Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Söz ha meclisten içeri ha meclisten dışarı, hepsi bir. Hepsi birbirinden angarya. Beni böyle söyleten ne? Galiba bu bir muamma olarak sürüp gidecek. Sızlanmaktan medet umacağım. Sızlanacağım. Yükümü bırakacak bir yer arayıp duracağım. Sonra da yine sızlanmanın kucağına düşeceğim. Sızlanmak bana hoş geliyor. Rahatlıyorum."
Her tür tekellüm angarya geliyor. Bir tür tekellüf bile denebilir kalkışacağım herhangi bir tekellüm. Bıktım. Bıktırdılar. Çekip gitmek en iyisi. Kimsenin bilmediği, bilemeyeceği, gelemeyeceği, tahayyül bile edemeyeceği bir yere gitmek. Gölgem bile ağırlık yapıyor. Her tesadüf ettiğim şey derin bir teessüre neden oluyor. Nere var? Ya da öyle bir yer var olabilir mi? Kalmış mıdır dünyada öyle bir yer? Buzlar ülkesinde bile olacağını sanmıyorum öyle bir yerin. Hem gittiğimde içimde biriktirdiklerimi de götürmeyecek miyim? Öyleyse?
Şair kurgularına gerçek dünyada yer yok. Ne diyordu ben-i adem soyundan bir şair “Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için gidilecek yer ne kadar uzak olabilir” yalana bak. Kurguya bak. Yok öyle bir şey. Yok öyle bir yaşam. Ha peki bu söz ne anlama gelir? Hangi kapıyı açar? Uzun uzadıya tahlile gerek yok, bir aldanış. Aldanış ve aldatma edimi. Kendini aldatma yolunda alınmış iyi bir yol, ben-i adem için kendini aldatmanın en kestirme yollarından biri dense yeterli. Benim için ise hiçbir anlamı yok! Bıktım! Bıktırdılar! Bıkkınlığımı atacak bir mecra bulabilsem belki de işler yoluna girer. Girecek. De yok öyle bir mecra. Canımı sıkıyor dansöz gibi kıvırmalar. Alttan almalar, üstten almalar, imalar, en beyhude bir iş için kırk takla atmalar canımı sıkıyor. İçim daralıyor. Nefesim kesiliyor. İniltilerim arşı-ı alaya uzanıyor. Yok, “İçim oyuk derdim büyük anın için inilerim” demeyeceğim, zira bir derdim yok. Hele içimin oyukluğu hepten bana yabancı. Hepten bana el! "Hal böyle iken inildemenin manası ne behey serkeş?" Diyen çıkarsa da herhangi bir tekellümün angarya geldiğini ilan ettiğimi anımsatırım. Söz ha meclisten içeri ha meclisten dışarı, hepsi bir. Hepsi birbirinden angarya. Beni böyle söyleten ne? Galiba bu bir muamma olarak sürüp gidecek. Sızlanmaktan medet umacağım. Sızlanacağım. Yükümü bırakacak bir yer arayıp duracağım. Sonra da yine sızlanmanın kucağına düşeceğim. Sızlanmak bana hoş geliyor. Rahatlıyorum. Öyle böyle bir rahatlık da değil ha! Sızlanmak neredeyse olmayan her derdime bir deva! Evet, bu böyle. İyi de nasıl sızlanmayayım siz söyleyin? Asimile olmuş biri nasıl sızlanmaz? Efendim? Kendimden söz ediyorum. Ben asimile olmuş bir cinim. Apışıp kaldığınızı görür gibiyim bu itiraf karşısında. Bilmez değilim, cinler hakkında öyle ipe sapa gelmez şeyler uydurmuş ki ben-i âdem düzeltmek kabil-i mümkün değil. Ben-i âdem cinleri asimilasyonda öyle mesafeler kat etmiş ki, işin içinden çıkmak için değil bin fırın ekmek yemek milyon fırın ekmek yense yine nafile. İnsanoğlu cinleri kökeniyle bir saymış. Cinlere de saydırmış. Oysa insanoğlu kendi kökenine baksa kökeniyle aynı olmadığını ayrımsasa biz cinlerin de kökeniyle aynı sayılmayacağını, sayılamayacağını şıpın iş anlar ve bize zulmetmekten, kendine enva-i çeşit korku ekmekten vazgeçerdi. Maalesef bu olmayacak iş. İnsanoğlu aceleci. Kendi kökenine, hamuruna bakmayı aceleciliğinden ıskalamış, ıskalamakta devam ediyor. Kendi özü, hamuru hakkında eni konu düşünse, biz cinler hakkında uydurulan -kendi uydurdukları- şehir efsanelerinden kurtulurlar, her biri yerle yeksan olur uydurduklarının. İnsanoğlu demiyor ki “Madem benim özüm, hamurum topraktır, cansızdır, bende toprağın, cansızın hangi özelliği var ki, hamuru dumansız ateş (ışık de sen ona) olan ecinni taifesinin de dumansız ateş özellikleri olsun?” Bu soruyu sormuyor kendine. İşine gelmiyor, işine gelmiyor zira ne kendi dünyasına ne başka alemlere ekecek korkusu kalmaz. Cinlerin de kendileri gibi bedenleri, duyguları, algıları olduğuna bir türlü aklı ermiyor. Ermiyor, çünkü kendisi gibi olup da farklı olandan korkuyor. Farklılıktan, farklılıklardan ödü patlıyor insanın. Biz cinlerin de iki eli, iki ayağı, iki gözü, bir burnu, iki kulağı var. İnsandan tek farkımız beden ısımız. İnsan için yüksek olan ısı bizim için normal olan ısı. Onlar için yaklaşık otuz yedi derece vücut ısısı normalken bizim için otuz sekiz buçuk, otuz dokuz normal. Tüm fark bu. Evet. Tüm fark bu. Gerçi ben bunu bizim taifeye de -cin taifesine- anlatamıyorum. Onların anlamazlığı normal ama! Her biri asimile olmuş ve kendi hamurları hakkında bilgileri yok. Kendilerini insan bellemişler bir kere. Nasıl anlatacaksın? Bıktım. Bıktırdılar. Her tür tekellüm artık angarya bana.
Bizim taife -cin taifesi- insanoğlunun masallarına öyle iman etmiş ki, kendilerinden ürker olmuşlar. Öyle ya cinlerin bir dudağı yerde, bir dudağı gökte. Gözleri kanlı, burunlarından taşan kıllar çam dalı iriliğinde, kulaklar kepçe. Kokuları at fışkısı kokusunda, sesleri cırtlak, uluyorlar mı konuşuyorlar mı belli değil. Ben hakikati dillendiriyorum, bana deliymişim gibi bakıyorlar. Gülüp geçiyorlar dinleme zahmetine katlandıklarında. Yahut eğlence arayışına girdiklerinde,
- Ateşin yükselmiş, abuk-sabuk konuşuyorsun, diye çıkışıyorlar. Akıllarınca beni sinirlendirmek istiyorlar. Oysa benim ateşim insanlarınkinden her dem yüksekti. Tıpkı kendi ateşlerinin yüksek oluşu gibi. Ateşlerinin yüksekliğini izahta insanların uydurdukları yalana sığınarak -hasta olduklarını kabul ederek- rahatlıyorlar. Oysa hasta olmadıkları gün gibi ortada. Ah bunu bir anlayabilseler.. ah bir anlayabilseler, insanların boyunlarımıza vurdukları yulardan, içine soktukları cendereden kolayca çıkıp, kendimiz olarak yaşamanın keyfini çıkaracağız, da olmuyor!
Cemal Çalık, 12.02.2021, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.