Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Ha öğrendim de ne oldu? Hiç! Kahrolası ölüler hala yakamdan düşmediler. Sonra ne oldu? Ha!"
Evet, “Tamam bayım, sonra ne oldu?” diyeceğinizi biliyordum. Söylemiştim değil mi? Bildim mi bilmedim mi? Hadi söyleyin? Bildim! Ne denli inkâra kalkışırsanız kalkışın, inkâr için bin dereden su getirin, öyle diyeceğinizi bildim ve “Tamam bayım, sonra ne oldu?” diyeceksiniz, dedim değil mi? Gözlerinizi öyle belertmeyin? Şaşırmış gibi yapmayın! Duymazdan gelerek ne elde edeceksiniz? Bildim, söyledim ve işte siz de söylediniz. Yönelttiniz o soruyu. Niye şaşırmış gibi yapıyorsunuz? Hayır, sonradan söylemedim ki öyle söyleyeceğinizi. Daha siz demeden ne soracağınızı söylemedim mi? Üstüme iyilik sağlık! Bu nasıl pişkinlik! Kahretsin.
Demek “Sonra ne oldu?” öyle mi? Önce yağmur yağdı ardından şimşekler çaktı. Ya da tam tersi oldu. Önce şimşekler çakıp sonra yağmur yağdı. Bilemiyorum. Belki de ilk başta söylediğim gibi olmuştur. Sıralamada oldum olası şaşırırım. Kuşkulanırım. Yersiz bir kuşku olduğuna ilişkin sağın yargılar bulmak başkaları için kolay olsa da benim için bir hayli müşküldür. Bunda beni doğuran kadın değil de doğurtan kadın -yani ebem- Şaziver’in dahli olduğuna, bir bağlantısı olduğuna yemin etsem başım ağrımaz. Niçin böyledir? Diye sorulsa bir yanıt vereceğimi sanmıyorum. Şaziver kime ebelik yapmışsa, kimin kıçına şaplağı indirmişse sıralamada benim gibi şaşkındır. Evet, işte buna rahatlıkla yemin eder hatta tanıklık bile yaparım. Olmuyor! Bir türlü aklımda tutamıyorum. Ve “Sonra ne oldu?” sorusuyla karşılaşınca apışıp kalıyorum. Tıpkı şimdi sözünü ettiğim durum gibi. Önce yağmur mu yağmıştı? Yoksa şimşeklerin ardından mı yağmur yağmıştı? Çok mu önemli? Hadi çok önemli değilse “Sonra ne oldu?” sorusunu yanıtlayın! O mu önceydi yoksa öteki mi? Kuşkusuz olayların örüntüsü başlangıçla ilişkilidir. Yanılıyor muyum? İyi ama ebemin Şaziver oluşunda benim dahlim ne? Doğuran kadının -yani annemin- bile dahli yoktur, buna da yemin etsem başım ağrımaz. “Be adam ölmüş gitmiş mahalle ebesi gariban Şaziver ’den ne istiyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim. Bir şey istediğim yok. Aklımdan bile geçmezdi “Sonra ne oldu?” sorusuyla karşılaşmasaydım. Karşılaşmasam! Hem Şaziver’in öldüğünü kim söylüyor? Doksanlarına merdiven dayadığını, evim dediği iki gözlü odada, helası bahçemsi yerde yaşadığını duymadım desem yalan olur. Gidip gördüm mü? Hayır! En son kırk yıl önce onun evinin olduğu çıkmaz sokağa girdiğimde – neden böyle bir şey yaptığımı şimdi anımsamıyorum, doğduğum ev de hemen O’nun evinin yanı başındadır, belki doğduğum evi görmek için dalmışımdır çıkmaz sokağa- taşlıkta otururken görmüştüm. Çorap mı hırka mı, anlamadığım bir şey örüyordu. Yün yumağı maviydi. Bir an göz göze geldik, gülümser gibi oldu. Beni hayırsız evlatlarından -ki kendisi öz çocukları için hep hayırsız sözcüğünü kullanır, ardından bedduaları sıralardı- birine benzetmemiş olmalıydı. Benzetse gülümsemezdi değil mi? O gülümserken ben tiksindim. Yalan mı söyleyeyim? Tiksindim. Hem kendisini o evden ayrılmadan önce ne zaman görsem tiksinirdim. Niyesini bilmiyorum! Bilmek de istemem! Ebem olmasaydı da tiksinirdim. Öyle geliyor. Yok, kolay tiksinen biri değilimdir. Onda beni kendinden tiksindiren bir şey vardı. Po kadar keskin bir kalemim olsaydı -efendim? Hayır Güney Asyalı gerilla Po amca değil, şu Amerikalı yazar.. Edgar Ellen Po- hiç kimsenin aklına gelmeyecek biçimde lime lime ederdim. Evet, itiraf ediyorum yapardım. Hiç mi hiç pişmanlık duymadan yapardım. Sonra ne mi olurdu? Gider teslim olurdum. Önce teslim olup sonra lime lime yapamazdım herhalde. Öyle tuhaf bir şeyin olması olası mı? Kafayı mı yediniz? Suçtan önce ceza mı olur? Nasreddin Hoca’nın kulak çekme fıkrasında kulağın çekilmesi ceza değildir, bir uyarıdır, evet efendim, çocuk önceden uyarılır testi kırılırsa başına geleceklerin bir uyarısı. Testi kırıldığında sadece kulak çekmekle yetinilmeyeceğini anlamamak için de özürlü olması gerekir bir insanın, demek ki fıkradaki çocuk özürlü değil. Özürlü değilse -ki değil- en azından katıksız bir iki gün bodrum hapsi verileceği, öyle bir cezanın verilebileceği ihtimali kesin değil mi? Daha iyi anlaşılsın için başkaca örnekler mi vereyim? Gevezeliğe, söz hamallığına düşkünsünüz, bu da sizin açmazınız. Bir sigarayı önce söndürüp sonra yakamazsınız. A tabi yanan bir sigaradan söz edilse -ki edilmiyor- elbette önce söndürüp sonra yakarsınız. Ama yanmayan bir sigarayı yakmadan nasıl söndürürsünüz? Önceliği söndürmeye veremezsiniz. Önce yakacaksınız, ardından -belki gevezelikten, belki bir işe dalmaktan, belki başka bir durumdan- söndüreceksiniz. Sönerse yeniden yakacaksınız. Yani öncelik yanmamış için yakılmaktır. Sonra söner.
Sonra ne oldu? Ellinin körü oldu. Önceyi bir hatırlasam sonranın kolayı var. Yanmayan bir sigara değil ki öğrenilmeye çalışılan! Sıralamada apışıp kaldığımı belirtmiştim. Anlamazlıktan geliyorsunuz. Anlamamak için kırk dereden su getiriyorsunuz. Suçum ne? Hayır, suçlu olan ben değilim. Şaziver’in bir cinayete kurban gittiği sizin savınız. Benim o öldürülmeden önce orada görüldüğüm külliyen yalan! Çekemeyenlerin, müfterilerin biri bir değil ki! Neden bir başkası değil de ben? Öyle mi? Öncesini bilmiyorsunuz, kuruyorsunuz. Müfteriler sıraya girmiş bunu bilseniz yeterli. Şimdi sizden duydum Şaziver’in öldüğünü yahut öldürüldüğünü. Her ne halt ise. Demek geçen yıl öldü! Ben geçen yıl, ondan önceki yıl, daha önceki yıl bu kentten hiç ama hiç ayrılmadım. Yüzlerce tanık gösterebilirim. Milim kıpırdamadım. Evet, sizi benim üzerime salan kim ise bence onu sıkıştırın. Ya kendisi katildir ya katili saklıyordur. Bilemem. İşin uzmanı sizsiniz. Bir cinayet nasıl soruşturulur, nasıl yol alınır bilemem. Ama kim olsa benim dediğimi der.
Sonra ne oldu? Öfkeleneyim, kızıp köpüreyim, şaşırıp işlemediğim bir suçu itiraf edeyim istiyorsunuz sanırım. Evet, evet bu o kadar belli ki. Belki taltif edilirsiniz faili meçhul bir cinayeti aydınlığa kavuşturduğunuz için üstlerinizden övgüler, paletler alırsınız, böyle umuyorsunuz. Ama ben bu yaşıma kadar kimsenin canına kıymış değilim. İncelediğinizde, öyle böyle, üstün körü değil de derinlikli bir inceleme yaptığınızda bunu göreceksiniz. Dediğim gibi ben son dört beş yıldır oturduğum bu kentten, mahallemden, sokağımdan uzun boylu ayrılmadım. Hem de hiç. Tabii ki yürüyüşler yaptığımda evimden, sokağımdan, mahallemden uzaklaştım. Bu uzaklaşma da dakikaları bilemedin saatleri -o da bir bilemedin, iki saatlik olur- alır. Oysa Şaziver’in oturduğu ev yani doğduğum kent buradan bin kilometreyi aşkın bir yerde. Uçakla bile dört beş saati alır. Yanılıyor muyum? İşte gidin havaalanlarını araştırın. Kamera görüntüleri kalmıştır belki. Ben buradan hiç ayrılmadım. Tanıklarım var.
Sonra ne oldu? Kahretsin! Tamam, her şeyi unutun! Her şeyi bir kenara bırakın! Şu ana kadar söylediğim her şeyi silin hafızanızdan. Son zamanlarda ölüler sık sık benimle konuşur oldu. Öyle bakmayın! Yalanlar bilimi psikolojinin kurgusal verilerinde benim halimi bulamazsınız. Ha elbet rüyalarımda oluyor o dediğim. Yani ölülerin konuşması. Tamam yalanlar bilimi de pek sever rüyaları. Biricik kaynağı rüyalardır. Rüyaların esrarını çözmüşçesine bir hava ile kurulur baş köşeye. Geçiniz efendim! Hiçbir halt bildikleri yok! Yok işte! Son zamanlarda ölülerden başkası gelmiyor rüyalarıma. Ve anlatıyorlar. Hiç tanımadığım ölüler çoğunlukta. Tanıdıklar da geliyor bazen. Şaziver hakkında öyle şeyler söylediler ki! Ha sanmayın ki ölülerin söyledikleriyle yetindim. Yoksul, kimsesiz ailelerin, ardına düşmeyi beceremeyecek nice zavallıların doğan çocuklarını “Öldü!” diyerek zenginlere, çocuk isteyen ailelere para ile verdiklerini ölülerden duyunca, kendisine sordum. Evet, önce inkâr etti. Sonra da kaşlarını çatıp, gözlerini iri iri açarak; “Ne yani Deli Zalha -Zeliha’dır ya Şaziver cadısı Zalha derdi- sarhoş kocası Mikdat -Miğdat diye biliyorum ben- sana bakabilirler miydi?” demez mi? Nutkum kesildi. Evet, beni doğuran kadın, nüfus cüzdanımda yazan kişi değilmiş. Düşünebiliyor musunuz? Bir düşünün, ben bile kaç kez “Deli Zalha” deyip Zeliha’nın arkasından kerpiç parçaları fırlatmışımdır. Öz anamın yav! Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Döndüm. Hala soruyor musunuz “Sonra ne oldu?” ölüler benimle konuşmasaydı ben bunu öğrenebilir miydim? Ha öğrendim de ne oldu? Hiç! Kahrolası ölüler hala yakamdan düşmediler. Sonra ne oldu? Ha!
Cemal Çalık, 26.02.2021, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.