Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Biri unutmuş olabilir miydi? Kendi çulundan kat be kat yeni olduğu her halinden belliydi. Üstüne üstlük yakası da kürklüydü. Ne sıcak tutardı kim bilir? Hangi deli, hangi bunak böyle bir şey yapmış olabilir ki?"
Hafif bir rüzgâr esiyor. Kış ayının son ayı şubatın son günleri. Hava güneşli. Yer yer beyaz bulutlarla kaplı gökyüzü. Serin bir gün. Kırklı yaşlarının sonuna şöyle böyle gelen evsiz sayılabilecek -oturduğu tek göz bodrum katının son üç aylık kirasını verememişti ve ev sahibi üç gün daha mühlet vermişti, kirayı ödese de ödemese de evi boşaltmasını da istemişti- Refik Derman Semt Pazarı yakınındaki parka dar atıyor kendini. Park girişinin hemen sağındaki banka çöküyor.
Aşırı yorgun. Kendisinin “Çul” dediği, başkalarının “eski püskü, lime lime” palto diyeceği neredeyse ayakkabılarını örtecek kadar uzun paltosuna sarılıyor. Rüzgâr içine işliyor sert olmasa da. Sol cebinden oldukça yıpranmış bir marlboro touch blue paketi çıkarıyor. Açıyor paketi. Özenle topladığı izmaritlere bakıyor. En uzununu seçiyor aralarından. Neredeyse tama yakın bir izmarit. “Bunu atan epey zengin olmalı!” diye geçiriyor içinden. Gülümsüyor. Kullan at çakmağını çıkarıyor paltosunun sağ cebinden. Yakıyor izmariti. Derin bir nefes çekiyor. Ayak ayak üstüne atıyor. Sigarasından ikinci nefesi çekerken ikindi ezanı başlıyor. Huşu ile indiriyor sol ayağını sağ ayağının üzerinden. Huşu ile “Aziz Allah!” diyor. Kuş cıvıltılarına kulak veriyor. Bodur ağaçlarda oradan oraya uçan serçelere sevgiyle bakıyor. Kara bir kedi ilişiyor gözüne. Gülümsüyor pusuya yatışına kedinin. Kedi bir kumru peşinde. Kumru kurnaz. Fark etmemiş gibi davranıyor kediye. Kedi yapıştıkça yapışıyor yere. Avcı kedi ve av kumruya olan ilgisini bir anda kaybediyor nedense Refik Derman. Bu kez parkı inceliyor meraklı bakışlarla. En ince noktasına kadar dikkatle bakıyor gözünün değdiği her bir noktaya. Kendisinden otuz kırk metre uzakta park çitinin üzerinde palto benzeri bir şey görüyor.
“O çulu kuruması için mi öyle sermişler!” diye geçiriyor içinden. Etrafa göz gezdiriyor kimse var mı? Diye. Kimseleri görmüyor. Park ıssız insandan yana. Çulun hemen bir iki metre ötesinde bir bank var. Yerini değiştirmeye karar veriyor. Yavaşça kalkıyor yerinden. O banka doğru yürüyor. Yürürken parkın dışarısına göz gezdiriyor. Parkın çevresini saran dükkânlara bakıyor. Kapı önlerinde yahut dükkân içlerinde camlarda kimselerin olup olmadığını araştırıyor. Dudak büküyor. “Benim çuldan eski olmalı, büyük bir ihtimalle ağırlığından kurtulmak istemiştir o çulu oraya koyan!” diye geçiriyor içinden. Birden aklına on yaşlarında, doğduğu memlekette başına gelen yüz kızartıcı bir olayı anımsıyor. Tebriz Kapı caddesinden geçiyordu. Mavi Köşe adlı kahveye dört beş adım kala yerde on lira görmüştü. Etrafına bakınmıştı. Sonra usulca paraya uzanmıştı. Ve fakat para hareket etmişti. Rüzgârdan herhalde demişti. Kalbi deli gibi çarpıyordu. On lira az para değildi. Tekrar etrafına bakınmıştı. Kimsecikler yoktu. Kahvenin bahçesinde oturanlar da kendi havalarındaydı. Kimileri pişpirik oynuyor, kimileri domino, kimiler tavla atıyordu. İki adım daha atıp ayağını hızla paraya yapıştırmak istemişti. Lanet rüzgâr parayı yine ondan iki adım uzağa götürmüştü. Kızarıp bozardı. Para neredeyse kahvehanenin önüne gelecekti.
Ki paraya ulaştığında kahvehanenin önündeydi. Kahvehanedekiler oynadıkları oyunları bırakmış deliler gibi gülüyorlardı. Kahvehanedekilerin bir oyunuydu yerdeki on lira. Paranın bir ucundan siyah ip geçirmişlerdi. Dikkatli bir bakışın bile göremeyeceği bir ip. Görünür ip olsa ne olacak? Ya para bulmanın heyecanı? Gözünü kör etmişti. Nasıl utanmıştı? Acaba yine bir takım oyun heveslisi densizlerin oyunu muydu çite özenle asılmış çul? Yine tuzağa mı düşecekti? Banka oturduğunda kıpkırmızı bir suratı olduğuna hükmetti. Çul göründüğü kadar ıslak değildi, ilk tahmini de doğruydu, kendi çulundan daha yeniceydi. Biri unutmuş olabilir miydi? Kendi çulundan kat be kat yeni olduğu her halinden belliydi. Üstüne üstlük yakası da kürklüydü. Ne sıcak tutardı kim bilir? Hangi deli, hangi bunak böyle bir şey yapmış olabilir ki?
“Alsam, aldığımda sahibi çıksa, çulu çalmaya utanmıyor musun? Dese. Ne münasebet, derim. Sağa sola sormak için aldım. Bu yepyeni gısgıcır çulu ne diye böyle orta yere bırakıyorsun? Diye de suçlarım! Dinim hakkı için kendime almam zaten! Ne diye alacakmışım? Şu dükkânlara sorarım. Olmadı karakola götürürüm. Ya o on lira gibiyse? Ya görünmez bir iple bir yerinden bağlanmış ise? Öyle olsa bile ne olacak? Hepi topu gülerler. Hem ben de onlara katılıp gülerim! Madem eğlence arıyorlar, bulmuş olsunlar!” diye geçirdi içinden. Ağzındaki izmariti yere attı. Sol ayağıyla ezdi izmariti. Sigara paketini yeniden çıkardı cebinden, bir izmarit daha alıp yaktı. Yan yan çula bakıp durdu. Arada bir başını kaldırıp parkın dışındaki, parka oldukça yakın dükkânların pencerelerini sıkladı. Bir türlü karar veremiyordu. Böyle olmayacaktı. Ayağa kalktı. Son kez uzun uzun yakası kürklü çula baktı. Kafasını salladı. Kendine lanetler savurarak parktan koşar adım çıkıp gitti.
Cemal Çalık, 05.03.2021, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.