Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Bahçe kapısından çıkarken, balkondan el sallayan karımın gölgesi arabanın üstüne düşüyordu, ama bir kere İD konusu girmişti aklına karımın; arabanın üstüne düşen gölgesinde İD'in gölgesi de vardı."
Sabah namazından biraz sonra karım ve çocuklarla ‘Bân’ın balkonunda kahvaltı yaparken zihnim karmakarışıktı. Bir yandan işlerim, bir yandan ailem, bir yandan roman bütün zamanımı çekiştirirken kendime, anne-babama ve kardeşlerime zaman ayıramadığımı fark etmiştim. Erken kalkmanın, namaz kılmanın ve güzel bir kahvaltı yapmanın ne demek olduğunu anlatıyordum çocuklara, her şeye zaman ayırmanın nasıl mümkün olacağını düşünürken.
Karımın yüzünde yorgunluk belirtileri vardı. O da çok yoğun çalışıyordu okulu Eylül’e yetiştirmek için. Bir an, bütün ömrümü alan koşturmacanın ortasında hiçbir şeyi kontrol edemediğimi anladım; mesleğim buydu, kontrol, ama gerçekten kontrol ettiğim şeyler bir sisteme ait olan şeylerdi, gerçek bir kontrol denemezdi buna. Ben bir tür ‘aksaklık giderici’ydim. Aksaklıkları giderebilmem de başkalarına bağlıydı. Başkaları, daha başkaları ve bir başkası olan ben.
Çocuklar kahvaltılarını tamamlayıp bahçeye koşarlarken onlara imrendiğimi hissettim. Hafta sonu annemi ve babamı ‘Bân’a getirecek ve bir süre misafir edecektim. Çok seviyorlardı ‘Bân’ı, ama alıştıkları evlerinden uzakta fazla kalamıyorlardı; onların huzurlu ve sağlıklı olması için elimden geleni yapıyordum, ama nedense aralarındaki o derin anlaşmazlığı çözemiyordum. Çocuklarına ve torunlarına ilgileri güler yüzle kuşattıkları bir merhamet esintisi idi, ama birbirlerine karşı sanki hiç zaman geçmemiş gibi, tıpkı yirmili yaşlarında olduğu gibi mesafeli davranıyorlardı.
Karıma baktım; yorgun yüzündeki sabra ve fedakârlığa. Biz de annem ve babam gibi mi olacaktık; onun annesi ve babası da öyleydi. O kuşak tamamen öyleydi. Sanki zorla yan yana getirilmiş ve aile denen işe koşulmuş birer kurban gibi davranıyorlardı. Hayatın bütün zorluklarını yaşamış olmalarına rağmen, nasihatten, güler yüzden, akrabaya yakın ve ilgili davranmaktan, cömertlikten ve esas olarak sabırdan vazgeçmiyorlardı. Herkesi dudaklarında bitmez tükenmez dualarla karşılıyor ve uğurluyorlardı.
Karım İtalya ve Fransa seyahatlerimin nasıl geçtiğini sordu. Ben de olanları olduğu gibi anlattım. Dikkati İD’e takılmıştı. İD’in güzel bir kadın olduğunu söyledi gözlerime bakarak. Şaşırmıştım; işim gereği ne kadar çok güzel kadınla karşılaştığımı biliyordu ve ilk defa böyle davranıyordu. İD’in bana olan ilgisinin normal olmadığını düşündüğünü, ilk defa tanıştıklarında bunu hissettiğini söyledi.
Başımı kaşıyacak zamanım yoktu ve ailem dışında kişilerle özel anlar yaşamaya karşı tavırlıydım. Bu her şeyden önce ilkelerime ve inançlarıma uymuyordu. Fakat karım haklı olabilirdi, olmamış olan olmayacak demek değildi. ‘Bilmiyorum,’ dedim karıma. ‘Bir gün öyle bir şey olursa onu da seninle paylaşacağımı biliyorsun. Ben insanların kendilerinin ve başkalarının sınırlarını bildiğini düşünüyorum.’
Karım başını eğdi ve konuyu değiştirdi. Zihnimin karışıklığı huzursuzlukla daha da artmıştı. Üçüncü çocuğumuz doğacaktı bir süre sonra ve onun hiçbir şekilde üzülmesini istemiyordum. Okulu Eylül’e yetiştirme telaşının bir başka sebebi de buydu.
Evden çıkarken hüzünlü bir şekilde bana bakan karıma gülümsedim. Şeytan’ın boş duracağı yoktu, benle uğraştığı gibi karımla da uğraşıyordu. Biz sıradan insanlardık, peygamber değildik, ama En’âm Suresi 112. Ayette beyan edildiği gibi her peygamberin insan ve cin şeytanlarından düşmanları vardı:
'İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.'
Karıma Kur’an okumamız gerektiğini söyledim ve Zuhruf Suresi’nin 36-39. Ayetlerini okudum:
‘Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar. Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına, “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!” der. Onlara, “(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız” denir.’
Gülümseyerek, ‘Tamam’ dedi. Şeytanlara ayıracak vaktimiz olmamalıydı. Ona İnşirâh Suresi’ni de okudum:
‘Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şânını yükseltmedik mi? Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.’
Allah’ın emri, ‘bir işi bitirince diğerine koyul’du. Aksi halde şeytanlar zihnimizde cirit atmaya başlıyordu, her şeye zaman ayırmanın nasıl mümkün olacağını düşünürken çözümü bulmuştum. Ne olursa olsun zihnimdeki işi bitirip sonrakine başladığım her seferinde, sağlıklı adımlar attığımı, atacağımı görmüştüm ve görüyordum. İD’in ilgisini fark ettiğimde de bu kuralı unuttuğumu hatırladım. Kur’an gerçekten mükemmeldi ve biz insanların dünyada ve ahirette huzur bulması için gereken her türlü temel bileşenleri ve ayrıntıyı veriyordu.
Bahçe kapısından çıkarken, balkondan el sallayan karımın gölgesi arabanın üstüne düşüyordu, ama bir kere İD konusu girmişti aklına karımın; arabanın üstüne düşen gölgesinde İD'in gölgesi de vardı.
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş] [1.Bölüm-Gök]
Seçkin Deniz, 05.10.2020, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman
Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: @SonsuzArk
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.