Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Sonsuz Ark'ın Notu:
Çevirisini yayınladığımız analiz, ABD'nin Ortadoğu'da ve Türkiye'de askeri darbe ve kaos adına, iç savaşlar ve terör örgütlerinin inşâsı, organizasyonu, hedef ülkelere sevki konusunda uzman sorumlu, 17-25 Aralık 2013 FETÖ Yargı ve Emniyet Darbesi'nden 15 Temmuz 2016 FETÖ Askerî darbesine kadar Türkiye'nin varlığını hedef alan tüm organizasyonların en aktif direktörü olan Graham E. Fuller'e aittir ve şaşırtıcı bir şekilde Türkiye'nin bağımsız politikalar üretmesine odaklanmaktadır. İran'da 1979'da mason Humeyni'ye yaptırıldığı gibi, Türkiye'de de FETÖ lideri mason Gülen'in 'Halife' olacağı bir sistem kurmak amacıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan kurtulmak için ABD-Avrupa'nın bütün güçlerini kullanan ve Trump döneminde de ABD'nin Türkiye politikalarını etkileyen Fuller'in, Joe Biden'in seçildiği 2020 sonlarına doğru, "Türkiye’yi “kontrol edebilme” açısından bakıldığında; NATO, AB ve hatta Rusya ve Çin de bu kontrol eksikliğinden dolayı hüsrana uğrayabilir. Yine de bu ilişki durumu, dünyanın karmaşık bir bölümünde yeni ve gelişen, kendisi tarafından belirlenmiş kimlik ve özgüvenini keşfederken kaslarını esneten bir Türkiye'yi yansıtıyor. Anlamanın anahtarı, Batı'daki bizlerin Türkiye'nin ne olmasını istediğimize değil, Türkiye'nin dünyadaki yerini günümüzde nasıl gördüğüne bakmaktır. Peki şimdi Ankara'yı yönlendiren en önemli etkenler nelerdir?" diyerek Türkiye gibi dev köklere sahip bir devleti anlama ve anlatma çabasındaki dönüşümü dikkat çekicidir. Kuşkusuz Fuller, şeytanî tezgahlarını kurarken de bu 'anlama ve anlatma' çabasında kullandığı bilgilere vakıftı. Şimdi değişen ne vardır? Fuller, "ABD, uluslararası siyasette giderek hakim rolünü kaybetmeye devam edip yeni bölgesel güçleri kabul etmek zorunda kalırken; Türk hırslarının temelini ve yayılma alanını anlamak, önümüzdeki yıllarda onunla ilişkileri yönetmek için vazgeçilmezdir." dese de, Erdoğan halen Cumhurbaşkanı ve onu indiremeyen Fuller ve patronları, Türkiye'ye yönelik CAATSA yaptırımlarının senatodan da geçtiği bugünlerde 'Öyleyse tüm bunlar sadece Yeni Osmanlıcılık mı? Hayır, bundan çok daha fazlası.' diyerek Joe Biden'a ne gibi bir perspektif çiziyorlar? Analizin, bu bağlamda bizim için şaşırtıcı olmadığını ancak Fuller'in enforme ettiği yapılar için çok şey ifade ettiğini söyleyebiliriz; strateji değişikliğine giden Fuller ve efendilerinin Türkiye'ye yönelik tehditlerinin "Tüm bu hırslara sahip Türkiye, özellikle ekonomisi geriledikçe, gerçekten başa çıkabileceğinden daha büyük bir lokmayı ısırıyor olabilir." cümlesinden görülebileceği üzere, derinleştiğini düşünüyoruz.
Seçkin Deniz, 12.12.2020
Is Turkey Out of Control?
Türkiye kontrolden çıktı mı? Bu, şu anda ABD ve bazı Avrupa politika çevrelerinde dolaşan pek çok analizin ortak fikri gibi görünüyor.
Ancak buna verilecek kısa cevap; hayır, öyle değil. Yine de, “küresel liderliğinin” durumuna dair kendi dar ve bencil saplantısıyla ABD'nin buna inanması anlaşılabilir olabilir.
Türkiye’yi “kontrol edebilme” açısından bakıldığında; NATO, AB ve hatta Rusya ve Çin de bu kontrol eksikliğinden dolayı hüsrana uğrayabilir. Yine de bu ilişki durumu, dünyanın karmaşık bir bölümünde yeni ve gelişen, kendisi tarafından belirlenmiş kimlik ve özgüvenini keşfederken kaslarını esneten bir Türkiye'yi yansıtıyor.
Anlamanın anahtarı, Batı'daki bizlerin Türkiye'nin ne olmasını istediğimize değil, Türkiye'nin dünyadaki yerini günümüzde nasıl gördüğüne bakmaktır.
Peki şimdi Ankara'yı yönlendiren en önemli etkenler nelerdir?
Türk İmparatorluk Geleneği: Yaklaşık yedi asırdır Osmanlı İmparatorluğu, diğer herhangi bir Müslüman imparatorluğundan daha büyük bir coğrafi alana hükmetti. Türk hükümdarlarının tarihi hafızası, geniş jeopolitik terimlerle düşünecek şekilde eğitilmiştir. (Bkz. Örneğin Netflix'teki “Ottoman Rising” [Osmanlı Yükseliyor].) (İmparatorluğun) Hindistan ve Endonezya'da bile nüfuzu vardı.
Aslında, modern Türk devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yönetiminde, dar tanımlanmış bir modern Türk ulus devletinin sadece kısa bir dönemi söz konusuydu. Ancak bu tür bir Türk jeopolitik düşüncesinin modası artık geçmiş durumda. Öyleyse tüm bunlar sadece Yeni Osmanlıcılık mı? Hayır, bundan çok daha fazlası.
Türkiye'nin çağdaş jeopolitik vizyonu: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bugün Türkiye'de iş başında olan büyük jeopolitik vizyonla anılabilir. (Bu vizyon), Türkiye'nin bir Avrupa gücü, bir Balkan gücü, bir Akdeniz gücü, bir Orta Doğu gücü, bir Kuzey Afrika ve hatta sınırlı bir Afrika gücü, bir Kafkas gücü, bir Orta Asya gücü, bir Avrasya gücü ve özellikle Müslüman bir güç olarak kabul edilmesi gerektiği şeklinde özetlenebilir. Tüm bu hırslı iddialar için bol miktarda tarihsel gerekçeler var. Ve bu tarihsel köklü vizyon bir kez aşılandığında, sonraki herhangi bir Türk lider tarafından önemli ölçüde tersine çevrilmesi olası değildir.
Türkiye ve İslam: Bugün Ortadoğu'daki iki büyük İslami rakip, uzmanların da kabul edeceği gibi İran ve Suudi Arabistan değil, Türkiye ve Suudi Arabistan’dır. Türkiye, Riyad'a karşı konulamaz biçimde güçlü bir jeopolitik rakiptir. (Türkiye) Popüler İslami mistisizme (Sufizm) - Riyad'ın nefret ettiği niteliklere - sempati ile bakan ılımlı ana akım Sünni İslam'ı temsil ediyor. Erdoğan 2013 yılından bu yana ülke içindeki muhaliflere karşı gittikçe sertleşmesine rağmen, ülke teknik olarak hala bir demokrasidir ve Erdoğan ciddi öneme sahip yerel seçimleri kaybetmiştir. Ancak Suudi Arabistan'ın yöneticileri ve çoğu Arap devleti otokratları, herhangi bir biçimde demokrasi düşüncesi karşısında titremektedir.
Gerçekten popüler demokratik İslamcılık, Riyad'ın en büyük kabusudur. Bu nedenle, çağdaş İslamcı hareketler arasında demokratik kurumları kabul eden, seçimlere katılan, nispeten ılımlı olan ve onlarca yıldır Filistin dışında hiçbir yerde terörizme karışmayan Müslüman Kardeşler'den korkuyorlar. Bu yüzden Müslüman Kardeşler'in bölgedeki pek çok kişi tarafından "terörist örgüt" olarak tanımlanması gülünçtür; her ne kadar saf Amerikalı politikacılar, Mısır-Suud-İsrail destekli bu nitelemeyi desteklemeyi uygun buluyorlarsa da. Suudiler ve Mısırlılar, Müslüman Kardeşler'in askeri bir darbeyle devrilene kadar demokratik süreçlere kabul ve katılımından (2012'de Mısır'da bir seçim kazandılar) korkuyorlardı.
Bu arada, ne ABD’nin Pentagonu ne de Dışişleri Bakanlığı, Kardeşler'in bir "terör örgütü" kriterini karşıladığını düşünmüyor. Suudilerin Katar rejimini devirmeye çalışmasının sebeplerinden biri de, Katar’ın da Müslüman Kardeşleri bir terör örgütü olarak değerlendirmemesidir. Ayrıca Körfez krallarının hepsi, bugün Arap dünyasında ifade özgürlüğüne en yakın şeyi temsil eden Katar merkezli El Cezire uydu TV'sinden nefret ediyor. Katar, Ankara gibi, siyasetteki geleceği bir süre birden çok Müslüman ülkede yasalara uygun olacak, nispeten modern ve ılımlı bir İslamcı örgütle bağlarını koparmak istemiyor. Katar, tesadüfi olmayan bir şekilde, Türkiye'de önemli bir yatırımcı ve finansal destek kaynağı olurken, Türkiye Katar'a askeri destek veriyor.
Müslüman Dünya Liderliği: Türkiye bugün, kilit anlamda olmasa bile dünyadaki Müslümanların sesi olma anlamında önemli bir rol oynamak istiyor. Bu iddialı hedef, diğer rakip Müslüman devletler tarafından her zaman iyi bir şekilde karşılanmamaktadır. Ama burada şunu sormalıyız: Müslüman çıkarlarının sözcüsü olarak başka kim böyle bir iddiada bulunabilir? Riyad mı?
Suudi Arabistan, nüfuzu sadece, Mekke ve Medine'deki Müslüman Kutsal Mekanları’na sahip olmasının yanı sıra; fakir Müslüman ülkeler arasında İslam'ın hoşgörüsüz Vahhabi biçimini yaymak için kullandığı petrol hazinesinin gücünden kaynaklanan jeopolitik bir şakadır. Aksi takdirde, acımasızca ifade edilirse, Suudi Arabistan, (Hz. Muhammed'in doğum yeri olması ve O’nun tarafından kurulan ve hızla kuzeye doğru kayan ilk küçük Müslüman devleti olduğu kısa dönem olması haricinde) tarihi derinlikten yoksundur. Ciddi bir yerel kültürü, entelektüel derinlik geleneği, bilim veya teknolojisi, inovasyonu yoktur; donmuş dinsel zihinlerin olumsuz etkileri altında, petrolden başka bir ekonomisi olmayan, hala önemli ölçüde yabancı göçmenler tarafından yönetilen bir ülkedir. Sahip olduğu İslam'ın Vehhabi formu, esas olarak İslam’da haram (dinen yasak) olarak kabul edilmesi gereken her şeyin harmanlanmasına dayanan ve ayrıca hangi Müslümanların meşru Müslümanlar olarak kabul edilmemesi gerektiğini (tekfir) belirleyen dar ve dışlayıcı kriterleri teşvik eden, yozlaşmış ve çökmekte olan bir Kraliyet Ailesi’nin yönetimi altında (Suudi Arabistan’ın) İslami vizyonu zayıflatılmıştır. Daha demokratik bir sürece benzeyen herhangi bir şeye karşı hastalıklı bir korkuya sahiptir.
Mısır, yaklaşık yarım yüzyıl önce Orta Doğu'da önemli bir jeopolitik rol oynadı ancak Camp David anlaşmalarında iğdiş edilerek bu süreçten sağ çıkamadı; bugün, acımasız bir diktatörlük altında fakirleştirilmiş ve vizyonsuz bir durumda. Peki Müslüman dünyasında başka hangi devlet söz sahibi olabilir? İran, bir anlamda tarihi ve kültürel derinliğe ve çeşitli, kendi kendine yeten bir ekonomiye, entelektüel güce ve kötü tasarlanmış ve ona karşı sakatlayıcı yaptırımlar kaldırıldığında kendisine iyi hizmet edecek bir devlet geleneğine sahip. Endonezya önemli bir yarışmacı olabilir ancak sadece gelecek bir zamanda.
Kısacası, Türkiye’nin Müslüman Dünya çıkarlarının kendi kendini tayin eden sözcüsü olarak rolüne çok az rakip var. Mısır'ın 1960'lardaki Pan-Arap lideri Cemal Abdül Nasır'a neden pan-Arap davasını benimsediği soruldu. Bunu, "Mısır açıkça aktör arayışında olan bir rolü benimsedi" diye yanıtladı. Kısacası, kavradığı zamanın ruhuna cevap veriyordu. Aynı şey bugün Türkiye'de Erdoğan için de söylenebilir - Aksi halde büyük ölçüde derin bir kargaşaya saplanmış görünen Müslüman bir dünyada bir tür liderlik ve vizyon için aşikar bir ihtiyaç.
Türkiye'nin, İsrail'in Körfez yöneticileri tarafından aceleyle tanınmasında Filistinlileri kaderine terk etmeyi düşünmemesi, Müslümanlara yönelik zulmün en büyük modern meselelerinden biri hakkında meşru bir şekilde konuşması için bir sebeptir. Müslümanların çoğu da aynı fikirdedir.
Türkiye ve İran: Mısır’dan ayrı olarak bu iki devlet, muhtemelen Ortadoğu'nun iki ağır siklet devletini temsil ediyor. İran'ın sahip olduğu rol daha da güçlenebilir fakat azalmaz. Ankara ve Tahran, birkaç yüzyıl önce ciddi Sünni-Şii rakiplerdi ancak büyük bir ortak sınıra sahip olmalarına rağmen, bir asırdan fazla bir süredir aralarında hiçbir savaş olmadı. İslam cumhuriyeti, bölgede ezilen Şiilerin haklarını savunuyor ancak kendisini “Şii gücü” olarak değil, Müslüman bir güç olarak görüyor. İran, Müslüman Kardeşler de dahil olmak üzere birçok Sünni grupla iyi ilişkiler arayışı içinde olmuştur. Doğrusu şu anda Batı'ya düşmandır – Bu, her iki tarafın da aynı suç ve paranoyayı paylaştığı bir durumdur.
Batı ile olan bu açmaz sonsuza kadar sürmeyecek. Ancak İran, Türkiye gibi, Ortadoğu'nun sömürge karşıtı, batı karşıtı geleneklerinin çoğunu paylaşıyor. Beğenin ya da beğenmeyin, bu gelenekler ve dürtüler hala Fas'tan Çin'e, aşağıda Afrika’ya ve Latin Amerika'ya kadar gizli bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Türkiye ve İran, birkaç taktik jeopolitik rekabet nedeniyle birbirleriyle problemli komşu olabilirler ancak bu rekabetin kontrolden çıkması pek olası değil. Ve İran, Türkiye'den bile daha fazlasıyla bir Avrasya gücüdür; bu nedenle, Rusya ve Çin için ve belki de önümüzdeki on yıllar boyunca dünya jeopolitiğinin en önemli parçası olacak Pekin'in Tek Kuşak Tek Yol hırsları için büyük önem taşımaktadır.
Avrupalı bir güç olarak Türkiye: Türkiye'nin NATO üyeliği, Avrupa jeopolitik düşüncesinde ona önemli bir konum sağlıyor. Ankara'nın mülteci meselesini manipüle etmesi de Avrupa'yı endişelendiriyor. Türkiye şu anda yaklaşık dört milyon insanı ülkeye kabul etti – bu rakam, dünyadaki tüm mültecilerin yaklaşık olarak % 64'ünü oluşturuyor. Bugün Almanya'da yaşayan yaklaşık yedi milyon Türk'e rağmen Avrupa, kısmen Müslümanlara karşı kültürel önyargılar nedeniyle Türkiye'yi AB'ye kabul etmekte her zaman isteksiz olmuştur. Türkiye'nin Rus yapımı S-400 uçaksavar sistemini satın alması NATO'yu derinden rahatsız ediyor. Ancak NATO ve AB sıkışmış durumda. Türkiye teknik olarak Avrupa'nın bir parçasıdır; NATO, Batı’nın büyük strateji masasında Ankara'nın yer almasını sağlamaktadır. Türkiye o yeri muhafaza etmek isteyecektir.
Avrasya gücü olarak Türkiye: Türkler etnik olarak Asya kökenlidir, binyıl önce Baykal Gölü'nden batıya göç etmişlerdir. Türk dili, dil yapısı bakımından Japonca ile Farsça veya Arapça’dan daha fazla ortak noktaya sahiptir (Japonca ile ilgisi olmasa da). Çeşitli Türk kabileleri bin yıldan fazla bir süre batıya doğru göç etti ve Osmanlılar nihayetinde Anadolu'ya geldi. Ancak diğer Türk halkları hala Avrasya'ya dağılmış durumda: Uygurlar, Özbekler, Tatarlar, Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Azeriler - nispeten yakın dillere sahipler. Dolayısıyla Orta Asya, Türkiye'nin tarihsel belleğinde hâlâ önemli bir yer tutuyor ve onlarla daha yakın bağlar arıyor.
Rusya'nın görüşleri: Rusya tarihsel olarak, yüzyıllar boyunca tüm bu Türk halklarını (Çin'deki Uygurlar hariç) kucaklayan çok etnikli Rus İmparatorluğu'na yönelik potansiyel ayrılıkçı bir tehdit olarak pan-Türkizmden korkmuştur. Rusya, Orta Asya'daki Türk bağları ve çıkarlarından hala rahatsız. Fakat dünyadaki büyük bir orta güç olarak Türkiye, Rusya'nın görmezden gelemeyeceği kadar önemli. Nitekim Moskova, gerilimlere rağmen Türkiye ile iyi bağları sürdürmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Bu, Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını andırıyor –bağlantıları koparmak için çok önemli bir güç olduğundan Moskova gönülsüzce buna katlanıyor — Türkiye’nin de Avrupa yakasında bir diken olmasından her zaman memnun.
Türkiye ve Çin: Çin'in Avrasya'daki devletleri Avrupa'ya bağlayan son derece iddialı Tek Kuşak Tek Yol’u, bu yüzyılın en vizyoner projesi ve küresel düzeni yeniden şekillendirmeyi vaat ediyor. Türkiye bunun bir parçası olmak istiyor ve Pekin de aynı fikirde. Türkiye, Orta Asya'daki Çin varlığının olası bir kolaylaştırıcısı olabilir, aynı zamanda potansiyel bir rakip de olabilir. Burada, özellikle Uygur meselesi gibi Müslüman duyarlılıklarını içeren potansiyel Müslüman dayanışması sorunları ortaya çıkıyor. Çin, Orta Asya'da İslam'la uğraşmak zorunda kalacak – Türkiye bu konuda ona yardım edebilir. Türkiye'nin Çin ile ilişkilerinde zaman zaman gerginlikler ve bir miktar rekabet yaşanacak ancak her ülkenin diğerine göre arz ettiği önem nedeniyle, bu ilişki uzun vadede kalıcı olacaktır. Rusya'da olduğu gibi, Yeni İpek Yolu projesi ilerledikçe Çin ve Türkiye'nin de birbirine ihtiyacı var.
Tüm bu hırslara sahip Türkiye, özellikle ekonomisi geriledikçe, gerçekten başa çıkabileceğinden daha büyük bir lokmayı ısırıyor olabilir. Ama, Türkiye'nin “sadık bir Batı müttefiki” olduğu eski güzel günlerin nostaljisi içindeki Batı için o günler sonsuza dek geride kaldı.
ABD, uluslararası siyasette giderek hakim rolünü kaybetmeye devam edip yeni bölgesel güçleri kabul etmek zorunda kalırken; Türk hırslarının temelini ve yayılma alanını anlamak, önümüzdeki yıllarda onunla ilişkileri yönetmek için vazgeçilmezdir.
Graham E. Fuller, 2 Aralık 2020, GrahamEFuller
Tamer Güner, 12.12.2020, Sonsuz Ark, Stratejik Araştırma, Çeviri
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.