23 Temmuz 2021 Cuma

SA9302/KY1-CÇ779: Muhalefet'in İflâsı: Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi- 3. Bölüm (1)

  Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonunda olan oldu, biten bitti. Tarih diyecektir ki: "Türklerin yıkılışı, yine yardımlaşma ve kardeşliği, birliklerini kaybetmelerinden ve biri diğerinin gözünü çıkararak iç ve dış unsurlar ayrılığa fırsat ve güç vermelerinden ileri gelmiştir."

 Üçüncü Bölüm

Sonuç ve Değerlendirme

Geçirmiş olduğumuz tarihsel dönem ve yönetim biçimi nedeniyle Osmanlı halkları ve özellikle Müslüman unsur, seçim ve siyasi tartışmalar, takdir ve taltif etme gibi Meşruti bir hükümette bir millet için gerekli olan tavır ve özelliklerden yoksundu.

Gerçek durumdan ve gerçek ihtiyaçlardan ziyade asil bir davanın bağımlısı olan gençler meşrutiyete son şeklini veremediler, toplumsal ve siyasal noksanlarımızın apaçık bir şekilde meydana çıkmasına neden oldu.

Zavallı millet, istibdat devrinde bir yanlış tarih gösterecek şekilde ve esir halinde yaşamıştı. Meşrutiyet devrinde kamuoyunun terbiyesinin gelişime-değişime sevki, aydın sayılan sınıfın göreviydi. Ancak bu gençler, milletin terbiyesi gibi soylu ve yüce bir amacın gerçekleşmesini "fedakârlık ve tok gözlülüğü zevk ve sefahat sayesinde olabileceğini" takdir edemedi. Aydın sayılan sınıf, en önemsiz bireyinden itibaren, rahat ve zevk servet ve sefahat arkasında koşmaya başladı. Ve bu arzunun gerçekleşmesi için her ne zaman çözümleme ve eleştiri olunursa, sonuçta kalan "hırs ve tamah"dan ibaret olduğu görülür. Hırs ve tamahı olmayanlar görülmüşse de onları da ihtiras ustaları, çeşitli akımlara yöneltti.

Her aydının ağzından yaldızlı cümleler çıkarken, iç yüzü "Ya zevk?" diye bağırıyordu. Öteden beri baş eğmeye alışmış olan toplum, sefalet ve ihtiyaç içinde yuvarlandıkça, kurtuluşunu kendisine edilen telkinlere uymada sanıyordu. Ne kişiler ve ne de düşüncenin değerini henüz belirleyememiş olduğundan milletçe siyaset dünyasında dönen kuramlara milletçe uyumdan başka çare yoktu.

İhtiyaç ve sefalet, geneldi. Buna karşı çaba ve çalışma, birlik olma ve kardeşlik silahlarıyla donatılmasına uğraşılması gerekirken herkes bakışını yine gurubuna çevirdi. İhtiras ve Tamah öyle bir dereceye vardı ki, bundan köylülerimiz bile korunamadı. Aydın sınıfımız, tarihimizi unuttu. Bize karşı, ihtiras gözünü dikmiş bir Avrupa ve onun ilk habercisi olarak Balkan devletlerinin bulunduğunu hatırlayan olmadı.

Altı asırlık bir mücadelenin henüz hallolmadığını ve bunun lehimizde olması için üstün özellikler ve birliktelikle mümkün olacağını da unuttuk. Hükümet sorumluları, birçok hatalar etmişlerdi. Burası inkâr edilemeyecek derecede açık olmasından öte zaten bugün ortamlarda işlenen hataları itiraf ile memleketin yönetimi için daha yararlı yollar arıyorlar. Ancak muhalefet yetkilileri ne yaptı?

Acaba onlar, siyasi rakiplerine dayandırdıkları hatalardan uzak durabildiler ve görevlerini hakkıyla yapabildiler mi?

Milletin kurtuluşu adına itirafa mecburuz ki muhalefet yetkilileri de rakiplerine yükledikleri hatalara düştüler.

Muhalefet, az bir zamanda husumet şeklini aldı. Millet biri diğerini hainlikle, aşağılıkla suçlar iki kısma ayrıldı. Ne yazık ki bu durum orduya da sıçradı. En sonu konu öyle bir şekil aldı ki, muhalefet, rakiplerini "Her ne olursa olsun" yok etmek amacına düştü. Buna karşı iktidar da "Her ne olursa olsun" iktidarını korumaya uğraşması pek doğaldı.

Burada dikkat çeken iki nokta vardır. Muhalefetin amacı iktidarı itiraz ve aydınlatmasıyla uyarıdan ve kamuoyunu gerçek durumdan haberdar etmekten ibaret olup "mutlaka" iktidara geçmek konusu, ikinci bir konuda, meşruti memleketlerde bir partinin uzun müddet iktidarda kaldığı ve muhalif partinin uzun mücadelelerden sonra kamuoyunu kazanabildiği görülmektedir.

Muhalefet, muhalifliğinin dairesinde kalmak zorundadır. Bu nedenlerin dışına çıktığı gün güç ve yasallığını kaybeder. Kullanılacak araçlara gelince: Meşrutiyet düzeninde muhalefet araçları belirlidir. Bu araçlar dışındaki araçlar, darbe ve karışıklık şekillerdir ki onu seçen bir parti, artık siyaset şeklini kaybetmiş ve bir gurup siyaseti şeklini almış sayılır.

Muhalefet, Arnavutluk isyanın teşvik ve cesaretlendirmekle düzeltici ve siyasi şeklini kaybetmiş ve adeta bir isyan komitesi halini almıştı.

Bir muhtıra ile iktidardaki parti düşürüldü. Şu halde herhangi isyan komitesi fazla bir güç gösterirse, iktidara o geçecek demekti.

Acaba böyle bir görüşle iktidarın işlemesi mümkün olabilir miydi? Bin kere hayır!

Doğal durumunda olan bir memlekette bile bu yöntemler ile bir hükümet kurulması mümkün değilken bizim gibi güçlü rakiplerle çevrili, ekonomisi sıfıra inmiş, toplumsal birlikteliği berbat bir ülkede asla mümkün olamazdı.

İttihat hükümetinin düşüşü, muhalefetin galibiyeti saymak gerekiyordu. Halbuki muhalefet adına başbakanlığa geçenlerin en büyük düşmanı yine muhalifler oldu.

Siyasetin bütün amacı "intikam" ve "kişiyi korumak" derecesini bulduktan sonra sonucun bir yok oluş olacağı kuşkusuzdu.

Muhalefetin amacında başbakanlığa hiç bir siyasi partiyi temsil etmeyen ve meşrutiyet kurallarınca hiç bir temeli olmayan kabineler geldi.

İtilaf Partisine artık bir görev düzenleniyordu. O da kabineyi resmen inkârla beraber yasal daire içinde ona karşı da muhalefet yapmak.

Parti böyle yapmadı. Genel görüşte Kabine, bir İtilaf kabinesiydi. Hâlbuki artık partilikten komite haline düşmüş olan İtilaf, genel aydınlatma ve kabineye resmen muhalefet edecek yerde, darbe araçları ve entrikalarla kabineleri düşürmeye çalıştı. Birini düşürmeyi başardı ikincisinde de hayal kırıklığına uğradığından onu da düşürmeye çalıştı ihtimal ki başaracaktı. Ancak olaylar buna izin vermedi.

Bütün bu karışıklıklardan ortaya çıkan sonuç, koca Rumeli’nin gitmesi oldu. Acaba yok oluş ve kötü siyasetin sorumluluğu kimlere yükletilecek?

Gerçek yıkılışın nedenleri bir değil, pek çoktur ki bunların birçoğu tarihin getirdiği durumdan, Osmanlı toplumunun genel durumundan ve idaredeki noksanlardan ileri gelmiştir. Ancak mühim ve nihai sebepleri, başbakanlıkta bulunan kabinenin kötü idare ve siyasetine vermek açık ve doğaldır. İttihat Partisi, "Eğer hükümet ve ordu makinesi elimizde olsaydı, ya hiç savaşmaz veyahut bu şekilde yenilmezdik. Zira dört yıldır bu makineyi biz incelediğimizden faydalarını ve noksanlarını biliyorduk" deme hakkına sahiptir. Bu dava olasılıklar ve olabilirliklerden olduğu için kimse yalanlayamaz.

Bir kere daha yineleyelim ki: amacımız, İktidar partisine hiçbir hata etmedi, her ne yaptıysa, iyi yaptı, demek değildir. Ancak bir gerçektir ki Ona bu hataları, Muhalif Partinin uyguladığı muhalefet şekli yaptırdı. Bir parti, idam ile iktidar arasında seçim yapması istendiği takdirde, yaşamayı seçeceği doğaldır. Muhalefet, İktidar Partisine yaşama hakkı vermiyordu. Muhalefet Partisi, yasallık dairesinden çıktığı için hiçbir şeyi başaramadıktan başka birçok vatandaşın da rahat ve mutluluğunun yok olmasına neden oldu. Ve en sonunda tekelci bir şirket gibi iflas etti.

Bu gerçeği, Parti'ye mensup olmak davasıyla ortalığı idareye yönelik sözler eden yöneticilerin anlaması gerekirken bunun aksi görülüyor.

Bizim düşüncemize göre İttihat hükümetinin idaresine muhalefet eden vatandaşlar varsa da artık bir İtilaf Partisi yoktur. Zira bu parti dağılmış ve iflas etmiştir. Halbuki bazı parti yöneticileri adına imparatorlara telgraf çekmek gibi yeni tuhaflıklar gösteriyor. Acaba parti adına böyle bir harekete hakları var mıdır?

Başta Başkan Fuat Paşa olduğu halde partinin meclis idare üyelerinin hemen tamamı istifa etmiştir. Yeniden bir kongre yapılarak yeni bir yönetim seçilmediğinden hali hazırda sözü edilen yöneticiler parti adına hareketleri asla meşru olamaz. Eğer parti, birkaç kişinin bir tür çiftliği, malı ise o başka. Bugün bir İtilaf Partisi yoktur ve muhalefetin aldığı şekil iflas etmiştir. İktidar partisi, eskisine oranla uygun ve barışçı bir şekil almaya uğraşıyor. Muhalefetin de bugünkü milli durumla uygun bir şekil alması gerekir.

Özellikle Türkler, artık gözlerini açmalıdırlar. Muhalefetin düşman şekline girmesinden yorganın yarısı gitti. Eğer iktidar ve muhalefet, yine eski şeklinde devam eder de Türkler, birbirine düşman iki muhalif bölüme ayrılmakta devam olursa, bu kere de yorganın bir bölümü ve belki de tamamen elden çıkacaktır.

Arnavut, Bulgar, Rum milli partilerinin hareket olaylarının ardından Arap Milli partiler de meydana atıldı. Gerçek, adı geçen parti bugünkü iddiaları Birleşik Osmanlı dahilinde yenileşme ve adem-i merkeziyet (yerinden yönetim) istemekten ibaret ise de biz Türkler yine biri diğerimizi en adi şeylerle suçlamakta, düşmanlıklar içinde yüzmekte ve işlerimizi yüz üstü bırakmakta devam eder de değişmez isek, Arapların da davası değişir.

İktidar partisinden "geçmişi iyi bir gözlemden ve hali hakkıyla incelemek, hoşgörü ve insanlık, insaf ve adalet" isteriz. Muhaliflerden de "gerçek durumu anlamalarıyla muhalefete siyasi ve bilimsel bir şekil vermelerini, milli düzeyi unutmamalarını ve özellikle zamanın nezaket ve ihtiyacını göz önünden kaçırmayarak, vatanın iyiliğini hedef edinmelerini" talep ederiz.

Ancak bütün vatandaşlarımızın gözleri önüne sermek istediğimiz konulardan biri de "Genel ve Milli" bir anlaşmanın gereğidir. Eğer kişiselliğe ve özel çıkara engel milliliği tercih ediyorsak, hala varlığımızı sürdürmeyi şu hengamede ayrılığa son vermemiz ve bu yolda çalışmamız icap eder. Aksi takdirde Türklük ortadan kalkacak ve Türkiye’yi kendi evlatları öldürmüş olacaktır.

Türkler için bugün özellikle gereken görev pek büyüktür. Bugün geçerli olan Türklüğün geleceği ve daha doğrusu yaşamı ve ölümüdür.

Türkler, altı yüz yıldır, İslam sınırlarını koca Avrupa’ya karşı savundular. Tarihe bir göz atarsak, görürüz ki: Nur-i İslam Selahattin Eyyubi, Avrupa’dan İslam medeniyetine doğru akın eden binlerce Hristiyan vahşilerini perişan etmiş ve İslam vatanını telef olmaktan, vahşet ve düşmanlıktan kurtarmıştı.

Ondan bir süre sonra bu görevi Türkler yerine getirdi. İslam vatanını savunmaktan başka daha nice nice memleketleri bu vatana kattılar. Avrupa nice asırlar yenilginin acısını tattılar. Şimdi bizden bu yenilgilerin intikamı alınmak isteniliyor.

"Viyana" belediye başkanı, bir yıl önce dile getirdiği nutukta, Türkler hakkında Hristiyanların ne düşündüğünü pek açık bir şekilde anlatmıştı.

Gazi Muhtar Kabinesi zamanında ilan edilip Kâmil Paşa Kabinesi zamanında devam eden uğursuz savaşta, hemen bütün Avrupalılar, Türklerin yenilgisinden duydukları neşeyi saklamaya bile gerek görmediler. Bağnazlık ve düşmanlıkta, intikam ve vahşette, insanlığı ve medeniyetin gereklerini feda ettiler. Milyonlarla Türkün, Bulgarların canavar pençelerinden daha bir nice kirli pençelerine düşmesini alkışladır.

Sonunda olan oldu, biten bitti. Tarih diyecektir ki: "Türklerin yıkılışı, yine yardımlaşma ve kardeşliği, birliklerini kaybetmelerinden ve biri diğerinin gözünü çıkararak iç ve dış unsurlar ayrılığa fırsat ve güç vermelerinden ileri gelmiştir."

Türkler şurasını da görmelidirler ki: Osmanlı unsurlarından her birinin birer nedeni ve hükümetin arkasında Büyük Devletler içinde dostları ve koruyucuları var. İşte olan meydanda.

Avusturya ve İtalya, Arnavutları korudu. Arnavutluk, Sırplar ve Yunanlılar tarafından istila edilmişken bu iki devlet, Arnavutluk’un bağımsızlığı için ısrar etti ve başardı. Fransızlar Suriye’de, İngilizler Irakta, Ruslar Doğu kentlerinde aynı şekilde korumacılık davasında.

Yalnız ve yalnız Türklerin dostu ve hamisi yok. Edirne vilayeti ahalisinin en azından üçte biri Türk ve bir üçte bire yakını Rum iken oraların Bulgarlara terki için Büyük Devletlerden bir takımlarının ısrarı gösteriyor ki Türklerin dostu olmadığı gibi Türklere karşı Avrupalılar nezdinde adalet ve insaniyet gibi kelimelerin anlamı da yok.

Memleket unsurlarından dostluk bekleyebiliriz, ancak kendi kendinin dostu olmayanın, başkaları dostu olur mu? Biz Türkler, kendi kendimizi dünyanın gözünde en aşağılık kötülüklerle teşhir ve rezil ederken başkalarından daha iyi muamele beklemeye hakkımız olabilir mi? Dört yıldır, yaptıklarımızın hep kendi aleyhimize çıktığı bugün artık kesinleşti.

Yönetimde ustalık ve adalet gösteremediğimiz gibi hükümeti uyarma görevi olan muhalefette dahi berbat bir şekilde hareket ettik. İhtimal ki Türkler, bu acıklı olaylar gerçekleşinceye kadar mazur tutulabilirdi. Ancak bugün durumun aldığı şekil o kadar açıktır ki artık en naçiz bireyimiz bile bilinçsizliği sürdürmede mazur tutulamaz.

Bugün milli varlığımızı savunma ve koruma için kardeşlik ve birliği oluşturmaya muhtacız. Türkün can çekişirken falan beyin bakanlığı ve filan efendinin refah ve saadeti aşkına muhalefet çalışmasına kalkışmak, isim verilemeyecek bir harekettir. İşte Arnavutluk bağımsız oldu gitti Makedonya da gitti. Ancak yine önceki gibi bir harekette devam edersek Suriye ve Irak ve doğu vilayetleri de gidecektir.

***  ***  ***


<< Önceki           Sonraki>>


Cemal Çalık, 23.07.2021,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, 





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı