“'Bir Başkadır'; tipik Netflix dizisi, basit, sinsi, kışkırtıcı ve izledikten sonra da iğrenç etkisini sürdüren bir wamp dizi.”
Seçkin Deniz, 19.11.2020, Twitter
Kötü Sanat
Sanat faaliyetlerinin temelinde hastalıklı ve hiçbir zaman genelleştirilemeyen, tanımsızlığa mahkûm bir veya birkaç neden vardır. Bunu ‘sanat’ sözcüğünün Arapça’daki aslına bakarak yorumlayabiliriz; suni, yapay. Sözcük anlamından yola çıkarak varacağımız tanım şu olabilir: Gerçekte var olmayan, ancak ve yalnız sanatçının kendine özgü tasarımıyla var olan herhangi bir üründür sanat. Bütünüyle bir dışavurum amaçlı olması dolayısıyla sanatın derinliklerinde yer alan her bir varoluşsal parçacık, sanatçının ruhsal döngüleriyle inşâ ettiği tasarım(lar)ın kişiye özel çıktısıdır. Kişiye özel çıktıların tümü, kişinin ruhundaki hastalıkları da kaynak telakki ettiği için sanat faaliyetlerinin temelinde ‘hastalık’ vardır. Tarih boyunca bu değişmemiştir, günümüz görsel ve işitsel sanat faaliyetlerinin en temel özelliği hastalıklı olmasıdır; hastalıklı olana odaklanmasıdır.
Günümüzde, görsel ve işitsel sanat faaliyetlerinin teşhir edildiği sinema ve televizyon dünyası bütün nitelikleriyle dijital alana taşınmış ve bu yeni alanın teknik imkanlarıyla da gösterilerin varoluşunu hazırlayan senaryolar çok daha aktif bir geçişkenliğe sahip olmuştur.
Görsel ve işitsel niteliklerin üç boyutlu akışına ek olarak senaryolar seyircinin iç dünyasına doğru çok keskin çizgilerle üç boyuttan daha fazla etkileşim üretmeye başlamışlardır. Bugün herhangi bir insan için, ruh dünyasında kaos üreten herhangi bir senaryo, ölümcül virüslerden ya da nükleer bombalardan daha tehlikeli hale gelmiştir. Çünkü sanatın hastalıklı niteliği genişleyebildiği alanın sınırsızlığı karşısında daha cesur ve daha saldırgan bir forma bürünmüştür; değersizleşen ve değersizleştiği için insanın ruhundaki bütün iyi ya da kötü hareketliliğe müdahale edebilen bir güç tehlikeli bir güçtür.
Teknolojinin geliştiği ve kolay ulaşılabilir hale geldiği 21. yüzyılda, sinema salonlarından televizyonlara geçişin başladığı 20. yüzyılın dördüncü çeyreğinde olduğu gibi, televizyonlardan dijital nitelikli materyallere geçiş başlamıştır. Bilgisayarların, tabletlerin ve cep telefonlarının ürettiği hareket özgürlüğü insanları televizyon karşısında oturma zorunluluğundan kurtarmış, senaryolar dünyanın ya da atmosferin herhangi bir noktasında insanların ruhlarına girme fırsatını bulmuştur.
Kendisine sunulan teknolojik imkanları sonuna kadar kullanan insan aşırı bir şekilde senaryoların saldırısına maruz kalırken, bunu özgürlüğünün bir gereği ya da bedeli olarak tanımlayarak özümsemiş, sinema salonlarına gitme aralıklarından televizyon karşısına oturma zamanlarına taşıdığı etkilenme aralığını dijital materyallerle sınırsız bir genişliğe ulaştırmıştır.
İnsanın geldiği bu nokta, tarih boyunca en savunmasız kaldığı noktadır. Bundan dolayıdır ki insan ruhunun bu savunmasız zamanında maruz kaldığı her görsel ve işitsel etki, görünürde özgür iradesine bağlı bir seçim olarak tanıtılsa da tipik bir tâciz-tecavüz niteliği taşımaktadır. Çünkü insan zaafları olan bir varlıktır; örneğin, Netflix’in ‘Cinsellik, Çıplaklık, Şiddet, İntihar, +18’ etiketleriyle verdiği her dizi ya da film özelliği insanın her bir zaafına yönelik bir saldırıdır ve tâciz-tecavüz niteliği taşımaktadır.
Etiket olarak verilen ilk dört özellik beşinci +18 özelliğinin tamamlayıcılarıdırlar; bu etiketlerin her birinin psikolojik birer hastalık formunda tedavi edildiği bir medeniyet çağında bu özellikleri tahrik edici her senaryo, her sanat yaklaşımı zaafları karşısında savunmasız her insan için tâcizci olarak nitelendirilmelidir.
Hollywood’un ya da yerel sinema-tv sektörünün, özel temalı yapımlar dışında, genel izleyiciye hitap eden ve ‘iyi’ değerleri yansıtan ‘Ahlak, Edep, İyilik, Hayat, +0’ etiketli filmleri, dizileri yoktur, olmamıştır. Doğal olarak bu bağlamda sinema sanatı insanların hastalığa dönüşebilecek olan zaaflarını tahrik etmek üzere konumlanmıştır; ‘iyi kotarılmış sanat’ olsa bile ‘kötü sanat’tır. Kuşkusuz bu eleştiri, var olan üzerinden yapılan realist bir eleştiridir, muhayyel olan, gelecekte mümkün olabilecek olan ‘iyi sanatı’ kapsamamaktadır.
Arz-Talep tartışmaları da, Talep-Arz simetriğinin patronların lehine, izleyicilerin aleyhine sürdüğü bu platformda anlamsız kalmaktadır. Çünkü Sinema-Tv sektörünün arz ettiği ürünlerin tamamına yakını bireylerin taleplerinden daha çok sektörün gizli açık patronlarının taleplerine odaklı bir şekilde, ideolojik formda üretilmektedir ve insanın zaaflarını harekete geçiren ve sömüren Şeytanî niteliklere sahiptir. Netflix’in de bu anlamda ABD teknoloji tröstleri ve Amerikan Devleti tarafından desteklenen yeterince ideolojik bir arka planı vardır.
Netflix
Wikipedia’ya göre Netflix’in hikayesi şöyle:
“1997 yılında Reed Hastings ve Marc Randolph tarafından Kaliforniya'da kurulan Netflix, Inc., merkezi Kaliforniya'da bulunan Amerikan teknoloji ve medya hizmetleri sağlayıcısı ve yapım şirketidir. Şirketin ana faaliyeti, ücretli aboneliğe dayalı video akış hizmetidir. Aboneler, çeşitli film ve dizilerden oluşan kapsamlı bir arşivi internet üzerinden izleyebilirler. Bu arşive Netflix yapımı film ve diziler de dahildir.
Nisan 2020 itibarıyla Netflix'in dünya genelinde 193 milyon, ABD'de 73 milyon ücretli abonesi bulunmaktadır. Netflix hizmetleri Çin anakarası (yerel kısıtlamalar nedeniyle), İran, Suriye, Kuzey Kore ve Kırım (ABD'nin yaptırımları nedeniyle) dışında tüm dünyada kullanılabilmektedir. Şirketin ABD, Brezilya, Hollanda, Hindistan, Japonya ve Güney Kore'de ofisleri bulunmaktadır. Netflix, Amerikan Sinema Filmleri Derneği üyesidir. Şirket, dünyanın birçok ülkesinde hem içerik üretimi hem de dağıtımı yapmaktadır.
Netflix’in ilk iş modeli DVD satışı ve kiralama üzerineydi. Ancak şirketin kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra Hastings, posta yoluyla DVD kiralamaya odaklanmak üzere DVD satışlarını durdurdu. 2007’de Netflix, video akış hizmeti aracılığıyla internet üzerinden film izleme olanağı sunmaya başladı, ancak DVD ve Blu-ray kiralama işini de sürdürdü. 2010’da Kanada’ya, ardından Latin Amerika ve Karayipler'e açılarak uluslararası hizmet vermeye başladı. 2013'te House of Cards adlı ilk dizisiyle içerik üretmeye de başladı.
2012'den bu yana Netflix, hem film hem de televizyon dizileri için yapımcı ve dağıtımcı olarak daha aktif bir rol üstlendi. Bunun sonucunda Netflix arşivine birçok "Netflix Orijinal Yapımı" eklendi. Ocak 2016 itibariyle Netflix 190'dan fazla ülkede faaliyet göstermektedir. Netflix, 2016 yılında 126 orijinal dizi ve film yayımlayarak bu açıdan tüm televizyon kanallarının önüne geçti. 190 ülke için yeni içerik üretme, içerik hakları satın alma ve içeriği çeşitlendirme çalışmaları şirketin büyük miktarlarda borçlanmasına yol açtı: Şirketin 2016'da 16,8 milyar dolar olan borcu Eylül 2017'de 21,9 milyar dolara yükseldi. Ekim 2018'de Netflix, yeni içeriklerin finanse edilmesine yardımcı olmak için 2 milyar dolar daha borç alacağını açıkladı. 10 Temmuz 2020'de Netflix, piyasa değeri bakımından en büyük eğlence/medya şirketi oldu.”
Netflix’in şirket olarak özgeçmişi küresel tüm ABD merkezli şirketlerle aynıdır; ancak ilginç olan ve hiçbir dinî ve millî değere, kültürel nosyona önem vermeyen yayınlarıyla Netflix’in şirket olarak ideolojik bir amaca sahip olduğu fikrini doğuran ana etken iki kurucu ortağının kimliği ve özgeçmişidir.
Wikipedia’nın aktardığına göre;
"Netflix'in iki kurucu ortağından biri ve ilk CEO'su olan Amerikalı teknoloji girişimcisi, konuşmacı ve çevre savunucusu Marc Bernays Randolph (doğum 29 Nisan 1958), Avusturya doğumlu bir Yahudi nükleer fizikçi olan Stephen Bernays Randolph ve Brooklyn, New York doğumlu Muriel Lipchik'in oğlu olarak Chappaqua, New York'ta doğdu ve psikanalizin öncüsü Sigmund Freud ile akrabalık bağları bulunmaktadır, yaz zamanlarını lise ve kolejde Ulusal Açık Liderlik Okulu'nda çalışarak geçirdi ve en genç eğitmenlerinden biri oldu. New York'taki Hamilton College'dan jeoloji alanında derece ile mezun oldu."
Netflix'in diğer kurucu ortağı, Başkanı ve CEO'su, California Eyaleti Eğitim Kurulu'nun eski bir üyesi olan ve sözleşmeli okullar aracılığıyla eğitim reformunun savunucusu Wilmot Reed Hastings Jr. (d. 8 Ekim 1960), "Annesinin büyük büyükbabası Alfred Lee Loomis, hem babası hem de annesi tarafından soyu İngiltere Kralı I. Edward ve İngiltere Kralı III. Edward’ın soyundan olan Haziran 2011'den beri Facebook'un direktörüdür. Eylül 2016 itibarıyla, 10 milyon ABD Doları değerinde Facebook hissesine sahip olduğu bildirildi. Nisan 2019'da Facebook, Hastings'in Mayıs 2019 itibarıyla yönetim kurulundan ayrılacağını duyurdu. Hastings, 2007'den 2012'ye kadar Microsoft yönetim kurulundaydı."
İnsanın bilinçaltına ve zaaflarına hitap eden yayın perspektifi ile Netflix’in yahudi kökenli ilk CEO’su ve kurucu ortağı Marc Bernays Randolph, insan ruhunun karanlıklarında kurumsallaştırılan psikanalizin öncüsü ateist ve din karşıtı Sigmund Freud’un bir akrabasıydı, diğer kurucu ortağı ve şimdiki CEO'su ise yine insanlığa karşı faaliyetleri nedeniyle tartışılan Bill Gates’in kurduğu Microsoft yönetim kurulunda görev almış, Yahudi asıllı girişimcilerden Mark Zuckerberg’in kurduğu Facebook direktörlüğü yapan ve Facebook hissesi bulunan İngiltere kraliyet ailesine dayanan soyu ile Wilmot Reed Hastings Jr.’dı.
(Kuşkusuz her iki kurucu ortağın geçmişleri, dinleri ve ırkları onları herhangi bir ayrımcılığa tabi tutmayı gerektirmez, ki ırka ve dine göre ayrımcılık insanlık dışı bir yaklaşımdır. Irkçılığa ve ayrımcılığa karşı bir perspektifle yapılan bu analiz, Yahudi ve Hristiyan değerlerine de karşı çıkan satanist bir yaklaşımın bakış açısına odaklanmaktadır. Netflix bir dijital platformdur, ancak bu platform cansız bir varlık değildir, bir ideolojinin yayılması için çalışmaktadır, kuruluşu, büyümesi ve yayın politikası da bunu kanıtlamaktadır.)
Kendisi de bir yahudi olan yazar Norman L. Friedman'ın şu ifadesi, 'Jewish Hollywood-Yahudi Hollywood' olgusunu anlamamızı kolaylaştıracaktır: "1930’lara gelindiğinde 8 önemli stüdyonun 6’sı Yahudi kontrol ve yönetimindeydi." ve "Kültürel olarak fazla “Yahudi” olmasa da 'Yahudi Hollywood' Yahudi dost ve nepotizminden, golf ve kumar kulüplerinden ve hatta ırk içi evliliklerden oluşan kendi sosyal döngüsü olan ayrı bir yapıydı."
Film yapmak, tıpkı banka, ticaret ya da reklam gibi bir yahudi sanatıydı. Sinema sektörünün patronları onlardı, yine onlar Yahudiliğin değerlerine karşıydılar. Doğal olarak ‘değerler’e karşı oldukları için eleştiriliyorlardı.
Netflix’in, Freud’un ideolojisi doğrultusunda insanların bilinçaltlarını ‘Kötü Sanat’la tahrif etmesi tepki çekecekti, çekmeliydi de (Bakınız; Tavistock). Çünkü; Ahlak bitmişti. Suç, tarihinin en büyük gösterisini yapıyordu. Güç kötülüğün ellerindeydi. Hayatların tümü, kurgusal ya da değil birer dramdı. Alay edilmemiş hiçbir din, doğa ve yasa kalmamıştı.
Amerikan Mahkemesi, 1968 yılında masonik kliklerin baskısıyla, ifade özgürlüğü gerekçesiyle Hays Yasası’nı iptal edene kadar Hollywood bugün aile sineması olarak tanımlanan formda filmler üretmek zorunda kalmıştı. Cinsel ritüelleri, şiddeti, suçu maskeliyor, karartıyor; Hıristiyanlığın esaslarına yönelik eleştirileri ironik bir dille hırpalıyor, ancak daha ileriye gitmiyordu. Hollywood, 1968 ve sonrasında tam 35 yıl boyunca yerkürenin her noktasına her türlü seks objeleri ile birlikte şiddeti, vahşeti, suçun her ayrıntısını beyaz perdelerle ve televizyonlarla taşıdı.
Hays Yasası neydi?
1920’de Amerikalı rahip W.F.Crafts, Amerikan Sinema Endüstrisini, Şeytan’ın ve 500 adet Yahudi’nin elinden kurtarmak için senatoya ve kiliseye çağrıda bulunmuştu. Paniğe kapılan Hollywood yapımcıları ve dağıtımcıları, hızla bir dernek kurmuş ve derneğin başkanlığına da 100 bin dolar maaşla Presbiteryen Kilisesi Temsilcisi W.H. Hays’ı başkanlığa getirerek tepkileri yok etmeyi başarmışlardı.
1924 yılında yapımcılar çekecekleri filmlerin konu özetlerini Hays’e göndermekle sorumlu tutulmuşlardı; 1926’da kurulan SRC (Studio Relations Committe/ Stüdyo İlişkileri Komitesi) tarafından “Hays Code/Hays Yasası” ya da “Production Code/Üretim Yasası” olarak da bilinen film üretim yasası hazırlanmıştır. Tüm stüdyolar tarafından kabul edilen, ancak1968’de Amerikan mahkemesi tarafından konuşma özgürlüğü kanununa uymadığı için kaldırılan yasayı, 1930 yılında, Motion Picture Herald dergisinin yönetmeni Martin Quigley ile Cizvit Rahip Daniel A. Lord üç genel ilke üzerine bina etmişti:
- Seyircilerinin ahlâkî standardını düşürecek hiçbir film çekilmemelidir. İzleyici suça, günaha, kötülüğe sempati duymamalıdır.
- Sadece dramın gereklerine uygun doğru yaşam örnekleri sunulmalıdır.
- Doğa ya da insani yasalarla alay edilmemeli. Bunların ihlaline sempati uyandırılmamalıdır.
Yapılmayacaklar:
“Kutsal şeylere saygısızlık: (Uygun dinsel törenlerle bağlantılı saygıdeğer bir biçimde kullanılmadığı sürece) Tanrı, Rab, İsa vb. sözcüklerin saygısız ve kaba ifadelerle kullanılması.Her tür müstehcen çıplaklık: Gerçek görüntüsüyle ya da siluet halinde ve filmdeki diğer kahramanlar tarafından her hangi bir şehvet duygusuna yönelik hovardaca bir yaklaşım. Yasadışı uyuşturucu trafiği. Herhangi bir cinsel sapıklık iması. Beyaz kölelik. Irk karışımı (beyaz ve siyah ırklar arasında cinsel ilişkiler) Seks hijyeni ve zührevi hastalıklar.. Çocuk doğurma sahneleri- gerçek görüntüsü ya da siluet halinde-. Çocukların cinsel organları. Din adamlarıyla alay etme. Herhangi bir ulusa ırka ya da inançlara kasıtlı hakaret”.
Ve dikkat edilecekler:
“Bayrağın kullanılması, Uluslar arası ilişkiler (başka bir ülkenin dinini, tarihini, kurumlarını, önde gelen insanlarını ve vatandaşlarını uygunsuz bir biçimde göstermekten sakınma), Kundakçılık, Ateşli silahların kullanılması, Hırsızlık, soygunculuk, güvenliği bozma, trenleri, madenleri, binaları vb. dinamitleme (bunlarla ilgili çok ayrıntılı betimlemelerin aptallar üzerindeki etkileri unutulmamalıdır.), Zalimlik ve olası iğrençlik, Herhangi bir yöntemle cinâyet işleme tekniği, Kaçakçılık yöntemleri, Zorla bilgi alma yöntemleri, Suçun karşılığı yasal ceza olarak asma ya da elektrikli sandalye yoluyla idamlar, Suçlular için sempati uyandıracak durumlar, Kamusal kahramanlara ve kurumlara yönelik tutum, Kışkırtıcılık, Çocuklara ya da hayvanlara yönelik zalimce davranışlar, İnsanları ya da hayvanları dağlama, Kadın ticareti ya da namusunu satan bir kadın, Tecavüz ya da tecavüz girişimi, Gerdek gecesi sahneleri, Yatakta erkek ve kadın birlikteliği, Kızları kasıtlı baştan çıkartma, Evlilik müessesesi, Cerrahi operasyonlar, Uyuşturucu kullanımı, Yasa uygulamaları ya da yasayı uygulayan görevlilerle ilgili sahne ya da isimler, Aşırı ya da şehvetli öpüşme; (özellikle kötü kahramanlardan biri söz konusuysa)”
Birey ve toplum yapısını korumayı amaçlayan Hays Yasası’nı kaldırtan başkan da J.F. Kennedy’nin suikastle öldürülmesinden sonra yardımcısı olarak yerine geçen, Kıbrıs sorununda Yunanistan’dan yana tavır alan, ünlü Johnson Mektubu’nun sahibi, Vietnam katliamının asıl sorumlusu mason başkan Lyndon B. Johnson’dur. Hollywood, 1968’de Hays Yasası’nın önüne koyduğu engeller kaldırılır kaldırılmaz, yasaklanan ve dikkat edilecek olan ne varsa hepsini büyük bir hızla gerçekleştirecekti.
Netflix çok tartışılan yayınlarıyla bütün dinî, ahlakî ve kültürel değerlere saygısızlık yapmakta, hatta bu değerleri aşağılamakta ve dinler tarafından ‘iyi’ olan her şeyle alay etmekteydi.
The Independent’e göre Netflix'te en çok tartışılan film ve diziler
365 Gün; Bazılarının "aşırıya kaçmayan porno" olarak tarif ettiği Polonya yapımı film, bir mafya ailesi ferdinin kaçırıp cinsel saldırıda bulunduktan sonra esaret altındayken kendisine aşık olması için bir yıl süre tanıdığı bir kadını anlatıyor. Çok sayıda seyirci filmi Stockholm sendromunu erotize etmekle itham etti. Filmin Netflix'ten kaldırılması çağrısı yapan bir imza metni, filmin "tecavüz kültürü güzellemesini kalıcı hale getirdiğini" belirtiyor. Uyuşturucu madde etkisine sokulup kaçırılma, insan kaçakçılığına maruz bırakılma ve tecavüze uğrama deneyimini bu sene kamu önünde açıklayan şarkıcı Duffy de filmi şiddetle eleştirenler arasındaydı.
Ölmek İçin On Üç Sebep; Ergenlik çağı dramı, ergenlik dönemi intiharını tasvir etme biçiminden dolayı yaygın olarak eleştirildi. Yapımcılığını oyuncu ve şarkıcı Selena Gomez'in üstlendiği dizi, hayatına son verme kararını etkilediğini hissettiği 13 farklı kişiye 13 kaset bırakarak kendini öldüren 17 yaşındaki bir lise öğrencisini merkeze alıyor. Akıl sağlığı kurumları bu gibi dizilerin "faydadan çok zarar getirebileceğini" söylerken okullar velileri diziyle ilgili uyaran mektuplar bile gönderdi. Netflix en yoğun eleştiriyi, orijinalinde üç dakika uzunluğunda bir intihar sahnesi içeren ilk sezon finalinden dolayı almıştı. Sahne daha sonra silinmişti.
Indian Matchmaking; Reality flört programı Indian Matchmaking yayımlandığında izleyenler arasında tepki yarattı. Hindistanlılar ve Hindistan kökenli Amerikalılar için çalışan bir çöpçatanlık hizmetini konu alan programı bazı izleyiciler "kast, renk, cinsiyet ve sınıf ayrımcılığı çukuru" olarak tarif etti. Çok sayıda izleyici programı köhnemiş fikirleri desteklemek, görücü usulü evlenmeyi aklamak ve önyargıları pekiştirmekle itham etti.
Cooking on High; Netflix kenevir odaklı programları Cooking on High, 420 Efsanesi (The Legend of 420) ve Darmaduman'ı (Disjointed) Singapur'da yayından kaldırmaya zorlanmıştı. Bunun nedeni, Singapur Bilişim Medya Geliştirme Kurumu'nun (IMDA) yazılı talebiydi. Singapur dünyanın en sıkı uyuşturucu yasalarından birine sahip. Şehir devleti yasadışı uyuşturuculara sıfır tolerans politikası yürütüyor ve hüküm giymiş kullanıcılara uzun hapis cezaları veriyor. İnsan hakları gruplarına göre Singapur geçmiş yıllarda yüzlerce kişiyi uyuşturucuya bağlı suçlardan astı.
Messiah; Netflix, gerilim dizisi Messiah'ı alt metinde İslam karşıtı fikirler barındırdığı ithamlarının ardından yalnızca bir sezondan sonra iptal etti. Dizinin başrolünde, Al-Masih olarak bilinen ve dünyaya daha büyük bir güç tarafından gönderildiğini iddia ettikten sonra takipçiler ordusu kuran gizemli bir kişiyi soruşturan CIA ajanını rolünde Michelle Monaghan vardı. İslami kıyamet bilimde Al-Masih ad-Dajjal (Deccal), ismi Arapçada "sahte mesih, yalancı, hileci" anlamına gelen ve Sahte İsa'ya benzer habis bir figür.
Insatiable; Netflix'in "karanlık, sürprizli intikam komedisi" diye tarif ettiği Insatiable, daha önce fazla kilolu olan ve zorbalığa maruz kalan, kilo verdikten sonra popüler bir güzellik kraliçesi olup ona daha önce kötülük yapanlardan intikam almaya çalışan bir genci konu alıyor. Eleştirenler dizinin önermesinde kilolu fobisi olduğunu ve insanlarda beslenme bozukluğu tetiklediğini söylemişti. Jameela Jamil, hayatta ilerlemenin tek yolunun diyet yapmak olduğu imasının sorunlu olduğuna işaret ederek diziye dair hoşnutsuzluğunu tweet'le dile getirmişti. 100 binin üstünde kişinin dizinin iptali için çağrı metni imzalamasına rağmen Insatiable'ın ikinci sezonu da yayılandı.
The First Temptation of Christ; Netflix'in İsa'yı eşcinsel bir erkek olarak tasvir eden bu komediyi kaldırmasına yönelik çağrı metnini iki milyonun üzerinde kişi imzaladı. Brezilyalı bir YouTube komedi grubunun hazırladığı mini dizi The First Temptation of Christ'ta İsa'nın erkek arkadaşı Orlando'yla cinsel bir ilişkisi olduğu ima ediliyor. Brezilya devlet başkanının oğlu Eduardo Bolsonaro sosyal medyada şöyle yazmıştı: "İfade özgürlüğünü destekliyoruz ama bu, nüfusun yüzde 86'sının inancına saldırmaya değer mi?"
Bonding; BDSM merkezli bu komedi, sadomazoşist baskın kadın (dominatrix) topluluğunu yanlış tanıtmakla ve damgalamakla itham edildi. Dizi, stand-up komedyeni olarak kariyer yapmaya çalışırken bir sadomazoşist baskın kadının yanında asistanlık yapmaya başlayan genç bir eşcinsel adamı konu alıyor. İnsanlar Bonding'i ayrıca hikayeyi sadomazoşist baskın kadın yerine eşcinsel erkek karakterin gözünden anlattığı için de eleştirdi ve bunun erkek bakışını pekiştirmekle kalmayıp dizideki kadınların gerçeklikten uzak görünmesine de sebep olduğunu iddia etti.
The Goop Lab; Gwyneth Paltrow'un The Goop Lab'i oyuncunun sağlıklı yaşam markasına ait ofislerde çekildi. Program fiziksel ve zihinsel hastalıklar için alternatif tedavilerin etkisini araştırıyor. İngiltere Ulusal Sağlık Hizmeti'nin (NHS) baş yöneticisi, programın kamu için "büyük bir sağlık riski" teşkil ettiğini ve "yanlış bilgi" yaydığını iddia etti. Yetkili Paltrow'un markasını "ruhani vampir savar pazarladığı" ve "kimyasal güneş kreminin kötü bir fikir olduğunu iddia ettiği" için eleştirdi.
Atypical; Bu ergenlik dönemi dizisi, Sam adında otizmli bir lise son sınıf öğrencisi hakkında. Çok sayıda kişi diziyi sahne arkasında veya önemli rollerde çalışan otizmli sayısının az olmasından dolayı eleştirdi. The Curious Incident of the Dog in the Night-Time'da başrolde oynayan ilk otizmli oyuncu Mickey Rowe, Sam'in ebeveynlerinin oğullarının otizmini bazen "trajedi" olarak görmesinin kendisinde hayal kırıklığı yarattığını söyledi. Başkaları da diziyi Sam'i espri anlayışından yoksun bir "robot" olarak tasvir etmekle eleştirdi.
Minnoşlar; Fransa'daki ismi Mignonnes olan Minnoşlar, Netflix'in sinopsisine göre "özgüvenlerini dans ederek oluşturan özgür ruhlu bir dans grubuna katılarak ailesindeki sıkıntılardan uzaklaşmaya çalışan" 11 yaşındaki kız çocuğu Amy'yi konu alıyor. İyi eleştiriler almış ve 2019 Sundance Film Festivali'nde yönetmenlik ödülü kazanmış olmasına rağmen bazıları filmi genç kızları "cinselleştirmek" ve "pedofiliyi beslemekle" itham etti. Oyuncu Tessa Thompson, "#CUTIES güzel bir film... Yönetmen koltuğunda yeni bir ismi tanıtıyor. Kendi deneyimlerini irdeleyen Senegal asıllı siyahi bir Fransız kadın. Film, ergenlik öncesindeki kız çocuklarının hiper-cinselleştirilmesini yorumluyor. Mevcut söylemi görmek beni hayal kırıklığına uğrattı" tweet'iyle filmi destekleyenler arasında yer aldı.
Bugün dünyanın birçok yerine ulaşan Netflix ve benzeri dijital platformların insanlığın geleceği için tehdit olduğu açıktır ve çok az ülke değerlerine sahip çıkabilmektedir..
Netflix Türkiye’nin ve Muhalefetin Direnişi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2020’nin ortalarında ortaya koyduğu , Anayasa’nın âmir hükümleri çerçevesinde, ‘Kötü Sanat’ın bireyleri ve toplumu psikolojik olarak tâciz etmesine yönelik tedbirler alınmasını amaçlayan tepkisel yaklaşımı, muhalifleri tarafından çarpıtılsa da devlet-hükümet sorumluluğunun gereğiydi.
Erdoğan, son yıllarda ahlaksızlıkların artmasında hem mecraların kontrolsüzlüğünün hem de organize saldırıların kolaylaşmasının rolü olduğuna dikkati çektikten sonra "Niçin YouTube, niçin Twitter, niçin Netflix, niçin şu, bu gibi sosyal medyalara karşı olduğumuzun ne demek olduğunu anlıyor musunuz? İşte bu ahlaksızlıkları ortadan kaldırabilmek için." demişti:
Sevgili vatandaşlarım, bunlar ahlak sahibi değil. Akif diyor ya, 'Ahlakın izmihlali ne müthiş izmihlâl, ne millet kurtulur zira, ne milliyet, ne istiklal'. Evet, biz ahlakı yüce, medeniyet değerleri yüce bir milletin torunlarıyız, evlatlarıyız. Bu millete layık olmayan bu gelişmeleri yaşamak istemiyoruz, görmek istemiyoruz. Burada üzerinde durmamız gereken asıl konu, medya ve özellikle sosyal medya mecralarının nasıl olup da böyle bir kokuşmuşluğun aracı haline dönüştükleridir. Yalanın, iftiranın, kişilik haklarına saldırının, itibar sûikastlerinin alıp başını gittiği bu mecraların bir düzene sokulması şarttır. Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor. Onun için de bir an önce biz bunları parlamentomuza getirip, parlamentomuzdan bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz.”
Erdoğan, sosyal medya mecralarını kontrol eden küresel firmaların Batılı ülkelerdeki temsilcilikleriyle içerikle ilgili her türlü hukuki ve mali sorumluluğu üstlendiğinin ama Türkiye'nin de aralarında olduğu bazı ülkelerde bu sorumluluktan ısrarla kaçındığını da vurgulamıştı:
"Unutulmamalıdır ki bizim ailemizin başına gelenleri ülkemizin tüm bireyleri yaşayabilir. Hiç kimsenin izzetinefsini koruma hakkı elinden alınamaz. Bir kişinin yüzüne karşı ifa edildiğinde suç olan her şey, medya ve sosyal medya mecralarında yapıldığında da aynı sonuçla karşılaşmalıdır. İnternet mecralarını kullananlar suç işleme konusunda layüsel değildir.
Cinsel istismar, müstehcenlik, kumar, dolandırıcılık, suça teşvik, terör propagandası, hakaret başta olmak üzere kanunların suç saydığı her konuda hak arama ve önleme yolları açık olmalıdır. Milletimize karşı sorumluluklarımız bu doğrultuda gereken mekanizmaları kurmayı ve işletmeyi gerektiriyor. Amerikalısı Avrupalısı, Çinlisi bu imkana sahipken, 83 milyon Türk vatandaşının sosyal medya terörü karşısında eli kolu bağlı kalmasını kabul edemeyiz. Bu konuda kapsamlı bir hukuki düzenleme üzerinde çalışıyoruz. İnternet ve sosyal medya mecralarının ülkemizde bir an önce hukuki ve mali muhataplık tesis etmeleri için ne gerekiyorsa yapmakta kararlıyız."
Erdoğan’ın bu açıklaması muhalif CHP-HDP-İP ittifakı tarafından ilginç bir şekilde ele alındı. Twitter hesabından Erdoğan'ın sözlerini de alıntılayarak paylaşımda bulunan İP Genel Başkanı Meral Akşener, Netflix'in popüler dizilerinden Dark'a gönderme yaparak “Dark'ın son sezonunu bitirmeden Netflix'i kapatırsan vallahi gücenirim Sayın @RTErdogan” dedi.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Akşener’in sözlerini alıntılayarak, onu destekledi: “Aman Meral Hanım, şimdi hırsından spoiler verir”
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan her iki ortağına da destek verdi: "Biz de La Casa De Papel'in son sezonunu bekliyorduk”
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'ın "Biz de La Casa De Papel'in son sezonunu bekliyorduk" şeklindeki paylaşımına Dağ 2 filminden bir alıntıyla yanıt verdi: "Önemli olan iki şey var arkadaşlar, vatan ve yanınızdaki adam" dedi.
Netflix Türkiye Twitter hesabından yapılan, sonradan sahte olduğu iddia edilen "Sevgili dostlar, maalesef ki bu bir veda tweetidir. Yaşanılan bazı problemlerden Netflix yönetimi TR altyapısını kapatma kararı aldı. 1 Ağustos 2020’den itibaren yollarımızı ayırmak durumundayız. Bugüne kadar bizi yalnız bırakmayan herkese sonsuz teşekkürlerimizi iletiyoruz." paylaşımı yapıldı.
Gazeteci Cüneyt Özdemir AK Parti ile Netflix'in eşcinsellik sansürü üzerinde restleştiğini ve Netflix'in Türkiye'den çekileceğini iddia etti. Bir Habertürk yazarı ise Netflix Türkiye ile ilgili gelişmeleri köşesine taşıdı. Konu, çekilecek yerli bir dizideki ‘Gay’ karakterdi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, "Netflix'in daha derin iş birliği ile Türk kültürüne, sanatına dönük daha yüksek hassasiyet göstereceğine inanıyorum" dedi. "NetflixTurkey ne siyasi düzeyde AK Parti Tanıtım ve Medya Başkanlığı ile ne de resmi düzeyde İletişim Başkanlığı ile görüştü. Türkiye'den gitmeyi neden düşünsünler? Netflix'in daha derin iş birliği ile Türk kültürüne, sanatına dönük daha yüksek hassasiyet göstereceğine inanıyorum." değerlendirmesinde bulundu.
Netflix başta olmak üzere ulusal ve uluslararası bütün platformların düzenlemeye razı olduğunu, bu düzenlemeyi bütün dünyanın uyguladığını, Türkiye'nin yayıncılık alanında yaptığı modern düzenlemelerle birçok Avrupa ülkesinden ileride olduğunu, RTÜK'ün isteğe bağlı yayınları denetleme yetkisine sahip olduğuna değinen RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in açıklamaları şöyleydi:
"Hep söylüyorum, Sayın Cumhurbaşkanımızın öngörüsü ve Cumhurbaşkanlığı sisteminin getirisidir bu. Hangi alanda yayıncılarımızın lehine bir düzenleme eksikliği varsa hemen talimat verilmiş ve gereğinin yapılması sağlanmıştır. Bu düzenlemelerle kendilerini çok ileride gören Batılı gelişmiş ülkeler geride bırakılmıştır. Müzakereyle kırmızı çizgilerimizi anlatıyoruz. Onlar da çoğunu kabul ediyor. Netflix son dönemde bütün uyarılarımızı dikkate aldı. Örneğin yetişkin içeriklerine PIN kodu istedik yerine getirdiler. Dünyada bir ilk. Bunları görmek lazım. Haklı taleplerimizi kabul etmediklerinde elimizdeki yaptırım gücünü devreye sokuyoruz. Bilinen adıyla 'Minnoşlar' yayını hakkındaki kararımız... Aldığımız kararla film Türkiye kataloğundan çıkarıldı. Yine 'sansürcü' ilan edildik ama dünyada bu filme tepkiler çığ gibi. Yapım Amerika'da dava edildi. Biz sorumluluğumuzun gereğini yaparak dünyadaki emsallerimizin önünde karar alabildik. Başka Üst Kurullar bunu yapamadı, kulaklarını tıkadılar. Gelişmeler gösterdi ki RTÜK doğrusunu yaptı ve arkasında durmaya devam ediyoruz.
Netflix ile ilişkilerimiz iyi. Son dönemde bütün uyarılarımızı dikkate aldılar. Nihayetinde ticari bir kuruluş. Türkiye'den kâr ederken, regülasyon kurumuyla kötü olmak istemezler. Bizim onlardan milli ve manevi değerlerimize saygı ya da milli güvenliğe ilişkin taleplerimizin olması doğaldır.”
Netflix'in Türkiye temsilcinden yapılan yazılı açıklamada, "Netflix olarak Türkiye'deki üyelerimize ve kreatif camiaya derinden bağlılığımızı sürdürüyoruz. Birlikte çalıştığımız birbirinden yetenekli isimlerle gurur duyuyoruz. Şu anda yapım aşamasında olan ve yakında çekimlerine başlanacak projelerimiz için çok heyecanlıyız ve bu hikayeleri dünyanın her köşesindeki üyelerimizle paylaşmayı dört gözle bekliyoruz" denildi.
Bir Başkadır
Türkiye’den çekilmeyen ve Türkiye’nin hassasiyetlerine saygı göstereceğini ifade eden dijital gösterim platformu olan Amerikalı Netflix’te ‘Netflix Orijinal Dizisi’ spotuyla yayınlanan sekiz bölümlük ‘Bir Başkadır’ dizisi ‘Kötü Sanat’ için mükemmel bir örnek olmasa da ‘kötü’nün ne olduğuna ve nasıl yansıdığına bağlı olarak incelenebilecek birçok özelliğe sahiptir.
Wikipedia’ya göre, "‘Bir başkadır’ dizisinin senaristi ve yönetmeni, Çerkes asıllı Türk tiyatro yazarı, tiyatro ve sinema yönetmeni Berkun Oya, (3 Mart 1977, Bursa) Ortaöğrenimi Koç Özel Lisesinde tamamladı. 1998 yılında, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı tiyatro bölümünden mezun oldu. Aynı yıl Krek Tiyatro Topluluğunu kurdu. 2003 yılında İstanbul Devlet Tiyatrosunun talebi üzerine, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanını oyunlaştırdı. 2002 yılında televizyon için hazırladığı ve TRT’de yayınlanan "Şapkadan Babam Çıktı" adlı drama dizisinin senaristlik ve yapımcılığını üstlendi. 2003 yılında CNN Türk kanalında Defakto ve 2005’te NTV kanalında yayınlanan Infoman adlı TV programlarını hazırladı, sundu ve yönetti.
2007 yılında vizyona girmiş olan "İyi Seneler Londra" başlıklı filmi yönetti. 44. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yarışma filmi olarak yer alan İyi Seneler Londra, The European Independent Film Festival ECU 2008 Film Festivali'nde açılış filmi olarak gösterildi. Sonrasında, Strasbourg International Film Festival'de 2008 yılında En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo kategorilerinde ödüle aday gösterildi ve Berkun Oya, En İyi Yönetmen ödülüne layık görüldü. 2008 Avrasya Uluslararası Film Festivali'nde jüri üyesi olarak görev aldı.
2010 yılında International Royal Court Residency programı dâhilinde The Royal Court Theatre’da tamamladığı Güzel Şeyler Bizim Tarafta tiyatro oyunu ile, 2011 yılında Heidelberg Stückemarkt Tiyatro Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülü'nü aldı."
Dizinin adıyla ilgili biri kısa diğeri uzun iki alıntıdan ilki şöyle:
“Bir Başkadır uluslararası izleyici için aslında Bir Başkadır değil. Dizinin ismi buralarda Ethos olarak geçiyor. Peki “Ethos ne olaki acep?” Hıımmm… Bir Yunan mitolojisi, bir felsefe kokusu alıyorum. Nerden biliyorum ben bu kelimenin ne anlama geldiğini? Efendim, ethos Eski Yunan’da “ethikos” kelimesinin kökünü oluşturur. “Karakter, ahlaki fıtrat” gibi anlamlara gelir. Global Netflix izleyicisinin temelde filozoflar değil sıradan dizi izleyicisi olduğu gerçeği ile yüzleşerek işin Aristo retoriği içinde ne anlama geldiğine ise girmeye hiç gerek yok. Ben kelimenin sözlük anlamı sınırları içinde kalayım: Ethos, bağlamına göre “inançlar, dünya görüşü, değerler sistemi, ruh ve ortam” anlamına geliyor.”
“Dizinin her bölümünün sonunda İstanbul'un eski yıllardan kalan görüntüleri yer alıyor. Bu görüntüler, Fransız sinemasının en önemli yönetmenlerden Maurice Pialat’nın Bosphore isimli kısa filminden kesitlermiş. Yönetmenin 1964 yılında Türkiye’ye gelerek çektiği altı belgeselden biri olan bu film, dönemin İstanbul’una dair önemli görüntüler içermesinin yanında bu şehrin gelenek ve çağdaşlık arasında kalmış yapısına da vurgu yapıyor. Hatta belgeselde Türkiye’ye dair şöyle bir tanım sunuluyor: “Türkiye, geleneklerini terk etmeden geleceğe dair yeni bir anlam ararken karşısında talihsizlikler buldu.” Bu arşiv görüntülerinin kullanılmasının tesadüfi olmadığı gosteren ve neredeyse her bölüm karşılaştığımız isim ise yabancı bestelerin üzerine yazdığı Türkçe sözleriyle tanınan, Batı ve Doğu müziğinin unsurlarını bir araya getiren tarzıyla seslendiren Ferdi Özbeğen. Söz konusu arşiv görüntülerinin birinde, sanatçı sahneye çıkmadan önce, Derya Baykal tarafından şu şekilde anons ediliyor: “Hem Türkçe sözlü hafif müziğimize bir anahtar hem de yeni yeni geniş bir şekilde uygulanmaya başlayan çok sesli sanat müziğimize ta o yıllarda adım atmış oldu.” Aynı zamanda dizinin adı ilk kez duyulduğunda Ayten Alpman’ın yorumuyla dinlemeye alışık olduğumuz 'Bir Başkadır Benim Memleketim' şarkısını anımsatıyor olsa da Özbeğen’in de 1993 yılında yayınlanmış 'Bir Başkadır Ferdi Özbeğen' adını taşıyan derleme bir albümü bulunuyor. Bölüm sonlarında tamamlayıcı etki yapan bu arşiv görüntüleri bir nevi dizinin kısa özeti gibi en sonda kendine yer alması güzel düşünülmüş bir ayrıntı."
Medyada çıkan kritikler, sosyal medyada fısıldanan yorumlar sonrasında Seçkin Deniz’in 19.11.2020 tarihli tweetindeki yorumu şöyleydi: “'Bir Başkadır'; tipik Netflix dizisi, basit, sinsi, kışkırtıcı ve izledikten sonra da iğrenç etkisini sürdüren bir wamp dizi.”
‘Tipik Netflix dizisi’ tanımlamasının, Seçkin Deniz’in kendine özel, geniş ve derin anlamları içerdiği yukarıda yaptığımız analizde açığa çıkmıştı. Peki basit, sinsi, kışkırtıcı ve izledikten sonra etkisini sürdüren bir wamp dizi’ miydi ‘Bir Başkadır’?
‘Netflix Orijinal Dizisi’ etiketi ile ve “Hayatları farklı, hayalleri farklı, korkuları farklı. Birbirlerine zıt görünseler de yolları kesiştiğinde sınırlar ortadan kalkacak ve hepsi birbirinin hayatına dokunacak.” spotuyla tanıtılan ‘Bir Başkadır’ basit, sinsi, kışkırtıcı ve izledikten sonra izleyici üzerindeki etkisini sürdüren niteliklere sahipti, ilgili tartışmalarda insanların bir kısmı dizide kendisini bulduğunu söylüyordu. Gerçekten öyle miydi?
‘Cinsellik, Çıplaklık, İntihar, +18’ yasal uyarılarıyla ekranlara verilen ‘Bir Başkadır’ dizisinde senarist basit, olağan hayat akışlarından kesitler ‘alarak’ her izleyiciyi kendisinden soyutlamış, hemen herkeste bulunan ya da hemen herkesin bir başkasında görerek eleştirdiği birkaç özelliği kadrajlarda ustalıkla işleyerek dizideki her bir karakterle kendisini özdeşleştirmesini sağlamıştı.
Bu bir başarı sayılabilirdi, tıpkı yayınlandığı dönemde birçok ‘tabu’yu yıktığı iddia edilen 1992 yapımı ‘erotik’ ‘Basic İnstinct- Temel İçgüdü’ filminin elde ettiği başarı gibi. İnsanın bilinçaltını hareketlendiren hangi film başarı elde etmezdi ki? Sigmund Freud 150 yıl sonra bugün hâlâ neden ününü muhafaza etmektedir?
2009 yapımı ‘Büşra’ filmini izleyenler için ‘Bir Başkadır’ dizisi, hiçbir ayrıntısı ile şaşırtıcı değildi, Başörtülü kadınlara yönelik aynı bohem perspektif, aynı küstah müdahale ve aynı aşağılayıcı bakış vardı: “Başörtülü genç kızları ve kadınları etkin toplumsal katmanlardan uzaklaştıran, yıllarca kamusal alan tanımı yaparak bu hayalî alanının sınırlarını her gün biraz daha genişletip hedef kitleyi dar alanlarda kıstırıp yalnızlaştıran ideolojik faşizmin, bu yalnızlığı kişisel bir suç/tercih olarak başörtülü insanlara dayattığı son cümlesi, son sorusu: “Yalnızlığını ne kadar gizleyebilirsin?” (Büşrâ: Lâhikâ1, Bilgi Destek Planı, Faaliyet Sıra No: 7, Faruk Tamer, 31.08.2010, Sonsuz Ark)
Senaristin dört temel karakterde hırpaladığı, aşağıladığı ve gerçeklikten kopardığı ‘Başörtülü’ vardı dizide; ikisi kadın, ikisi genç kız.
‘Bir Başkadır’da senarist-yönetmen Berkun Oya’nın çizdiği başörtülü karakterlerden ‘Ruhiye’ çocukken tecavüze uğramış, evlendikten ve iki çocuk sahibi olduktan sonra psikonevrotik krizler yaşamaya başlayan, eşini, çocuğunu, evini ve nihayetinde özel ve zorlama bir vurguyla ‘kıblesini’ şaşıran bir kadındı; izleyicide öfke, kızgınlık, acıma ve nihayetinde ‘zavallı’ bir başörtülü karakter hissi uyandırıyordu.
Diğer çizilen başörtülü karakter ise Kürt olduğu ısrarla vurgulanan ve annesine ‘kuş kadar aklıyla’ diyerek hakaret eden ‘Gülan’dı; zengin, makyajı ve giyimiyle görgüsüz, kocası Civan’a karşı saygısız, aşağılayıcı ve dominant bir karaktere sahipti ve sürekli bağırmaktaydı, üniversite eğitimi almamıştı, cahil, ancak aptal değildi; eleştirel bir akla sahipti ve kız kardeşi ‘özgürleşmiş’ Psikiyatrist Gülbin’in terör örgütü PKK sempatizanı, uyuşturucu kullanan, solcu ve ahlak dışı yaşayışını sert bir şekilde yorumlayan bir tipti.
Üçüncü başörtülü kadın ise, başörtülülere yönelik ilk iki karakterde insafsızca boca edilen kötülüğün maskelendiği, başrol oyuncusu ‘Meryem’di; zeki ve hizmetçi başörtülü genç bir kız. 10 Mart 2008’de, İTÜ Maçka Sosyal Tesisleri’nde yapılan Türk Üniversiteliler Derneği toplantısında bir ‘beyaz kadın’ın anlattığı üzere hizmetçisine “İstikrar senin neyine Vesayet, istikrar senin neyine?” dediği türden basit bir hizmetçiydi.
Başörtülü Meryem, sorgusuz sualsiz, abisine, abisinin karısına ve çocuğuna bakabilmek için, kilometrelerce yolu bazen yaya, bazen otobüsle, bazen de metro ile kat ederek ‘bekar’ bir zengin erkeğin evine hizmetçiliğe gitmektedir ve Psikiyatrist Peri’nin teknik terimlerle ifade ettiği gibi ‘bekar’ zengine aşıktır; ancak itiraf ettiğine göre tek amacı vardır evlenmek istemesinin; ‘parmağına bir yüzük takmak’ Meryem, sık sık seyircinin gözüne sokulan tabanları çamurlu imitasyon bir çift ayakkabı ve ucuz bir terlikle resmedilen çikolatanın içinde yüzüğü görünce sevincinden bayılan ‘küçük hayallere sahip başörtülü bir genç kız’dır.
Dördüncü başörtülü ise, senaristin bütün saldırganlığı ile her türlü ölçüyü aştığı bir karakterdir. 'Kadınların en hayırlısı' anlamına gelen Hayrünnisa adıyla başörtülü genç kız ‘Ali Sadi Hoca’nın kızıdır ve babasından gizli tekno müzik dinlemektedir, gizli gizli gece kulüplerine gitmektedir ve bir süre sonra lezbiyen olduğu ortaya çıkacak olan bir isyankardır. ‘Kadınların en hayırlısı’ senaristin eliyle bir lezbiyene dönüştürülmüştür. Büşra’daki gibi, başörtüsünü (babasına ve İslam’a) meydan okur gibi çıkaran bir sonucun nasıl geliştiği belirsizdir.
Diğer başörtülü figürler, gençler arasında dengeli bir yol bulmaya çalışan yaşlı annelerdir, rolleri bu kadardır; figüratiftir. ‘Başörtü’nün liberal-solcu perspektif içinde aşağılanmadığı tek ter yaşlı annelerin başıdır. İlginçtir; başlarından başörtüsü alındığında toplumdaki ‘diğer’ insanlardan hiçbir farkı olmadığı görülen bu dört temel başörtülü karakterlere yönelik sadece ‘başörtü’ ile değişen bakış açılarının ne kadar korkunç ve insanlık dışı olduğunu hiç kimse fark etmemektedir. Sinema-TV dünyasının dindar ya da değil herkese göre ‘normalleştirdiği’ insanlık dışı, iğrenç ‘itham’ da tamamen budur.
Senaristin, Sinan’ın ve Peri’nin ‘laik-beyaz’ yaşlı annelerine giydirdiği özellikler ortaktır; baskın, faşist ve eşlerine, çocuklarına karşı ‘dediğim dedik’ türden tiplerdir. Bir Başkadır’ın ‘Hoca’ hariç bütün erkekleri kadınların mağdurudur. Bir tek otorite kuran erkek ‘Hoca’dır, ancak bu otorite de, üvey kızı Hayrünnisa’nın başörtüsünü çıkarması karşısında ‘yumuşamıştır.’
Yine dizinin ‘Hoca’nın karısı ve Gülbin’in annesi’ hariç bütün kadınları gibi ‘Hoca’ hariç erkeklerinin hepsi ruh hastasıdır. Civan’a zıt olarak inşâ edilen karakter Sinan cinsel özgürlüğünü dilediği gibi kullanan, içki ve spor arasında ne iş yaptığı bilinmeyen, annesine öfkeli, yoksul ve bakıma muhtaç sürekli ‘rahmetliyi’ anan annesini terk etmiş, seks için sık sık buluştuğu ‘Psikiyatrist Gülbin’in, dizi oyuncusu Melisa ile de cinsel bir birliktelik yaşadığını öğrenmesi sonrası dalga geçerek aşağıladığı, Meryem’in evde bıraktığı iş kıyafetlerinin arasındaki oyalı yazmaya sarılıp öpen yapayalnız bir tiptir. Psikiyatrist Peri’nin entelektüel babası ise hodbin, nobran karısına karşı oldukça eziktir.
Birbirinden farklı üç dindar erkek karakterin de ‘namazları’ ekrandan çıkarılsa diğer sıradan ‘dindar olmayanlardan' bir farkının olmadığı görülen ‘Bir Başkadır’ın saldırdığı diğer unsur da ‘Namaz’dır. Kur’an’ın en çok bilinen surelerinden birinin adını, Yasin’i, namaz kılan, ancak hayatın kıskaçları arasında kaldığı her anda sinir krizleri, geçiren, buyurgan, baskıcı olup olmadığı belirsiz, kararsız, dengesiz, değişken, duygusal, hemen herkese şiddet uygulayabilen bar fedaisi eski bir komandoya vermesi de dikkat çekicidir.
Senarist her ne kadar Freud karşıtı Jung’dan dine dair olumlu sözler aktaran, okumuş, okuduğunu anlamamış, ezberci Hilmi ile bu bağlamda ortaya çıkabilecek bir eleştirel bakışı engelleme çabasına girişmişse de ‘Hilmi’ye giydirdiği ‘şapşal’ elbise ile bu tiplere karşı da saldırgan ve alaycı bir tutum takındığını gizleme gereği duymamıştır, dizinin nihayetinde de bu ‘şapşal karakter’i cahil, ama zeki Meryem ile evlilik yoluna sokarak ödüllendirmiştir.
Ve senarist Meryem’le ödüllendirdiği Hilmi’yi 18 yıllık Ak Parti iktidarına karşı konuşturmuştur: “Karanlık tarafına teslim olmuş bir siyasetçiyi biz göreceğiz, biz anlayacağız, biz tanıyacağız o kararı biz vereceğiz.” İzleyicinin bilinçaltına yedirilen bu mesaj laik-beyaz Psikiyatrist Peri’nin Meryem’le ilk seansı sonrası ‘paralı-terapi’ için gittiği arkadaşı Kürt- solcu- özgürlükçü Psikiyatrist Gülbin’e Meryem’in bir parçası olduğu halkın tamamını kastederek ‘onlar güçlü dediği’ anlarda verilen ilk mesajla bağlantılı olarak planlanmıştır.
Ancak Berkun Oya, başlangıçta klasik tarikat-cemaat hocası olarak, kendisinden habersiz hiçbir şeyin yapılmasına izin vermeyen biri olarak algılanmasını istediği ‘Hoca’ya monte ettiği ‘modern’ yaklaşımla şaşırtsa da bunu neden yaptığını karısı ölen, Serdar Kılıç’ın TRT2’de Doğadaki İnsan orman belgeselini izleyen Hoca ile üvey olduğunu sonradan öğrendiğimiz kızı Hayrünnisa arasındaki diyaloglarda ifşa edecek ve “Biz hayallerimizde hep öbür dünyayı görmüşüz. Hani bu yaşımdayım…Muhayyilesini serbest bıraksa insan hayal alemini… öbür dünyalık yani… öyle bilmişiz öyle düşünmüşüz hep…” dedirtecektir, İslam’ın temel ‘ahiret inancı’nı hırpalayarak.
‘İsa Efendimizin annesinin adı’nı alan Meryem’in işe gidiş gelişleri arasına sıkıştırılmış bir film anlatısının sekiz genişletilmiş bölümde diziye dönüştürülmüş olmasındaki teknik sorunlar yönetmenin ‘başarısızlığı’ olarak değerlendirilse bile, editörün kurguya müdahalesinin yetersiz kaldığı ‘Bir Başkadır’ izleyici çoğunluğunun sıkıldığı ve yarım bıraktığı bir sonuç üretmiştir. ‘Çukur’ ve alt tabakanın izlediği ‘total diziler’ ile birlikte izleyiciye kaba bir şekilde boca edilen ‘cehalet’ bariz bir şekilde sırıtmaktadır.
Psikiyatrist Peri’nin Yoga ve tütsülerde aradığı huzuru, erkeklere mesafeli, ama bitmeyen beklenti içerisindeki nevrotik tutumları ve sıklıkla anne babasını, içinde yaşadığı toplumdan uzak bir şekilde yetiştirdiği için suçladığı anlardaki özeleştirel psikolojik dışavurumu, aynı zamanda senarist için de geçerliydi.
Ancak bu özeleştirinin mahiyeti, Seçkin Deniz’in, ülkemizdeki azınlık Ermenilerin gazetesi Agos’un, Ermenistan’ın işgal ettiği Dağlık karabağ’dan Türkiye’nin desteği ile yenilerek kovulması sonrası sosyal medya hesabından yayınladığı “Savaş, diaspora, ulusal marşlar, toprak, şehitlik.. Brecht'in dediği gibi, duygular tarihsel midir? Arjantin'de yaşayan akademisyen, yazar, hak savunucusu Ana Arzoumanian'dan yeni biten savaş üzerine: Kültürel bir olgu olarak savaş” tweetini alıntılayarak yaptığı yorumda gizliydi:
“Yenince değil yenilince felsefesini yaptığınız şey sizin hırslarınızla yüzleşmenizden başka bir şey değildir...”
Dizi’nin teknik olarak eleştirilecek birçok yönü olsa da, bu anlamda yapılacak bir eleştirinin zaman kaybı olmaktan başka bir şey olmayacağı da açıktı. Ateşli bir öpüşme sahnesine ve bir oyuncunun çıplaklığına odaklanan 'sanat'a dair söylenecek çok az şey vardı. Sanat, her şeyden önce bir tuvalette klozete oturttuğu kadın ve erkeğin neresini çıplak gösterebileceğini tasarlayan bir senaristin ya da yönetmenin yapabileceği bir 'meslek' değildi. Kadına ve erkeğe Hollywood taklidi 'sinkaf'lı küfürler ettirmek de sanat değildi.
Senarist, Peri’nin annesine söylettiği, “Şimdi de moda bu; illa biri kapatacak başını bütün dizilerde” cümlesindeki Freudyen bilinçaltının bütün öfkesini ‘Bir Başkadır’ı yazarak ve yöneterek, kendisiyle aynı ideolojik akışta yürüyen Netflix’te yayınlatarak ‘Kötü Sanat’la dışa vurmuş, dinî değerleri ve izleyicilerin ruhlarını tâciz etmiş, “Hayatları farklı, hayalleri farklı, korkuları farklı. Birbirlerine zıt görünseler de yolları kesiştiğinde sınırlar ortadan kalkacak ve hepsi birbirinin hayatına dokunacak.” diyerek seyircileri aldatmıştı; basit, sinsi, kışkırtıcı ve izledikten sonra da iğrenç etkisini sürdüren bir wamp diziydi.
Dizi ile İlgili Teknik Bilgiler:
Yönetmen: Berkun Oya
Yardımcı Yönetmen: Damla Kırkalı
Senaryo: Berkun Oya
Editör/Kurgu Yönetmeni: Ali Aga
Oyuncular: Öykü Karayel- Meryem, (Yasin'in kardeşi), Fatih Artman-Yasin (Meryem'in abisi, Ruhiye'nin eşi), Defne Kayalar- Peri (Meryem’in gittiği psikiyatrist), Funda Eryiğit- Ruhiye (Yasin'nin eşi), Settar Tanrıöğen- Hoca (Hayrunisa'nın babası, Mesude'nin eşi) Tülin Özen-Gülbin (Peri’nin gittiği terapist doktor, Gülan'ın kardeşi, Rezan'ın ablası), Derya Karadaş- Gülan (Gülbin ve Rezan'ın ablası), Alican Yücesoy- Sinan, Bige Önal-Hayrunisa (Hoca ve Mesude'nin kızı), Öner Erkan- Rezan (Gülbin ve Gülan'ın kardeşi), Nesrin Cavadzade- Melisa (Peri’nin yakın arkadaşı, tv dizi oyuncusu), Gökhan Yıkılkan-Hilmi, Gülçin Kültür Şahin -Mesude (Hoca'nın eşi, Hayrunisa'nın annesi ), Taner Birsel-(Peri'nin babası, konuk oyuncu), Nur Sürer, (Peri’nin annesi, konuk oyuncu)
Görüntü Yönetmeni: Yavuz Yavru
Orijinal Müzik: Cem Yılmazer
Uygulayıcı Yapımcı: Erhan Özoğul
Yapım Tasarım; Aslı Dadak Barış Yıkılmaz
Işık Şefi: Arif Çizmeci
Filmin Türü: Dram, Sosyal Konulu Drama Dizisi
Orijinal Adı: Bir Başkadır
Yapımcılar: Berkun Oya, Ali Farkhonde, Nisan Ceren Göçen
Yapım Sorumlusu: Azat Yeşilbaş
Yapım Koordinatörü: Sina Saral
Yapımcı Şirket: Krek Film
Yapım Yılı: 2020, 1. Sezon
Yapım Ülkesi: Türkiye
Orijinal Dili: Türkçe
Yayın Formatı: Dijital
Yayınlanan Dijital Platform: Netflix
1. Bölüm Yayın Tarihi: 12 Kasım 2020 (Türkiye)
Süresi: 41- 59 dakika (değişken)
Web Sitesi: https://www.netflix.com/tr/title/81106900
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.