"Gerçek anlamda entelektüellerin resmi ideoloji üretmek gibi bir misyonları olamaz. Tam tersine, gerçek aydın (entelektüel) olmanın koşulu, her türlü egemen ideolojiden, bu arada resmi ideolojiden bağımsızlaşmaktır; resmi ideolojinin üretici ve yayıcısı olmak değil, onu eleştirebilmektir. Resmi ideoloji üretmenin yerini resmi ideolojinin eleştirisi almadıkça, gerçek anlamda aydınlanma mümkün olamayacaktır."
Tukaka ettiğimiz kavramlar üzerine hiç düşünenimiz var mı? Örneğin sanal alemde de sık sık alay edilen, matbu mevkutelerde de üstü örtük alay edilen "entellektüel- aydın" kavramı..
"Ünlü fizikçi Albert Einstein, nükleer enerjinin askeri ve başka stratejik amaçlarla kullanılmasına karşı tavır aldığında, gerçek bir entelektüel tavrı sergilemiş oluyordu. Onu, aynı tavrı göstermeyen meslektaşlarından ayıran ve entelektüel yapan, başta söylediğimiz gibi sahip olduğu "bilimsel bilgi" değil, toplumsal, insani, evrensel sorunlar karşısında aldığı tavırdır. İşte bu yüzden Jean Paul Sartre, "atom fizikçisi nükleer denemelere karşı bildiriyi imzaladığında entelektüeldir" derken, bu ayrımı ifa de etmek istemiştir." (Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, sayfa 20, pdf formatı)
Sizce (bence de) tukaka edilen kavramların tukaka edilmesinin nedeni bize bir yol göstermesine mani olmak için olabilir mi?🤔🌹
"Yalçın Küçük "Aydınlar Üzerine Tezler" adlı kitabında "Türk aydın tarihi yenilik düşmanı bir halkı yenilikçi yapmanın tarihidir", diyor. Böyle bir yaklaşım en azından bilim dışıdır! ... Aydınlara büyük bir kudret ve toplum üstü yetenekler vehmeden aşırı jakoben bir zihniyetin ürünüdür. Küçük, bir cümlede iki yanlış birden yapıyor; Birincisi, hiçbir halk yenilik düşmanı değildir; ikincisi, hiçbir aydın grubu bir toplumu bir yerden bir başka yere götüremez. Halk çağdaşlığa değil, "çağdaşlaştırma"nın bizde aldığı biçime (sömürgeleşme, üretici güçlerin tahribi biçiminde ortaya çıkıyordu) tepki göstermiştir." (Paradigmanın İflası, sayfa 25)
"Tanzimatla başlayan dışarıdan "düşünce" ve "kurum" ithal etme süreci, 1920 ve 1930'lu yıllarda fanatik bir inkarcılıkla sürdürüldü. Merkezi otoritenin güçlendirilmesinin sağladığı olanakların da yardımıyla Kemalist iktidar, tarihte eşine az rastlanır bir inkarcılığı dayattı. Bu, kendi geçmişimizi toptan inkar etmek biçiminde tezahür etti. BU: yüzden Takrir-i Sükun terör rejimi altında insanlara şapka giydirildi. Arapça-Farsça melezleşmesidir diye Osmanlıca bir çırpıda yok sayıldı. Arap alfabesi Latin alfabesiyle değiştirildi. Bütün bunlar "inkılap" sayıldı. Terör rejimi koşullarında gerçekleştirilen bu inkılapların bekçiliğini yapmak da, Cumhuriyet aydınlarına düşecekti. Zora dayanılarak yapılan "inkılaplar"; ancak zora dayanarak korunabilirdi. Aydınların açmazı da buradaydı." (Paradigmanın İflası, sayfa 27)
"...kendi kültür mirasını dönüştürüp yeni ve üst düzeyde bir senteze, daha zengin bir kültüre ulaşma yolu, bağnaz taklitçilik ve inkarcılık yüzünden kapatılmıştır. Eğer bugün bir "arabesk" kültürel ortama gelinmişse, bunun sorumlusu, kendi kültürünü aşağılayıp, mahkum eden zihniyettir." (Paradigmanın İflası, sayfa 29)
"Stalinizmi'n ipliğinin pazara çıktığı bir dönemde, Türk "sosyalist"lerinin bağnaz birer Stalinist kesilmeleri onların her tarihsel dönemde yaya kaldıklarını da bir defa daha gösteriyordu. Aslında bu, Türk entelijansiyasının bir "özelliği"dir. Üretilmesine pek katılmadıkları çağdaş düşünceyle hep belirli bir gecikmeyle tanışıyorlar. Her seferinde pazara geldiklerinde pazarı dağılmış buluyorlar.." (Paradigmanın İflası, sayfa 31)
"Sözde "bilimsel" bir dil kullanılıyor, sosyalist sloganlar ortalığı kaplıyorduysa da, aydınların büyük çoğunluğu için asıl amaç sosyalizmin kurulması değildi. Bu aşamada görüntüyle gerçeğin birbirinden ayrılması önemlidir. Amaç, sosyalist bir toplum düzeni oluşturmak değil, "sosyalist yöntemler" kullanarak Batı'yı daha hızlı taklit etmekti. Batı'yı taklit etmeyi hızlandırarak sosyalist bir topluma varılabilir mi?
Açıkça ifade edilen klişe şuydu: Kapitalist yoldan kalkınmak uzun zaman alır, kalkınmanın kestirme yolu sosyalist yolu seçmektir. Asıl amaç gerçekten sosyalist bir toplum kurmaya yönelik olsaydı, askeri cunta senaryolarıyla, "ilerici subaylar''la, iktidarı ele geçirmeye, çalışır mıydı? Sosyalizmin temel teorik kaynaklarına yönelmek yerine, Sovyetler Birliği'nden azgelişmiş ülkelere ihraç edilen "Kapitalist Olmayan Kalkınma Yolu" gibi uydurma stratejilere itibar edilmesi bu yüzdendir.
Dönemin sosyalistlerinin sosyalizmin temel sorunlarını tartışmaktan özenle kaçınmaları, devrimci Marksizmin sürdürücülerine düşmanlıkları bu niteliklerinden kaynaklanıyordu. Asıl amaç, kaybettikleri "iktidarı" yeniden kazanmak, bu amaçla sosyalizmi bir araç olarak kullanmaktı." (Paradigmanın İflsası, s, 32)
"27 Mayıs darbesini yüceltmeleri ve söz konusu darbenin sınıfsal bir tahliline yanaşmamaları ilginçtir. 1960' ların "sosyalist"leri arasında Stalinizme bağlılıklarını sürdüren prosovyetik dar bir kesim dışındakilerin ufukta "sosyalizm görünmeyince", sermaye ve devletle olan ilişkilerini gözden geçirip, bir "durum değerlendirmesi" yaparak ortalıktan çekilmeleri, asıl niyetin başka olduğunun bir göstergesidir ...
Aslına bakılırsa, Türkiye'deki sol düşüncenin teorik-ideolojik geri planında, Stalinizmle Atatürkçülüğün melezlenmiş bir versiyonu vardı. Dolayısıyla, ideolojik ve teorik referanslar olarak, gerçek sosyalist düşüncenin kaynağına inmek söz konusu değildi." (Paradigmanın İflası, sayfa 33)
"Resmi ideoloji oluşturmak için "bilgi" kanallarını denetlemek; enformasyon bilgi demek olduğuna göre bazı bilgilerin kitlelere ulaşmasını engellemek, kitlelerin bilincinde (memoire collective) bir boşluk yaratmak üzere kendi geçmişiyle bağlarını koparmak, iktidardaki sınıfların çıkarlarına uygun bir bilgi ve enformasyon ağı oluşturmakla mümkündür." (Paradigmanın İflası, sayfa 36)
"Gerçek anlamda entelektüellerin resmi ideoloji üretmek gibi bir misyonları olamaz. Tam tersine, gerçek aydın (entelektüel) olmanın koşulu, her türlü egemen ideolojiden, bu arada resmi ideolojiden bağımsızlaşmaktır; resmi ideolojinin üretici ve yayıcısı olmak değil, onu eleştirebilmektir. Resmi ideoloji üretmenin yerini resmi ideolojinin eleştirisi almadıkça, gerçek anlamda aydınlanma mümkün olamayacaktır." (Paradigmanın İflası, sayfa 40)
"Türkiye toplumsal formasyonunun evrimini ele alan böyle bir kitapta Milli Mücadele ve sonrası döneme geniş yer ayırmamızın nedeni budur. Söz konusu dönemin olaylarının çarpıtılması üzerine kurulu resmi ideolojinin tutarlı bir eleştirisinin yapılabilmesinin koşulu, dönemi değişik yönleriyle tahlil etmektir. Solun önemli bir bölümü bile, Milli Mücadele'nin niteliğiyle ilgili olarak, resmi ideolojiden bağımsız düşünme aşamasına henüz ulaşabilmiş değil. Bu durum Türk solunun geleneksel devletçi ideolojinin bir versiyonu olarak ortaya çıkmasındandır." (Paradigmanın İflası, sayfa 45)
"Emperyalist paylaşım savaşına katılan bir devletin antiemperyalist bir ulusal kurtuluş savaşı vermesi mümkün müdür? Resmi tarihçiler ve resmi ideoloji üreticileri bu "açmaz"ın farkında oldukları için, olayların tahlilini Yunanlıların İzmir'e çıkışıyla başlatıyorlar. İmparatorluğun geniş bölgelerinin neden emperyalistler tarafından işgal edildiğinden pek söz etmiyorlar. Olayların tahliline 1919 Mayıs'ından değil de 1914'ten başlasalar, hurafe üretme kapasitelerinin büyük ölçüde azalacağını biliyorlar ..." Paradigmanın İflası, sayfa 46)
***
'İstiklal mücadelesinin başarısı esasında İngilizlerin de buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur." (İsmet İnönü, Milliyet Gazetesi, 19 Ekim 1973)
***
"İngiliz yönetimini korkutan, sömürgelerde Sovyet devriminin yarattığı anti-sömürgeci ve anti-emperyalist hareketlerin güçlenmesiydi. Ortaya çıkan bu yeni durum status quo'yu sürdürmeyi problematik hale getirmişti. Daha 1920'de İngiliz generali Ravlinson, Bolşevik yayılmasına karşı, Türkiye' de güçlü bir yönetimi destekleyeceklerini söylüyordu. Bu, İngiliz emperyalizmi için Anadolu'da toprak edinmekten çok daha büyük önem taşıyordu. Ancak Bolşevik yayılması durdurulduğu zaman İngiliz genel çıkarları güvence altına alınabilirdi." (Paradigmanın İflası, sayfa 51)
"Aslında seçkinler kendilerine yol gösteriyorlardı ve pek uzağı da göremiyorlardı. Görebildikleri yer emperyalizmle ortak olup artıdeğer bölüşümündün pay almaktı! Zaten Cumhuriyet yönetiminin kitlelere (dolaysız üreticiler) bakışıyla, Osmanlı "yenilikçi" yönetiminin bakışı arasında hiçbir temel fark yoktu." (Paradigmanın İflası, sayfa 54)
"Kapitalist sömürünün başta zor öğesiyle birlikte yürümesi sömürgelerde kapitalist ilişkileri yerleştirmek, geleneksel yapıların direncini kırıp tasfiye etmek için gerekliydi. Belirli bir aşamadan sonra, sömürü içsel bir kategori haline dönüşünce, sömürgeci ülkelerin fiziki varlığına gerek kalmadı. Bu gerçek anlaşıldıktan, sömürünün artık içsel bir kategori haline geldiği görüldükten sonra, emperyalist ülkeler sömürgelerdeki askeri-idari baskı aygıtlarını geri çektiler.
Zaten başlangıçta emperyalist sömürgecilik biraz da kapitalist devletler arasındaki rekabetten kaynaklanmıştı. Bu arada "ulusal prestij" vb. gibi ikincil faktörler de önemli olmuştu. Doğrudan baskı ve denetime olanak veren sömürgeci devletin fiziki varlığının bulunmaması (bu işleri yerli işbirlikçiler üstlendikleri sürece) sömürünün daha ucuza gerçekleşmesine de olanak veriyor. Böylece sömürgeci devlet bir sürü harcamalardan da kurtulmuş oluyor." (Paradigmanın İflası, sayfa 91)
"Komintern'in Haziran 1921 'de toplanan III.Dünya Kongresi'nde konuşan Süleyman Nuri şunları söylemişti: " ... fakat paşalar bu hareketi kendi yapışkan ellerine almayı başardılar. Kemal Paşa memleketi Sultan Hamid' in metotlarıyla yönetmektedir. Komünistlere karşı en acımasız bir savaş açmıştır, çünkü onların kurtuluş hareketlerinden iktidara el koymak için yararlanacaklarından korkmaktadır. Paşalar emekçi kitlelerini de aldatmışlar ve sözde savaş naralarıyla kendi resmi partilerini örgütlemişlerdir" (Paradigmanın İflası, sayfa 123)
"Milli Mücadele sonrasında Türkiye'de gerçekleştirilen "İnkılaplar" emekçi kitlelerin durumlarını iyileştiren düzenlemeler değildi. İnkılapların amacı devleti güçlendirip, asalak sınıfların sömürü koşullarını sağlam temeller üzerine oturtmaktı. Fesin yerine şapka giyilmesi, Alman ticaret kanununun ithal edilmesi, Latin harflerinin Arap harflerinin yerini alması kitlelerin yaşam koşullarında bir iyileşme sağlayabilir miydi? Yoksul köylüye toprak ve toprağı işleyecek araç gereç sağlanıp, ağaların ve tefecilerin somuru ve baskısından kurtarılsaydı, işçilere sendikalarını, öz örgütlerini vb. kurma yolu açılsaydı emekçi kitleler için gerçek anlamda "inkılaplardan" söz edilebilirdi." (Paradigmanın İflası, sayfa 123-124)
"Kişiyi yüceltmekle kişiye tapma arasında doğru yönde bir ilişki vardır. Fakat asıl amaç yüceltilen kişi değildir. Yüceltme, mistifikasyon yaratmak içindir. Böylelikle tarihsel olaylar çarpıtılmak istenir. Tarihsel olayları çarpıtmaktan amaç da, sınıfsal çıkarları gizlemektir. Tarihsel olayların çarpıtılmasında, bir liderin kişiliğinin arkasına gizlenmek ekseri başvurulan bir yoldur. Bir Osmanlı Paşa'sını yarı ilah durumuna getirenler, elbette bunu boşuna yapmadılar. Sınıfsal çıkarların bir gereği olarak, Mustafa Kemal'i putlaştırdılar. Aslında Paşa'nın putlaştırılmasınm nedeni, başarılan şeylerin büyüklüğünden çok, emekçi kitlelerden gizlenmesi gerekenin öneminden kaynaklanıyordu." (Paradigmanın İflası, saya 141)
"Mustafa Kemal' in yaptıkları, bir başka Mustafa'nın, Mustafa Reşit Paşa'nın başlattığı "olaylar" zincirinde sadece bir halkaydı, üstelik zincirin büyük bir halkası da değildi. Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet, Cumhuriyet yarı sömürgeleşmenin aşamalarıdır. Oysa resmi ideoloji ve kişi kültü üreticileri tarafından Cumhuriyetin kurulması yarı sömürgeleşmenin sonu olarak gösterilmek istenmiştir ...
Bir üretim tarzı olarak kapitalizmin her gelişim aşamasına, her tarihsel dönemine uygun düşen sömürü yöntemleri oluşuyor. Siyasal plandaki bağımsızlık bu bakımdan yeterli olmadığı gibi, Türkiye daha önceki dönemde de siyasal bağımsızlığını yitirmiş bir ülke değildi. Mustafa Kemal, Tanzimat geleneği dışında değil, söz konusu geleneğin en radikal sürdürücüsüydü. Ne ki, resmi ideoloji tarafından ısrarla Tanzimat geleneği dışında gösterilmeye çalışıldı. (Paradigmanın İflası, sayfa 141-142)
"Cumhuriyet aydınları kişi kültü üretip kişiye tapma yolunu seçtiklerinde, buna mecburdular. Şevket Süreyya Aydemir; "İnkılabımızı oturtmaya ve Atatürk'ü putlaştırmaya mecburduk... Ama şimdi size ifade edeyim, kitabımda da yazdım: Kahraman putlaştığı zaman ölür,"1 diyor. Biz de bu kitapta neden putlaştırmaya mecbur olduklarını göstermeyi amaçlıyoruz ... Tarihsel olayları tahrif ederek ve gerçeğin saptırılmasıyla hegemonya boşluğunu doldurabilirlerdi..." (Paradigmanın İflası, sayfa 142)
"5 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde yer alan bir haberde; "Atatürk yarım bir ilahtır; Türklerin babasıdır. Hiçbir devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir; ne Mussolini'nin, ne Hitler'in, ne de Lenin'in anıtları onunkilerle ölçülemez," deniliyordu." (Paradigmanın İflası, sayfa 142)
"Plekhanov'a göre; "Lider, yalnızca tarihsel bir gereksinmenin ya da zorunluluğun aracıdır ve zorunluluk gerektiğinde kendi aracını yaratır. Bu bakımdan yeri doldurulamayacak büyük adam yoktur. Herhangi tarihsel bir eğilim, eğer yeterince derin ve genişse, anlatımını yalnız bir tek adamda değil, belirli bir insan grubunda bulur." (Paradigmanın İflası, sayfa 146)
"Ne kadar kabiliyetli olursa olsun, hiçbir Osmanlı Padişahı imparatorluğun çöküşünü engelleyemezdi. Emperyalizm bölgenin tarihine yeni bir güç olarak girmiş ve ağırlığını koymuştu. Son derece yetenekli bir padişah olan II.Abdülhamid, bütün çırpınmalarına rağmen, imparatorluğun kaçınılmaz sonunu ancak geciktirebilmişti ... İttihatçıların darbesiyle tahtını terk ederken, "on yıl bile yönetemeyeceksiniz" demişti." (Paradigmanın İflası, s: 147)
""Batı medeniyeti ve herhangi bir medeniyet"; diyor Bozkurt, "bir küldür; ayrılık kabul etmez, ya hep alınır yahut alınmaz. Tıpkı dinler gibi." Fakat Batı'dan kurum aktarma da öyle gelişi güzel yapılmıyor. İşçi hakları, temel insan hakları, dernekleşme hakkı, fikir ve basın özgürlüğü, çok partili siyasal rejim vb. gibi şeylere "ithalat" sırası bir türlü gelmiyor. Elbette burada bir unutkanlık yok! Gerekçeler üretilmişti. Bir kere bizde sınıflar yoktu!... Sınıflar olmayınca birden fazla partiye, bir sürü derneğe, sendikaya vb. de gerek yoktu... İşçi sınıfı yoktu, o halde işçi hakları da gereksizdi ... Fikir hürriyeti istemek de "gericilik" veya en azından "bozgunculuk" olurdu... Çünkü Ebedi Şef neyin nasıl düşünülmesi gerektiğini göstermişti!" (Paradigmanın İflası, sayfa 152-153)
"...bir toplumsal hareketi veya bir toplumsal dönüşümü bir tek liderin kişiliğiyle özdeşleştirmek, toplumsal süreci "dondurmak", değişen toplumsal süreci değişmeyenle açıklamak ve ona uyum sağlamak gibi bir açmaz yaratacaktır.bir toplumsal hareketi veya bir toplumsal dönüşümü bir tek liderin kişiliğiyle özdeşleştirmek, toplumsal süreci "dondurmak", değişen toplumsal süreci değişmeyenle açıklamak ve ona uyum sağlamak gibi bir açmaz yaratacaktır." (Paradigmanın İflası, sayfa 155)
"Milli Mücadele'yle çıkarları tehlikeye giren mülk sahibi sınıfların sömürü olanakları güvence altına alındı. Doğrudan üreticiler (emekçi kitleler) cephesindeyse, sömürü ve baskının derinleşmesinden öteye bir "yönelim" söz konusu olmadı... Resmi ideologların diline doladığı "inkılaplar" emekçi insanlar için büyük önem taşımıyordu. Elli yılı aşkın bir zamandır abartılan inkılaplar III.Selim, II.Mahmut döneminden beri yapılagelenlere yenilerinin eklenmesinden öteye şeyler değildi." (Paradigmanın İflası, sayfa 156)
"...Üniversite [sosyal bilimler,] sorunlara eleştirel olarak yaklaşanları barındırmaz. Onlara kapılarını kapar. Üniversiteler kapılarını kapayınca, ekseri, mapusane kapıları açılır ... Mevcut düzeni eleştirmeyen, üstelik yüceltenlere de başka kapıların açıldığı çok iyi bilinir. Unvanlar da, çoğunlukla kurulu düzene bağlılığını kanıtlayanlara verilir. Bu adamlar, unvanları bilimin bir dalında yaptıkları katkıdan ötürü almazlar. Ama, unvanları var diye "otorite" sayılırlar. Elbette hizmetlerinden başka alanlarda da yararlanılır. Yönetim kurulu üyelikleri, bilirkişilik, vb. gibi sayısız alanda katkıda bulunurlar. Bunlar arasında "tarafsız bilimi" bilimden sapanları cezalandırmak için başarıyla kullananları da çıkar. Bu alandaki bilimsel yeteneklerini bilirkişi raporlarıyla kanıtlarlar ...
Prof. Nermin Abadan, Mustafa Kemal döneminde yapılan seçimleri (aslında seçim değil tayindir ve 12 Eylül generallerinin Danışma Meclisi'nden bile antidemokratik yöntemler söz konusudur), "örnek denilecek tarzda serbest ve adil bir atmosfer içinde"l yapılmıştır diye yazdığı için; önce profesör, sonra senatör tayin edildi. Herhalde bu tahlilde bir yanlış anlama vardır. Eğer, milletvekillerini Mustafa Kemal'in tam bir serbestlik içinde tayin ettiği söylenmek isteniyorsa bu, gerçekten doğrudur. Bir başka bilim adamı İsmail Beşikçi, Mustafa Kemal döneminde serbest seçimlerin kesinlikle söz konusu olmadığını yazdığı için, önce üniversiteden atıldı, sonra da uzun yıllar kalacağı hapishaneye. Şimdilerde de aynı görüşleri savunmaya devam ettiği için, ya hapishanededir ya da hapis tehdidi altındadır.." (Paradigmanın İflası, sayfa 168)
Yıl 1927
"Gelir farkı gözetilmeksizin, her yetişkin erkek "yurttaş"tan yılda 8 ila 15 lira arasında değişen yol vergisi alınıyordu. Yetişkin beş nüfusa sahip bir köylü ailesi için bu, yılda yaklaşık 60 TL ödeme zorunluluğu demekti. Bir ton buğdayın 40 liraya satıldığı koşullarda bu vergiyi ödemenin ne demeye geldiğini anlamak zor değildir. "Sınıfsız'', "imtiyazsız", "kaynaşmış" toplumda hapishaneler vergilerini ödeyemeyen yoksul köylülerle dolup taşıyordu ..." (Paradigmanın İflası, sayfa 271)
"Güdümlü muhalefet"e [Serbest Fırka] hemen büyük bir kitle desteğinin ortaya çıkması, ''yeni parti"nin kitleler yararına bir programa sahip olmasından değil, iktidar partisinden kaçışın bir göstergesiydi. Halk yığınları Fethi Bey' in lideri olduğu partinin ne programından ne de temel politikalarından haberdardı. Ama sağduyuyla "halkçı ve inkılapçı iktidar"dan kaçıyordu." "(Paradigmanın İflası, sayfa 272)
"İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Türkiye' de gerçekleşen tüm düzenlemeler (Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Atatürk İnkılapları, vb.) kitlelerin istek ve iradesi dışında, "memleketin sahipleri" tarafından gerçekleştirildi. Bütün bu süreç boyunca hiçbir ''yenilik", kitlelerin istek ve baskısı sonucu ortaya çıkmadı. Sürekli olarak, "güdenler" tarafından "güdülenler"e empoze edildi.
"Çok Partili Rejim"e geçişte de durum aynıydı. Zaten gerçek anlamda bir "çok partili rejim" söz konusu değildi. Ceza yasasının "ünlü" maddeleri, genel hukuki çerçeve, devlet yönetim zihniyeti, Kürt sorunundan kaynaklanan "kısıtlar", fanatik bir sosyalizm düşmanlığı veri iken, ancak düzen partilerinin yaşama şansı vardı. DP bir muvazaa partisi olarak kuruldu, başlangıçta güdümlü bir muhalefetti. Ama, daha sonra güdümlülük ve muvazaa partisi olmakta㌪ uzaklaştı. Ve bedelini de ağır bir biçimde ödedi..." (Paradigmanın İflası, sayfa 279)
"ABD, emperyalistler arası hiyerarşide piramidin tepesine oturmuş ve tartışmasız bir üstünlük sağlamıştı. Ekonomik, siyasal-sosyo-kültürel yapıları Dünya ölçeğinde (en azından o zamanki bürokratik "sosyalist" ülkeler dışında) biçimlendirebilecek bir hegemonya gücüne ulaşmıştı. Vakit kaybedilmedi.
4 Temmuz 1947'de Türkiye ile ABD arasındaki ilk "ikili" anlaşma imzalandı. Bu "ilk anlaşma"yı, 12 Temmuz 1948'de imzalanan ikinci "ikili anlaşma" izledi. Artık ABD yardımları akmaya başlıyordu: Amerikalılar demode olmuş, işe yaramayan, depolanmaları da sorun yaratan silahları, savaş artıklarını Türkiye'ye yardım olarak veriyordu. Ama Türkiye, söz konusu silahları ABD'nin izni olmadan kullanamayacaktı.
4 Temmuz 1947 anlaşması, ulusal egemenliği zedeleyen bir sürü maddenin dışında, ekonomiye ilişkin yükümlülükler de içeriyordu ki, bunlar arasında "devletçi uygulamalardan vazgeçilmesi'', gümrük korumaları ve tekellerin kaldırılması, uluslararası ticaretin serbestçe işleyişini engelleyen düzenlemelerin tasfiye edilmesi vb. gibi yaptırımlar söz konusuydu." (Paradigmanın İflası, sayfa 285)
Not: Gençliğimde şu lanet olası bilgisayar teknolojisi niye yoktu.. bir kitaptan not mu alacaksın? Kopyala word'e yapıştır oldu bitti😂 ya o zamanlar.. karton al.. onları belli ölçü de (sanırım beş'e beşti, bak unutmuşum😂) düzgün bir biçimde kes (matbaada kestirenler oluyordu) sonra notu aldığın kitabın künyesini çıkar, notu yaz, sayfasını belirt..oy oy oy😂
Cemal Çalık, 10.06.2020, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Siyasi Hatıralar, Kafa Koçanıma Göre
Facebook
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.