Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Tarihin sayı doğrusu üzerindeki akışında da sıklıkla gördüğümüz, Orta Doğu denen coğrafyaya gönderilen binlerce elçi vardı. Samirîler, özellikle İran coğrafyasında, Orta Asya’da, Hind yarımadasında olgunlaştırdıkları ağlarını Batı’ya giderek daha da güçlendirmişlerdi ve yeniden dönmüşlerdi."
Binlerce yıl süren ve sabırla, adım adım yürütülen Şeytanî stratejik bir planın hedefinin bir gün bütün dünyada Allah’ın yarattığı her şeyi bozmak ve bütün insanlığı Allah’ın yasakladığı her şeyi yapar hale getirmek olduğunu kuşkusuz ve kesin bir şekilde söylemek, artık çıplak bir şekilde gözlerimizle gördüğümüz, kulaklarımızla duyduğumuz somut bir sonuçla yüz yüze kalınca aklımızla da idrak etmek zorunda kaldığımız o gündeydik. Başka türlü açıklayamayacağımız kötülüğün ulaştığı zirve işte buydu.
Şeytan tarihte birçok kez olduğu gibi yine büyük zafer elde etmişti ve Allah’ın gönderdiği son elçinin insanlığa yeniden getirdiği Allah’ın dini İslam, bin iki yüz yıl Şeytan’a karşı insanlığa büyük bir güç vermiş, ancak on sekizinci yüz yıldan sonra Müslümanların büyük cehaleti ve güçsüzlüğü ile insanların iman edip bütünüyle uyduğu bir din olmaktan çıkmıştı.
Gönderilen son kitap ‘Kur’an’ Allah tarafından korunduğu halde insanları Şeytan’ın entrikalarına karşı insanları koruyacak olan özellikleri ile Müslümanların bile hayatlarından çıkarılmıştı. Milyonlarca Müslüman Kur’an hâfızı oldukları halde Kur’an’ın ne dediğinden habersizdi; Kur’an’ın dili olan Arapça’yı konuşan insanlar Kur’an’ı okuduklarında anlamadıklarını söylüyorlardı.
Çünkü onlara, şeytanın köleleri olan insandan şeytanlar, Kur’an’ın Zâhirî (görünen, belirgin) ve Batınî (görünmeyen, içrek, derin, gizli) anlamları olduğunu söyleyerek ‘Kur’an’ı herkesin anlayamayacağını öğretmişlerdi; bu artık insanların çoğunluğu için öğrenilmiş çaresizlikti ve Şeytan’ın tam olarak istediği de buydu. Ama artık Allah bir daha elçi göndermeyecekti, insanın Kur’an’dan başka bir kurtuluş imkânı yoktu. Kur’an bütün bilim-kurgu senaryolarından çok daha başka bir yerde, bütün açıklığıyla insanın kurtuluşu için orada duruyordu, kafamın içindeydi.
15 Temmuz 2019’da, Kabasakal Mezarlığı’nda, Şehitleri Andığımız o anda o adamın saat 22:03’te bana bakarak söylediği cümleler yankılanıyordu kulaklarımda:
'Tarihin karanlık derinliklerinden gelen şeytanî bir güce, bir klana, bir çeteye karşı dünyanın bütün halklarının aydınlanması gerektiğini düşündüğümüz için buradayız. Siz de, bize yardım edebileceğiniz için buradasınız.'
Hatırlıyordum. Şeytan, Araf Suresi’nin ilk 51 ayetinde anlatıldığı üzere çalışmıştı, çalışıyordu ve çalışacaktı:
‘Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
Tarihin sayı doğrusu üzerindeki akışında da sıklıkla gördüğümüz, Orta Doğu denen coğrafyaya gönderilen binlerce elçi vardı. Samirîler, özellikle İran coğrafyasında, Orta Asya’da, Hind yarımadasında olgunlaştırdıkları ağlarını Batı’ya giderek daha da güçlendirmişlerdi ve yeniden dönmüşlerdi. İran İslam’ın insanların zihninde kurtarıcı bir din vasfını kaybettiği bir yerdi, şimdi yeniden masonların elde ettiği güçle ağlarını yavaşça ördüğü bir ava dönüşmüştü.
Peki, İslam’ın bayraktarlığını yapan Osmanlı devleti ne durumdaydı? ‘Yer Yazarı’nın aktardığı notlara göre masonların en büyük avı oydu çünkü ve durumu çok kötüydü.
“Masonluk, Osmanlı topraklarında 18. yüzyılda önce İstanbul, Halep, İzmir gibi ticarî ve siyasî merkezlerde ortaya çıkmıştı. İstanbul’da ilk mason locası 1720’de Galata’da açılmıştır. Paris elçisi olarak atanan babasıyla birlikte Paris’e giden Yirmisekiz Çelebizâde Mehmed Said Paşa ile Türk matbaacılığının kurucusu İbrâhim Müteferrika ilk Osmanlı masonlarıdır. 19. yüzyılın başında Londra’da Osmanlı elçisi olan İsmâil Ferruh Efendi ile kâtibi Yûsuf Efendi mason olmuşlardır.
İstanbul’da İngiliz ve Fransız elçilerinin öncülüğünde Bulver Locası ve Union d’Orient Locası Kırım savaşının hemen ardından kurulmuş, sonra diğerleri ardı ardına açılmıştır. Önceleri localar İngiliz ve Fransız dillerinde faaliyet gösterirken daha sonra İtalyan ve Alman nüfuzundaki locaların yanı sıra Rumca, Ermenice ve İbrânîce’nin asıl olduğu localar da açılmış, 1863’te Türkçe’yi esas kabul eden Fransız Union d’Orient Locası elli üç Türk’ü tekris etmeyi başarmıştır.
19. yüzyılın ikinci yarısında artan Avrupaîleşme eğilimleri, Avrupa yüksek sınıflarının ve hânedan mensuplarının mason olmaları ve masonluğun sosyal ve entelektüel bir statü sayılması gibi sebepler Osmanlı seçkinleri arasında da masonluğun kabul görmesini teşvik etti. Ancak Bâbıâli ve saray çevresindekilerin mason olmasının etkenleri arasında uluslararası ilişkilerde locaların nüfuzundan yararlanma fikrinin de olduğu söylenebilir.
Nitekim Sultan Abdülaziz dönemi başmâbeyincisi Cemil Bey ile padişahın başyaveri Rauf Bey’in masonlukları muhtemelen bu sebepledir. Bu dönemde Bâbıâli politikalarına muhalefet eden Yeni Osmanlı aydınlarıyla İslâm dünyasında yenileşmeyi savunan pek çok isim de masonlar arasına katıldı. Yeni Osmanlılar’ın hâmisi Mustafa Fâzıl Paşa, Nâmık Kemal, Ali Suâvi gibi şahsiyetler bunlardandır.”
[(18.07.2021, (2/68 (186))]
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş] [1.Bölüm-Gök] [2.Bölüm-Yer]
Seçkin Deniz, 19.07.2021, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman
Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: @SonsuzArk
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.