Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Şimdi, Şeytan’ın vaat ettiği birçok şeyin yaşandığı Amerika Birleşik Devletleri’ne uçuyorduk, yolculuğumuz sona ermek üzereydi."
Zaman zaman düşünürdüm, Cennet’e gidecek olanlar, bütün ataları ve kendilerinden sonraki nesilleri ile beraber, bir arada olacaklar ve herkes birbirini tanıyacak, tabi eğer Allah’ın emrine itaat eden ‘iyi’ kimseler olarak ölmüşlerse… Dedelerimi hiç görmemiştim, fotoğrafları bile yoktu, onların atalarının adlarını bile bilmiyordum. Sonra torunlarım, onların torunları; olacaklar mıydı, olsalar nasıl olacaklardı, kim bilir? Cennet bütün ‘iyi’ olanları bir araya getirecekti; tanışacaktık.
Cevval’e seslendim yine: “Dedenin dedesinin dedesini ya da torununun torununun torununu görmek ister misin? Ya da şöyle sorsam daha iyi; on bin yıl önceki dedenle on bin yıl sonraki torununu görmek ister misin?”
Cevval gözlerini bilgisayarından ayırmadan, dalga geçer gibi cevap verdi: “Evet, lütfen, ama bunu nasıl yapacaksın? Bunu yapabilecek kadar yetenekli olduğunu düşündüğümü sanma, beni şaşırtma, güvenimi sarsma!”
Ben de gülümsedim, sağ koluna dokundum, “Cennete gidersen, onlar da gitmeyi hak etmişse göreceksin, Ra’d Suresi 22-24. Ayetler öyle haber veriyor.” dedim. “Ama cehennem için bir şey söyleyemem.”
Cevval donmuş bir şekilde yüzünü çevirdi ve bana baktı, dura dura konuştu: “Sen, bu beyni, bu cins kafayı nerede bu hale getirdin?” dedi. “İkna kabiliyetin beni gerçekten çok korkutuyor.”
Cevval’in şaşkın bakışlarına alışkındım. İkna olma kabiliyetinin sağlamlığına da. “Seni yine kendi cennetinde bıraksam, atalarını ve torunlarını göremeyeceksin ama Cevval!” dedim. “Güzel kadınlar uğruna vazgeçtiğin nimet bu işte. Kendi atalarını ve torunlarını görmek istemiyorsun sen!”
“İşim bitmedi daha,” dedi kaçarcasına. “Amerikalıların cehennemden gelen istekleri var, onlarla hesaplaşmamız yakın. Bence sen de teorini sağlamlaştır.”
Cevval’in bu son dakikalarda vize ya da finale çalışan üniversite öğrencisi tavrına, telaşına müdahale etmek bizim eskiden gelen samimiyetimizin renklerinden biriydi, onu kızdırınca daha verimli çalışıyordu kafası, “Amerikalıları çok abartıyorsun, senin zaafın da bu Cevval” dedim. “Kadınlardan zaman bulabilseydin bu kovboyları ikna etmek için böyle büte çalışır gibi çalışmazdın”, diyerek gözlerimi kapattım. Son cümlelerimden sonra yüzünde oluşan ifadeyi tahmin ediyordum.
Kur’an’daki cennet bahsine döndüm yine.
Cennetlik eşlere vaat edilenleri anlatan Yâsîn Suresi 55-57. ayetleri okudum sessizce:
‘Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler. Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar. Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır.’
Ve ardından ultra zenginlerin süper yatlarına, saraylarda, şirketlerde ve evlerinde kibirle kuruldukları tahtlara, koltuklara, kıyafet-moda, mücevher tutkularına vurgu yapan Kehf Suresi 31. ayetine:
‘İşte onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bir yaslanacak yerdir!’
Gökdelenlerde ya da saraylarda, saray benzeri köşklerde oturanları hatırladım Zümer Suresi 20. ayeti okurken:
‘Fakat Rabbine karşı gelmekten sakınanlar için (cennette) üst üste yapılmış ve altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Allah, va’dinden dönmez.’
Her şeyden önce beni en çok etkileyen şey Enbiyâ Suresi 101-103. ayetlerde vaat edilen ‘cehennemden uzaklaştırılmak’tı. Bundan daha büyük bir ödül düşünemiyordum. Allah’ın razı olduğu şeyleri yapmak insanı hem yaşarken hem de ölüp dirildikten sonra da güvende tutuyordu:
‘Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar cehennemin hışıltısını bile duymazlar. Canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar. En büyük korku bile onları tasalandırmaz ve melekler onları, “İşte bu, size vaad edilen (mutlu) gününüzdür” diyerek karşılarlar.’
Sonra Duhân Suresi 51-56. ayetlerde birleşik halde tasvir edilen panoramik görüntü:
‘Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise güvenli bir yerdedirler. Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı otururlar. İşte böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir. Orada güven içinde her türlü meyveyi isterler. Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah, onları cehennem azabından korumuştur.’
Ve ardından cenneti daha büyük bir perspektiften anlatan Tûr Suresi 17-20. ayetler:
‘Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar Rablerinin, kendilerine verdiği şeylerle zevk ve mutluluk duyarak cennetlerde ve nimetler içinde bulunurlar. Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Onlara, “Dünya’da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için” denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir. İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir. Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik. Orada, (içilince) boş söz söyletmeyen, günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele dolaştırırlar. Hizmetlerine verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar. Birbirlerine dönüp (“Ne iyilik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?” diye) sorarlar. Derler ki: “Şüphesiz daha önce biz, ailemiz içinde yaşarken (Allah’a isyandan) korkardık. Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu. Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir.”
Kuşkusuz İblis, Allah’ın insana cennette vaat ettiklerini biliyordu ve onların tümünü bu dünyada kendisine itaat eden insanlara vaat etmişti. Tarih boyunca onun vaatlerine kanarak dünyadaki cenneti bulmak için diğer insanlara cehennem hayatı yaşatan ve bu yüzden helak edilen birçok hanedan ve kavim vardı. Şimdi, Şeytan’ın vaat ettiği birçok şeyin yaşandığı Amerika Birleşik Devletleri’ne uçuyorduk, yolculuğumuz sona ermek üzereydi.
‘Cennet Yazarı’nın, aldatılması güç bir zihinsel tasarımla yaratılmasına rağmen insanın İblis tarafından nasıl aldatıldığına yönelik çıkarımlarından bahsettiğini hatırlıyordum; “İnsandan yana görünerek, gerçeği çarpıtarak, yalanı gerçekmiş gibi tanıtarak.” demişti Bekçi. “Aksi halde her şeye şüphe ile yaklaşan insan apaçık düşmanı olduğunu bildiği Şeytan’a kanmaz, ona inanmazdı.”
A’râf Suresi 20-21. ayetleri kanıt göstermişti:
“Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı. Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti.”
Ve En’âm Suresi 108-117. Ayetlere atıfta bulunmuştu:
‘Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir. Eğer kendilerine (başka) bir mucize gelirse, mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır. O mucizeler geldiği vakit de inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?” Biz onların kalplerini ve gözlerini ters döndürürüz de ilkin ona iman etmedikleri gibi (mucize geldikten sonra da inanmazlar) ve yine onları azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar. Biz onlara melekleri de indirseydik, kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi karşılarında (hakikatin şahidleri olarak) toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bilmiyorlar. İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları iftiralarıyla baş başa bırak. Bir de (şeytanlar), ahirete inanmayanların gönülleri bu yaldızlı sözlere meyletsin, onlardan hoşlansınlar ve işleyecekleri günahları işlesinler diye (bu fısıldamayı yaparlar). “Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma. Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı çok iyi bilir ve yine O, doğru yolu bulanları en iyi bilendir.’
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş] [1.Bölüm-Gök] [2.Bölüm-Yer] [3.Bölüm-Cennet]
Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: @SonsuzArk
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.