Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Hayır yani “kaba sıvacı” diyen sıvacı olduğumu nereden bilmişti? Nasıl bilmişti? Telefonu yanlışlıkla alet çantasına koymuş olmalıyım! Yok, kadının günahını almayacağım."
Hangi kirli el o telefonu alet çantama koydu bilmiyorum. Bak valla billa bilmiyorum! Yalanım varsa iki gözüm önüme aksın! O el benim elim değildi. En azından bile isteye, iradi olarak benim elim yapmış olamaz. Hayır, kabul etmiyorum! Dünyada kabul etmem! Etmem işte! Ama ne çare.. kaçıyorum işte! Bir suçlu gibi, bir eli uzun gibi.. işin kötüsü bir daha kim bana iş verir? Bir duyulursa -ki günümüzde duyulmamanın imkânı yok, herkesin elinde video, fotoğraf çeken alet, yani telefon var ve beni çektiklerini görmedim, desem yalan olur, on beş yaşlarında bir genç önüme çıkıp telefonunu bana çevirdi, yüzümü kapatmaya çalıştım ama.. akşam haberlerinde kesin çıkar- mahvoldum demektir. Kim bana bir daha iş verir? Mahvoldum ben!
Ne bekliyordunuz ki? Sıradan biri işte!
Ne umuyordunuz ki? Kaba sıvacının biri işte!
Ondan ne olur ki? Kaba sakal işte!
Peşim sıra geliyor bu sesler. Kaçıyorum! Kurtulacağımı ummadan. Yine de kurtuldum. Yani şimdilik. Sıradan birinin sıradan umudu! Sıradan biriyim işte. Sıradan biri. Sıradan birinin sıradan günü olur, sıradan beklentileri vardır, sıradan hevesleri. Benim de öyle. Sıradan biri güne nasıl başlar? Sürekli biri işi varsa işe gitmek için uyanır. Alelacele demlenmiş çayından iki üç bardak içer, bir somun ekmeğe -benim gibi ağır bir işte çalışıyorsa elbet- on on beş adet zeytin yahut bir kilonun dörtte biri beyaz yağlı peyniri katık eder ve yola düşer.
Ben sıvacıyım. Mevsim kış. İş yok. Boş gezenin boş kalfası zamanlardayım. Sabah erkenden kalkmama gerek yoktu. Bu yüzden kalkmadım. Alelacele bir kahvaltı yapmadım. Hem ne zeytin, ne de peynir var. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. O yüzden yatakta tembellik yapmıştım. O kahrolası telefona cevap vermeseydim bu olanlar olmazdı gibime geliyor. Hepi topu bir balkon boyanacaktı. Öyle demişti telefondaki tanıdık ses. Öyle büyükçe bir yer de değilmiş. Kendisinin işi olmasaymış gidermiş. Hazır benim de bir işim olmadığına göre bir yevmiye kazansam iyi değil miymiş? Elbette iyi olurdu niye olmasın? Da bir balkona yevmiye verirler miydi? Yevmiyem mi? Yüz elliden aşağı yevmiye almam. Bunu biliyordu telefon eden. Emin misin? diye sorup teyit peşine koşmuştum.
Hani sevinmedim desem yalan olur. Bir balkonun boyanmasından ne olur ki? Hem niye sadece balkonu boyatıyorlar ki? Su falan girdiyse yeniden girer, boşuna boyatmış olmazlar mı? İyi de sana ne dedim, kendi kendime. İş işte. Cebin para görecek belanı mı arıyorsun? Sen alacağın yevmiyeye bak. Kendimi iknaa çalışıyorum! Keşke çabalamasaydım. Durup anlatsaydım, kaçmasaydım herhalde bir yanlışlık olduğunu kabul ederlerdi. Nedense ürktüm, korktum, kaçtım. Biliyorum yanlış yaptım. Sıradan biri olmanın gereğini yerine getirmek yerine kaçmayı seçtim.
Balkonun arka duvarı kâğıt kaplamaydı. Boyanmayacaktı. Dört kısa duvar. Demir parmaklıklar bile boyanmayacak. Görünce sevinmedim değil. Yarım güne, ne yarım günü bir bilemedin bir buçuk saatte bitecek işi için tam yevmiye. İçime sinmese de.. eh işlerin kesat olduğu bir demde içine sinmese ne olacak. Boya işi benim işim değil, sanılmasın. Bir boyacı kadar olmasa da boya işini bilirim, anlarım, yaparım, yaptım da, hem kaç kere. Zerre damla düşürmedim hiçbir zemine, şimdiki balkon zeminine de. Düşse de gerekli önlemleri almıştım her usta boyacı gibi. Camlara bile -ki kocaman iki cam vardı- naylon çektim. Tamir edilecek bir iki yer vardı onları da bir güzel tamir edip boyamı bitirdim. Eşyaları mı alet çantasına yerleştirdim. Ev sahibi, boya işini yaptıran dul kadına,
- Hanım efendi işi bitirdim, bir bakın isterseniz.. beğenmediğiniz yer varsa bir kere daha üzerinden geçeyim, dedim. Kadın geldi baktı.
-Eline sağlık, güzel olmuş.. hem temiz de çalışmışsın.. yerlerde nokta olsun boya yok! Dedi. Artık yaza evin boyacısı sensin! diye de ekledi gülerek. Buraya kadar her şey normal. Kadın telefonunu aramaya koyuldu. Komşusuna mı haber verecekti, onu bekleyenler mi vardı her neyse.. elinde benim yevmiye, oradan oraya telefonu arıyor. Telefon yok.
- Nereye bıraktım? Diye söyleniyor. Sonra holdeki sabit hattan telefonunu çaldırdı. Telefon yakında olmalı. Sesi ikimiz de rahatlıkla duyuyoruz. Hem pek yakında. Ben kapıya yönelmişim. Elimde alet çantam. Şu parayı ver de gideyim diyorum, içimden. Kadın sabit hattın ahizesini yana bırakıp sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyor. Ses benden yana gibi. Bana bakıyor kuşkulu kuşkulu. Şey diyorum, ceplerimi gösteriyorum. Pantolonumun ceplerini dışarı çıkarıyorum. Ve fakat ses hala benden yana çıkıyor gibi.
- Bir yanlışlık olmalı, diyorum..
- Çantanı aç, diyor dul kadın, Allah’ın cezası alet çantasını aç! diye bağırıyor. Aman Allah’ım! O ne bağırma öyle! Diğer dairelerin kapıları açılıyor, sesler.. alet çantasını bıraktığım gibi koşuyorum.. sesler geliyor..
- Yakalayın şu hırsızı!
- Vay namert vay!
- Ne bekliyordunuz ki? Sıradan biri işte!
- Ne umuyordunuz ki? Kaba sıvacının biri işte!
- Ondan ne olur ki? Kaba sakal işte!
Hayır yani “kaba sıvacı” diyen sıvacı olduğumu nereden bilmişti? Nasıl bilmişti? Telefonu yanlışlıkla alet çantasına koymuş olmalıyım! Yok, kadının günahını almayacağım. Tamam çantayı yerleştirip kapı önüne bıraktıktan sonra kadına yaptığım işi göstermek için yeniden balkona döndüğümde kadının balkona biraz geç gelmesini başka bir şeye yormayacağım.. yevmiye neyse de.. gitti bizim alet çantası!
Cemal Çalık, 27.11.2020, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.