri Etrüsklerden Romalılara, Romalılardan da diğer Batı milletlerine geçmiştir.

Romalılar sur, kale, mabet, köprü inşa etmeyi Etrüsklerden öğrenmişlerdir. Bugün Etrüskler bilhassa resim ve heykel alanında meydana getirdikleri sanat hazineleri ile tanınmaktadır. Roma kurulduktan sonraki ilk yıllarda Roma’yı, Roma’nın meydanlarını, binalarını, mabetlerini hep Etrüsk sanatçıları süslemişlerdir.

Romalılar kuyumculuğa da Etrüsklerden öğrenmiş ve daha sonra diğer Batı milletlerine öğretmişlerdir. Avrupa’nın çeşitli müzelerinde bugün seyredilebilen Etrüsk mücevherlerinin güzelliği ve inceliği insanı hayran ve şaşkın bırakmaktadır.

Bu tespitlerin temel amacı Etrüsk Medeniyetine hakkını teslim etmektir.

Adına Roma denen medeniyetin; aslında giriş ve gelişmesi Etrüsk olan bir yazının sonuç kısmı olduğuna vurgu yapmaktır.

Bir şeyi icat etmek kadar onu geliştirmek de önemlidir. Bu gerçek Romalıların bu medeniyeti geliştirdikleri, çok geniş bir coğrafyaya yaydıkları gerçeğini değiştirmez. Mimaride Etrüsk ve Eski Yunan etkileri belirgin olsa da, Romalılar özgün ögelere de sahiptir. Mühendisliği yetkin bir şekilde kullanmış ve daha ulaşılamayan anıtsallıkta binalar yapmışlardır. Bu yetkinliğe en güzel örnek, daha önce kapatılamayan büyüklükteki çatı açıklıklarını tonoz ve kubbelerle kapatmışlardır. Teorik bilime önem veren Roma, topraklarındaki felsefi ve kültürel birikimi mühendisliğe ve somut eserlere yönlendirmiştir.

Mimari Roma için en önemli propaganda aracı olmuştur.

Romalılar mülkiyetten ve üretmekten zevk almışlardır.

Bu zevki bugün bile ayakta duran eserlerde görmemiz mümkün.

M.Ö.500’lerden, M.S. 4. yüzyıla kadar devam eden bir süreçtir Roma mimarisi.

Gelin bu sürecin Roma’daki 3 eserine bir göz atalım;

Şehrin tarihinin en önemli eserlerinden birisi Kolezyum’dur.

Lütfen Kolezyum'u canlı yayında izlemek için tıklayınız.

Kolezyum

Orijinal adı Amphitheatrum Flavium olan 80 girişli, 50,000 kapasiteli bu 2000 yıllık oval yapıda, vahşi hayvan ve gladyatör dövüşleri yapılıyordu.

Kolezyum

İmparator kendi şanı için bu dövüşlerden ücret almazdı. Hatta bazen gelenlere bedava yiyecek bile dağıtırdı.

Bazen tarihi bir esere baktığınızda gördüğünüz sadece şanlı  geçmiş değildir, kirli yüzüdür aynı zamanda. Bazı oyunlarda bir günde 10,000 civarında hayvan öldürüldüğünden bahsedilir.

Ve Kolezyum’da tarih içinde 400,000 kadar insanın ve bir milyona yakın hayvanın öldürüldüğü söylenir.

Büyük bir kısmı zamana yenilmiş olsa da bu hali bile kendine hayran bırakan Kolezyum civarında olmanın en güzel yanı, tarihle çevrelenmiş olmanızdır. Yüzünüz Kolezyum’a dönükken, arkanızda Roma Forum’u tüm ihtişamı ile durur. Şimdiki gençler “Forum” sözcüğünü duyduklarında akıllarına avmler veya internet ortamları gelir. Forum, eski Roma’da halkın toplandığı meydanlara, kamu işlerinin tartışıldığı alanlara verilen addır. Gerçi tarihin ilk alışveriş merkezi de Forum yakınlarında İmparator Trajan tarafından M.S.110’da kurulmuştur.

Roma’yı Roma yapan en güzel eserlerden birisi de Pantheon’dur.

Lütfen Pantheon'u canlı yayında izlemek için tıklayınız.

Pantheon

Burası Traianus Sütunu ile beraber benim için en güzel yapısıdır şehrin.

Traianus Sütunu

O küçücük meydana sığmaya çalışan, sanki sonsuza dek kullanılsın diye yapılmış 2000 yıllık koca çınar, Roma halkının inanç sistemindeki değişikliğin de en önemli şahididir ve Roma’nın antik döneme ait en iyi korunmuş yapısıdır. Pantheon, “Tüm Tanrıların Birliği” anlamına gelir. Bir pagan tapınağı iken, 600 yılında Hristiyan mabedine dönüşmüştür.

Yapıda insanı büyüleyen ilk kısım sütunlu girişidir.

Her biri 60 ton olan devasa sütunlardan tam 16 tane var.

Aslında girişinden içerinin boyutlarını tam anlayamazsınız.

Ama asıl büyü içeridedir.

Yukarı baktığınızda bir sır kubbesi karşılar sizi.

Pantheon-Kubbe

O güzelim kubbe çok geniştir ve dönemin şartları ile nasıl yapıldığına dair net bir veri yoktur.
Romalılar dünyayı gök kubbe ile örtülü bir disk olarak algılayıp bu fikir ekseninde yapmışlar kubbeyi.

Ve Ayasofya yapılana kadar da dünyanın en yüksek kubbesiydi.

Tiber Nehri

Tiber Nehri’nin üzerindeki köprülerden birinden Vatikan’a doğru bakarken gözünüze kocaman yuvarlak bir kale takılır. Roma demek, biraz da sokaklarda gezmek, eserlere dışarıdan bakmak demektir. Bu yüzden şehre gelen turistlerin pek azı, adı Sant’ Angelo olan bu güzel kaleyi ziyaret eder.

Sant’ Angelo

Sant’ Angelo, İmparator Hadrianus tarafından anıt mezar niyeti ile yapılmış.

Sant’ Angelo

Daha sonra Papalık kalesi olarak da kullanılmış.

Sant’ Angelo kalesi

Kale ile Vatikan Katedrali arasında yaklaşık 1 km.lik bir mesafe var ve 2 yapı arasında tehlike anlarında Papa’nın kullandığı gizli bir de tünel olduğu söylenir.

Sant’ Angelo kalesinden Vatikan

Zamanın en yüksek eseri olan bu koca yapı da neredeyse 2000 yıllık.

Sant’ Angelo kalesi

Taş duvarları eşliğinde yukarıya çıktığınızda Roma’nın en güzel manzaralarından birisi karşılar sizi.
Saatlerce seyretseniz bıkmazsınız.

Sant’ Angelo kalesi

Eski Romayı defalarca ziyaret eden ve özellikle yakın bir tarihteki son ziyaretinde 3 gün boyunca yürüyerek dolaşan ve şehrin gözlerine baktığını düşünen biri olarak şunu söyleyebilirim ki, Roma; cidden etkileyici, derin, yoğun, tarih kokan, defalarca görmek isteyeceğiniz, hatta yaşamak isteyeceğiniz bir şehir.

Vatikan

Yaşamak istemek burada anahtar kelime bence.

Gördüğüm, etkilendiğim bazı şehirler var ki asla yaşamak istemem oralarda, uzun süre bile kalmak istemem hatta. Ama Roma öyle bir şehir değil işte. Özel bir şehir.

Mekanların insanın beyninde bıraktığı etkiler, o mekanları değerli kılar. Romanın benim beynimde ve ruhumda bıraktığı iz bu anlamda derindir. Çünkü Roma bedeniyle de ruhuyla da  güzeldir.


Not: Fotoğraflar Nehir Nil tarafından çekilmiştir.


Nehir Nil, 18.04.2020, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gezi Notları





Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz

Seçkin Deniz Twitter Akışı