Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"‘Yer Yazarı’nın insanın inanma ihtiyacının nasıl sömürüldüğünü ve inanan insanların nasıl aldatıldığını anlattığı bölüme dokunmadan romana almak daha doğru olacaktı. Çünkü zihnimin akışını düzenleyebilmem için onun metinlerinin analitik serin akışına ve psikolojik ve psikososyal çözümlemelerine ihtiyacım vardı, en büyük kolaylığı da bana Kur’an’a olan yakınlığı sağlıyordu."
Elbette hiçbir şey kendiliğinden olmamıştı. Sufizm’in İslam’a bozmak için tasarlanmış ve ustalıkla İslam’ın içine yerleştirilmiş bir ‘Gölge Din’ olduğuna emindim. ‘Yer Yazarı’ geçmişten bugüne doğru yaptığı araştırmalarda, Tur Dağı’na çıkan Allah’ın elçisi Musa’ya sırtını dönenlerin sorumluluğunu tespit etmiş ve anlatmıştı. Herkesin gerçeği bilmesi için büyük çaba harcamıştı.
Kökleri insanlık tarihine kadar uzanan, Firavun’un büyücülerinden Samirî’nin izinden gidenlerin gizlice örgütlendiklerini, Allah’ın Elçisi Süleyman’ın yaptırdığı mabede şeytanî simgelerini işlediklerini ve nesilden nesile bir silsile halinde binlerce yıldır dünyada var olduklarını ve bugün dünyaya hâkim olduklarını anlatıyordu. Onlar Musa’dan sonra gönderilen her elçinin etrafını kuşatmış, onu ya öldürmüş ya yalnız bırakmış ya da getirdiği ilahî mesajları tahrif ederek Allah’ın yoluna oturan ve insanları Allah’a doğru gitmekten alıkoyan Şeytan’ın hizmetkârları olarak, Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların dinlerini bozmak için bıkmadan, usanmadan ve sabırla çalışmışlardı.
Binlerce yıl boyunca Yahudileri ve Hristiyanları onlarca parçaya ayırdıktan ve onların kitaplarını, dinlerini bozduktan sonra, Allah’ın Elçisi Muhammed’in ölümünden sonra Müslümanları önce ‘Harici’ hançeri ile ikiye ayırmış, sonra da, dinleri için kaygıya düşen insanları aldatarak Hariciler’e karşılık Şiî ve Sünnî denilen iki parça daha çıkarmış, her iki parçaya da nüfuz ederek kontrolü altına almış ve İslam’ı ve Müslümanları onlarca parçaya ayırmış, sonra da derin bir karanlık üreterek bu karanlığı derinleştirmeye ve yönetmeye devam etmişlerdi.
Bunların inşâ ve imâr ettiği Sufizm, hem Şiilerin hem de Sünnilerin efendileri olarak tanzim edilen ve müridlerini gece-gündüz görüp gözetleyen, koruyan olağanüstü kerametler gösterdikleri iddia edilen Şeyhler’in oluşturduğu itaat zincirleri ile Müslümanların büyük çoğunluğunu birer putpereste dönüştürmeyi başarmış görünüyordu. Elbette yine bu pagan dinine dönüştürme operasyonuna karşılık en büyük direnç bugün Sünnî olarak tanımlanan ve Sufizm’in tehditlerinin farkına varan Müslümanların arasından çıkıyordu. Yalnız değildik, ancak birlik de değildik, birbirimizden habersizdik çoğunlukla.
Okuduğum metinlerdeki somut gerçeği romana aktarırken, bugün yaşadığımız hemen her şeyle ilgili bütün sınırlamaların, ölçülerin ve amaçların kimler tarafından konduğunu ve korunduğunu anlamaya ve ilişkiler ağının tarihin en eski çağlarına doğru nasıl belirginleştiğini yansıtmaya çalışıyordum. Ayetler ‘Yer Yazarı’nın temel teorik yaklaşımlarının ne kadar sağlıklı olup olmadığını denetlememi sağlayan en büyük yardımcılarımdı.
‘Yer Yazarı’, bin dört yüz yıldır korunmuş bir şekilde insanların okumasını bekleyen apaçık beyanları ve ilkeleriyle Kur’an’ın okunup anlaşılmaması için yapılanların Sufizm’in ürettiği derin karanlıkla ilişkili olduğunu, ancak her devirde bu karanlığın farkına varanların iktidar araçları ile baskı altına alınarak susturulduğunu söylüyordu. ‘Gök’ ve ‘Yer’ arasındaki bağı koparmak, insanları, Allah’a iman ve itaatten koptuklarını hissettirmeden kontrol altına alarak Allah’tan başka varlıklara, antik Yunan tanrılarına benzetilen insanlara tapınan birer putpereste dönüştürmek büyük ve şeytanî bir ustalık gerektiriyordu. Bu tuzağı çözmemiz yetmiyordu, bunu insanlara da anlatmak gerekiyordu ve bu konuda en büyük gücümüzü Kur’an’dan alıyorduk.
Âl-i İmrân Suresi 20-25. ayetler: ‘Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele. Onlar, amelleri, dünyada da, ahirette de boşa gitmiş kimselerdir. Onların hiç yardımcıları da yoktur. Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor musun ki, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor. Bunun sebebi, onların, “Bize, ateş sadece sayılı günlerde dokunacaktır.” demeleridir. Uydurageldikleri şeyler dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır. Bakalım, kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit, hâlleri nice olacaktır.’
Zihnim aralıksız bir şekilde işliyordu. Bazen rüyamda romanı yazmaya devam ettiğimi görüyordum. İşlerimle roman arasındaki zihinsel etkileşim beni sarsıyordu; direncimi korumaya çalışıyordum. Bu romanı yazmak bir başkasının işi olmalıydı, herhangi bir ‘işi’ olan ve ağır sorumlulukları bulunan benim değil. Ama biraz düşününce, beni neden seçtiklerini daha iyi anlıyordum.
Onlar mesleğim ve hâfızlığım dolayısıyla beni seçmişlerdi ve kendi araştırmaları sonucunda elde ettikleri bulguların doğruluğunu analitik soruşturma becerilerimin de katkısıyla Kur’an’la denetleyebilecek biri olduğuma karar vermişlerdi. Çaresiz bir şekilde romana devam etmek zorunda olduğumu bilmek beni daha çok yoruyordu. Bildiklerimizi herkesin bilmesi gerekiyordu. Bu derin karanlığın dağılması için her birimiz birer mum yakmak zorundaydık.
Bu işe bir çözüm bulmalıydım, belki de yıllar sürecek olan bir işi çok kısa sürede tamamlamaya çalışmak doğru bir yaklaşım değildi. Edebî bir kaygım yoktu, ancak yazılanları okuyacak olanların da duyguları ve düşünceleri vardı. Onları kaskatı bir akışla sıkamaz, sıkılanların çekip gitmelerine neden olacak şeyler yapamazdım.
Bu sorumluluğumun gereğini yerine getirmemek ve yıllar süren araştırmaların sonuçlarının insanlara ulaşmalarını sağlamak yerine engellemek demek olurdu. Özellikle bana duyulan güvenin sarsılmasını asla kaldıramazdım. Bu işi yarım bırakmamalıydım, ancak böyle gidemeyeceğini de biliyordum; başka bir çıkış yolu bulmalıydım. Her ne kadar insanlar her şey için bahane bulup kaçmakta usta olsalar da, son noktada ben ve biz üstümüze düşeni yapmış olacak, insanların çocuklarına bir seçenek sunacaktık. Bizim en büyük sorunumuz onlar kadar organize olamamaktı.
Virginia’ya gitmeden önce bu şeytanî ağın nasıl bu kadar geniş ve karmaşık bir yapıya sahip olduğu sorusunun cevabını netleştirmeyi planlamıştım. CIA ya da Pentagon’un Müslümanların arasındaki egemenliğini ve kontrol gücünü kolaylıkla açıklamak mümkün değildi. Sufizm ya da Masonluk herhangi iki maskeydi sadece. Cinlerle ilişkileri de bulunan Şeytana tapanlar, samimi Müslümanların içinde saklandıkları gibi Yahudilerin ve Hristiyanların da içindeydi ve onlar herhangi bir maskeyle görünmezleşebiliyor ve böylece insanları kolaylıkla aldatabiliyorlardı.
‘Yer Yazarı’nın insanın inanma ihtiyacının nasıl sömürüldüğünü ve inanan insanların nasıl aldatıldığını anlattığı bölüme dokunmadan romana almak daha doğru olacaktı. Çünkü zihnimin akışını düzenleyebilmem için onun metinlerinin analitik serin akışına ve psikolojik ve psikososyal çözümlemelerine ihtiyacım vardı, en büyük kolaylığı da bana Kur’an’a olan yakınlığı sağlıyordu. Çünkü yazdığı metnin ayetlerle bağını da kuruyordu:
“İnsan iradesi üzerinde tahakküm kuran belli başlı güçler vardır. Biz bunları içten dışa doğru incelersek nefsi, aklı, iblisi, aileyi, dâhil olunan küçük grupları- cemaatler, tarikatler, dernekler- toplumu, idarî ve kanunî zorunlulukları ve hepsinin temel çerçevesini oluşturan dinî emirleri ve din dışı postulatları sıralayabiliriz. Saydığımız her bir güç özel bir güçtür. Her bir gücün bireyin özgür iradesi üzerinde kuşatıcı ve baskı kurucu özelliği vardır. İnsana şah damarından daha yakın olan en büyük gücü, Allah’ı, bu baskı gruplarından ayrı tutarak incelememizi sıraladığımız gruplarda sürdüreceğiz.
Dinî emirler, nefsi ve onun isteklerini kontrol etmek isteyen irade için insanın iç huzuruna uygun psikolojik hareket alanının sınırlarını çizerler. 'İrâde’nin kuşkusuz gerekçelerle tâbi olacağı emirler manzumesi bu anlamda çok değerli ve vazgeçilmezdir. Özel olarak Kur’an’ın ve Kur’an’da bildirilen her şeyin reddi mümkün olmayan kesin doğruluğu bu anlamda insanı yanlış inanmak ve yanlış davranmak gibi bir çerçeve içinde boğulmaktan korur.
“...Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık…” (En’am Suresi, 38. ayet)
Aklın İrade’ye hizmet ederken kullanacağı temel kanunları ve önermeleri anlatan, sonrasında İblis’in etki alanlarında insanın duyacağı sığınak ihtiyacını Allah’a kanalize eden, ailesi ve içinde yaşadığı toplumla ilişkilerini düzenleyen ve bu düzenlemeyi temel insan saadetine endeksleyen Kur’an, çocukluktan yaşlılığa doğru sürüklendiğini düşünen insan için bir kurtuluş kaynağıdır. Ve insan, kendisine sunulan eğitim-öğretim kademelerinin hiçbirinde ihlâs dolu bir Kur’an öğreticiliği/öğrenciliği bulamadığının farkındadır. İlk adım, bundan sonraki adımları arkasından sürükleyecektir.”
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş] [1.Bölüm-Gök] [2.Bölüm-Yer]
Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: @SonsuzArk
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.