Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
The Democratic Threat to Democracy
"Mevcut demokratik gerileme eğilimi, Batı tarzı demokrasi ile Çin tarzı otoriterlik arasındaki bir rekabet olarak çerçevelenmiş olsa da, gerçek daha karmaşıktır. Günümüzün liberal demokrasilerinin, seçimlerden vazgeçen devrimci bir öncüden çok, liberal olmayan çoğunlukçuluğa yenik düşmeleri daha olasıdır. "
ABD Başkanı Joe Biden'in son Demokrasi Zirvesi, demokrasinin geriliyor gibi göründüğü bir zamanda geerçekleşti. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping gibi otokratik liderler, sistemlerinin salgınları atlatabileceğini, ekonomik büyüme sağlayabileceğini ve güvenliği liberal demokrasilerden daha güvenilir şekilde sağlayabileceğini iddia ediyor. Çin'in otuz yılı aşkın mükemmel ekonomik performansı bu iddiayı desteklemek için kullanılıyor. Ancak demokrasiye yönelik mevcut meydan okumayı değerlendirirken, iki tür otokratik model arasında ayrım yapmak gerekir.
Birincisi, Çin'inki gibi Komünist Parti'nin liderliğine ve gücüne itiraz edilemeyecek rejimler var. Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi, tek seçimler Parti seçimleridir (politbüro üyeliği gibi). Bu parti içi seçimlerin rekabetçi doğası zamanla değişti. Xi artık sonuçları kontrol etmek için yeterli kişisel güce sahip görünüyor, seçimler sadece müttefiklerini kilit pozisyonlara yerleştirmek için kullanılan bir mekanizma.
Tek bir kişinin yönetimi ile bir dereceye kadar içsel “demokrasi”ye izin veren (orijinal Leninist model) bir tek büyük, kendi kendini idame ettiren partinin yönetimi arasında büyük bir fark vardır. Kapalı kapılar ardında gerçekleştiğinde bile, nispeten özgür parti içi tartışmalar sonunda daha akıllıca kararlar alabilir ve toplumun daha büyük bir bölümünün isteklerini yansıtabilir.
Ancak daha da anlamlı bir ayrım, açık, çekişmeli seçimlerin olmadığı otokrasiler ile ne kadar kusurlu olursa olsunlar muhalefet partilerinin var olduğu ve seçimlere katıldığı otokrasiler arasındadır. İkinci durumda, otokrat, ülke çapında yapılan bir seçimi kazandığında (neredeyse her zaman bir erkektir) mutlak bir iktidar iddiasında bulunur, ancak aynı zamanda bir seçim kaybının ardından iktidardan vazgeçmesi gerekebileceğini de kabul eder.
Bu otokrasi biçimini destekleyen "demokratik" anlatının kökleri Jean-Jacques Rousseau'nun (oldukça belirsiz) "genel irade" kavramının aşırı bir yorumunda yatar. Bir otokratın elinde, genel iradenin tüm nüfusun ortak çıkarlarını yansıttığı varsayılır, bu da vatandaşların çoğunluğunun, azınlıkların görüşlerine ve haklarına bakılmaksızın bir bütün olarak topluluk için seçimler yapabileceğini ima eder. Bugün bu “çoğunlukçu” doktrini benimseyen daha sesi gür ulusal liderler arasında Macaristan Başbakanı Viktor Orbán da var. Ona göre Macarlar, liberal olmayan demokrasiyi tercih ettiklerini seçimler aracılığıyla gösterdiler. Orbán, Macaristan'da yalnızca demokrasi olmadığını yüksek sesle ilan ediyor; terimin değiştiricilere ihtiyacı yoktur.
Liberal olmayan çoğunlukçu demokratlar, doğal olarak, kontroller ve dengeler ve kuvvetler ayrılığı (en önemlisi bağımsız bir yargı) gibi ilkeleri reddederek, bir seçim zaferini yarı-mutlak yönetimlerini haklı çıkarmak için tamamen yeterli olarak görürler. Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın 2016 seçimlerinden sonraki siyasi anlatısı bu senaryoyu uyguladı. Hillary Clinton'a karşı zafer kazanmış olmasına rağmen mutlak güce sahip olmadığı için pişmanlık duysa da, bir Leninist'in yapacağı gibi vatandaşların liderlerini rekabetçi seçimlerle seçme hakkına karşı çıkmadı. Bunun yerine, seçim zaferini “liberal” bir hükümet sisteminin kısıtlamalarından bağımsız bir yönetme yetkisine dönüştürmek istedi.
İlginç bir şekilde, otokratik yönetimin üstünlüğünü ilan etseler bile, liberal olmayan demokratlar meşruiyetleri için seçim zaferlerine bağımlıdır. Trump’ın 2020 seçimlerinin “çalındığı” iddiası bu ihtiyacı yansıtıyor. “İlliberal” veya çoğunlukçu demokrasileri basit otokrasilerden ve ayrıca seçim onayına ihtiyaç duymadan ideolojik bir öncü olduğunu iddia eden devrimci hareketlerden farklı kılan şey budur.
Başka bir örnek vermek gerekirse, Fransız aşırı sağ muhalefet lideri Marine Le Pen, uluslararası liberal olmayan demokratik bir hareket oluşturmak için diğer popülistlerle birlikte çalışıyor. Ancak baharda yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmadıkça Fransa'nın lideri olduğunu iddia edemez ve etmeyecektir.
Liberal olmayan demokratik anlatı, daha homojen ülkelerde en iyi sonucu verir. Bir seçmen kitlesi sosyal ve demografik olarak çeşitli olduğunda, liberal olmayan liderlerin genellikle nüfusun bir bölümünü, genellikle çeşitli etnik veya dini grupları dışlamaya veya meşrulaştırmaya çalışarak bir “çoğunluk” oluşturması gerekir. Liberal olmayan demokratlar, o zaman, gerçekten sayılan yegane insanların genel iradesini temsil ettiklerini iddia edebilirler. Amerika Birleşik Devletleri'nde Cumhuriyetçi Parti'nin bir kısmı, Afrikalı-Amerikalıların oy kullanmasını zorlaştırarak bu stratejiyi izliyor.
Kimin gerçekten yönetime ait olduğunu yeniden tanımlamak, liberal demokrasileri otoriter yapan şeydir. Bu tür “ayrılma” unsurları bugün dünyanın birçok yerinde bulunabilir. Örneğin Hindistan'da, Başbakan Narendra Modi, Nobel ödüllü ekonomist Amartya Sen'in “tartışmacı vatandaşlar” olarak adlandırdığı Hindistan'ın çoğulculuk geleneğinden kopmayı başarır ve devleti bir Hindu ulusu olarak yeniden tanımlarsa, liberal demokrasi büyük bir gerileme yaşayacaktır. Hint kimliğinin kriterlerini daraltmak, hem Hindistan'ın hümanist değerlere yaptığı tarihi katkılarla çelişecek hem de bağımsızlıktan sonra seçilen laik ve kapsayıcı liberal yoldan ayrılmaya işaret edecektir.
Bu sadece Hindistan için değil, demokrasiiçin de bir felaket olur. Hindistan, dünyanın en kalabalık liberal demokrasisi ve en başarılılarından biridir. Muazzam ekonomik potansiyeliyle, otokratik modellerin varsayılan üstünlüğü hakkındaki iddialara karşı çıkmak için çok önemli bir örnek olabilir. Neyse ki, Hindistan'ın demokrasi geleneği güçlü ve aynı fikirde olmama hakkı derinlere kök salmış durumda. Liberal demokrasiler, yalnızca demokrasiye alternatiflerin değil, aynı zamanda bizzat alternatif demokrasi modellerinin de ortaya koyduğu meydan okumayla yüzleşirken, bu umut etmek için bir nedendir.
Kemal Derviş, Washington, DC, 31 Aralık 2021, Project Syndicate
(Türkiye'nin eski ekonomik işler bakanı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı yöneticisi Kemal Derviş, Brookings Enstitüsü'nde kıdemli bir araştırmacıdır.)
Seçkin Deniz, 20.03.2022, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri ve Yansımalar
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.