Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Neredeyse kendi kendine yeten bir sistem kurmuştuk evde. Bir süre sonra eşim işi büyütmüş ve yakın bir yerde daha büyük bir arsa alarak bir kreş-anaokulu yapmamızı istemişti. ‘Çocuklarımı başkalarının yetiştirmesini istemem’ diyordu. İkinci oğlumuz bu okul yapılırken, 2015 yılında doğmuştu."
Gök Yazarı’nın kentlerdeki yozlaşmaya yönelik eleştirilerini ve ‘Köy’e Dönüşü’ okurken, altı yıl önce, 2013 yılında, büyük oğlumuz iki yaşında iken, onun ihtiyaçlarını düşünerek tasarladığımız ve yaptıktan sonra hemen taşındığımız şimdiki evimiz gelmişti aklıma.
Apartman dairesinin o sınırlı alanında büyük bir esarete mahkûm ettiğimizi düşündüğüm oğlumuz ve doğacak çocuklarımız için, Seyhan Baraj Gölü’nün kuzeyinde üç dönümlük bir arsa satın almış ve içerisinde her türlü evcil hayvanı besleyeceğimiz, sebze ve meyve yetiştirebileceğimiz bir tür çiftlik evi yaptırmıştık. Hem içeriden hem de dışarıdan giriş çıkışları ve her katta geniş balkonları bulunan üç katlı bir ev tasarlamıştık.
Eşim hem iç mimar hem de çocuk gelişim uzmanı olduğu için o ev içi detayları düşünmüş, ben de çiftlik konsepti ile evi ve ahırları ve müştemilatı tasarlamıştım. Çok sevdiğimiz, orta yaşın üstünde, çocukları yetişmiş, yalnız kalmış amca-teyze dediğimiz namazında-niyazında bir karı-kocayı bize yardımcı olmaları için ikna etmiştik.
Ahırların temizliği, ineklerin, koyunların, keçilerin, hindilerin, tavukların, tavşanların ve güvercinlerin beslenmesi kurduğum mekanik sistemle sağlanıyordu; onlar sadece bu işlere nezaret ediyorlar ve kendilerine zahmet vermeyecek şekilde her şeyle ilgileniyorlardı. Kalan birçok işi ben ve eşim yapıyorduk. Çocuk parkımız ve havuzumuz da vardı. Evimize ‘Bân’ diyorduk; ‘Bân’ Zazaca’da ‘Ev’ demekti.
Otomatik sulama sistemi kurduğum bahçedeki ağaçları, asmaları buduyordu amca, eşi de inekleri, koyunları ve keçileri sağıyor, yoğurt, tereyağı, peynir yapıyordu. Ben de ekim ve hasat zamanlarında küçük çiftliğimizde çalışıyordum.
Hatta zaman zaman şirketteki mühendislerimiz ve eşleri gelip bahçede ‘ter’ atıyorlardı. Giderken de süt, yoğurt, yumurta ile mevsimine göre sebze ve meyve götürüyorlardı. Kışın ve baharlarda roka, tere, maydanoz, nane ve marullarımız mükemmeldi; domates, patlıcan, biber, salatalık, soğan, sarmısak gibi sebzelerimiz doğal yetişiyordu.
Neredeyse kendi kendine yeten bir sistem kurmuştuk evde. Bir süre sonra eşim işi büyütmüş ve yakın bir yerde daha büyük bir arsa alarak bir kreş-anaokulu yapmamızı istemişti. ‘Çocuklarımı başkalarının yetiştirmesini istemem’ diyordu. İkinci oğlumuz bu okul yapılırken, 2015 yılında doğmuştu.
Okulun bir resmî adı vardı, ama biz oraya da ‘Kô’ diyorduk, ‘Kô’, yine Zazaca’da ‘Yayla’ anlamına geliyordu. Benim için yayla, özgürlük demekti. İnsan özgürce yetişmeliydi, eğer yetişmek özgürlük demek ise. Ben ülkesini seven, karanlık adamların bütün aşağılama, ötekileştirme girişimlerine rağmen, diğer bütün diller ve ırklar gibi Allah’ın bir ayeti olan ırkıma ve dilime saygımdan zerre kadar taviz vermeyen bir Müslümandım.
‘Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.’ demişti Allah, Hucurât Suresi 13. ayette.
Bir ırkın diğer bir ırkı ezmesi, yok etmesi insan onuruna hakaretti, şeytanî bir kışkırtının eseriydi. Buna karşı bilinçli bir duruş sergilemeliydik, ancak birliği temsil eden vatan, bayrak, millet ve devlet kavramlarını, inancımızın ince ölçüleri ile tanımlayıp yaşatmalıydık; yanlış felsefî temellerle yapılmış tanımlar birliği sağlamıyordu çünkü. Özellikle 1789’da Fransa’da patlayan satanist ayaklanmanın dünyanın her yerine yaydığı ırkçılık ateşi topraklarımızı paramparça etmiş iken aynı hatalara düşmemeliydik.
Okulumuz ‘Kô’nun öğrencileri, anne sütünden ayrılmış, iki yaşını bitiren bebeklerle henüz ilkokula gitme yaşı gelmemiş olan anaokulu çocuklarından oluşuyorlardı ve hemen hepsi de yakın çevremizden bizi tanıyan ve bize güvenen insanların çocuklarıydı.
Eşim işi büyütmek niyetindeydi, ilkokul ikiyi bitiren ve üçe geçen büyük oğlumuzdan aldığımız derslerle okula bir de ilkokul ekleyecektik, belki de sonra ortaokul ve daha sonra lise. ‘Kô’ büyük bir alana sahipti; kampüs olabilirdi. Eşim bu yaz ilkokulla ilgili işlerle ilgileniyordu. İkinci oğlumuz ilkokul çağına geldiğinde okul hazır olmalıydı.
Seçkin Deniz, 24.08.2020, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman
Sıkıntı
Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.