Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İçeri girdiğimde neredeyse bomboştu derinlemesine uzanan lokanta ve İD girişte sağda bir masada tek başına oturuyordu; minik beyaz çiçekli puanlarıyla portakal rengi, uzun kollu, neredeyse boğazına kadar kapalı, uzun etekli bir elbise giymişti, saat ise tam 7 idi."
Söylentilere göre, Poe'nun ünlü kuzgununun tekrarlayıp durduğu ‘Nevermore’, oğlunun bir takım elbiseyi perakende fiyatından satın aldığını yeni öğrenen, Yahudi arkadaşının büyükbabalarından birinin ağzından çıkan bir haykırıştı. Yaygın görüşlere göre de Poe bir Presbiteryen’di. Presbiteryenlik Masonların Cizvitler’den sonra en çok yuvalandığı ve maskeli iş çevirdikleri reformcu Protestan Kalvinist mezheplerden biriydi. Ki Poe Katolik Cizvitlerle de iyi anlaşıyordu.
Helal miydi yiyecekler? ‘Nevermore’ diyordu içimden bir ses. İnternet sitesinden ‘Balkan Restaurant’ın menüsüne bakmak geldi aklıma. Meze Tahtası’nda gördüğüm şu cümle dikkatimi birdenbire dondurmuştu: ‘Füme domuz ve sığır eti parçaları, dana sosis, peynir, közlenmiş kırmızı biber, turşu ve biber’
Taksi’yi durdurmayı ve geri dönmeyi düşündüm. İD orada olabilirdi ve ben 7’de orada olacağımı yazmıştım. Menü’yü incelemeye devam ettim. ‘Beyaz peynir salatası: Taze domates, salatalık, mantar, dolmalık biber, zeytin, soğan, közlenmiş kırmızı biber, beyaz peynir ve ev sosu’ yazıyordu. Ne peyniri olduğunu bilmediğim için peyniri ve ev sosunu çıkartırsak yenebilir bir şeyler kalacaktı. Mısır Ekmeği de vardı.
Taksi, Patterson Avenue’de lokantaya doğru yol alıyordu. ‘Şeytan Kırmızısı’ diyordum ben Richmond’a şehir rengini veren kırmızı tuğlalarla yapılmış evlerin ve binaların arasından geçerken. O kadar çok ağaç vardı ki burada, kocaman bahçelerin içinden arada bir görünen müstakil evlere bakıyordum; Patterson Avenue boylu boyuna yemyeşildi neredeyse.
Evet, Balkan Lokantası’na ilk kez gidiyordum, ama sanırım sadece adı Balkan’dı, ne hikmetse Boşnak kardeşlerimiz gelmişti aklıma, oysa Balkanlar çoğunlukla Hristiyan’dı artık ve Balkan adı bir tür pazarlama aracı olarak kullanılıyordu.
Yirmi dakika süren yolculuktan sonra sola sinyal verip u dönüşü yaparak park eden taksiden indiğimde gördüklerime şaşırmıştım. Önünde otoparkı bulunan yan yana dizilmiş beş altı dükkândan oluşan klasik küçük Amerikan çarşılarından biriydi burası.
Küçük bir girişi vardı, Papa John’s ile ‘Blessings African Market’in yanına sıkışmış lokantanın. Adana’daki tipik bir esnaf lokantası kadardı ancak. Dar cephesinde kocaman kırmızı ışıklı harflerle ‘BALKAN’ yazısının altındaki tabelanın beyaz zemininde küçük boyutlarda siyah renklerle ‘RESTARUANT’ yazıyordu.
İçeri girdiğimde neredeyse bomboştu derinlemesine uzanan lokanta ve İD girişte sağda bir masada tek başına oturuyordu; minik beyaz çiçekli puanlarıyla portakal rengi, uzun kollu, neredeyse boğazına kadar kapalı, uzun etekli bir elbise giymişti, saat ise tam 7 idi.
Yanına yaklaştım, o ayağa kalktı tedirgin bir şekilde, gülümseyerek ‘Günaydın, merhaba Hanımefendi’ dedim ve oturmasını rica ettim. ‘Kıyafetin çok güzel!’ dedim bir sandalye çekip otururken. Sarı saçları hafifçe omuzlarına değecek kadar uzun ve dümdüzdü.
Mavi gözlerindeki endişe kayboldu, o da gülümseyerek, ‘Günaydın, merhaba Beyefendi!’ dedi ve tepesine astığı kocaman güneş gözlüğünü çıkarıp masaya koydu.
‘Kızmadın değil mi?’ diye sordu İD yine tedirgin. ‘Toplantı sonrası demiştin, ama…’
‘Bu elbiseyi de mi yedekte tutuyordun soğuk havalar için?’ diye sordum hafifçe iğneleyerek.
‘Kızdın demek…’ dedi.
‘Alışkın değilim program dışı gelişmelere; bunun seninle doğrudan ilgisi yok, ama elbisen gerçekten güzel, bir milyon kilometre öteden ben buradayım diye bağırıyor!’
‘Beğenmedin mi, oysa senin hoşuna gider diye almıştım böyle kapalı bir kıyafet?’ dedi İD.
‘Kapalı, evet; ama bence bu kadar güzel ve bağıran bir renkte olması, senin çok daha çabuk fark edilmeni sağlıyor. Ben yanımdaki kadına kimsenin dönüp bakmasından hoşlanmam, bu kadın kim olursa olsun!’ dedim yarı ciddi bir yüz ve ses tonuyla. ‘Daha sade ve pastel bir renkte olabilirdi elbisen.’
‘Rahibe kıyafeti giyse miydim acaba?’ dedi o da dalga geçerek. ‘Yoksa çuval mı giyseydim?’
‘Evet; çuval da olurdu, ama yine de bakarlardı sana… en iyisi seni eve kapatmak!’ dedim gülerek. ‘En azından her yerin kapalı ve rahat rahat kahvaltı yapabiliriz.’
‘Yobaz!’ dedi İD gülümseyerek. ‘Çağdışı şey…’
‘Ancak...’ dedim. ‘Burası tahmin ettiğim kadar helal yiyecekler hazırlamıyor, zaman dar, yoksa geri dönecektim, bir de sen gelmiş olabilirsin diye dönmekten vazgeçtim. Şimdi tam olarak 40 dakikamız var!’
‘Neden?’ dedi İD. ‘Domuz eti mi var?’
‘Evet!’ dedim ve yaptığım küçük araştırmadan bahsettim. Türkçe konuşuyorduk ve garson siparişlerimizi almak için bize doğru geliyordu. Beyaz peynirsiz ve sossuz, ‘Beyaz peynir salatası’ ve taze sıkılmış portakal suyu sipariş etmeyi kararlaştırdık. Taze domates, salatalık, mantar, dolmalık biber, zeytin, soğan, közlenmiş kırmızı biber ve mısır ekmeği. Ben mantarı da çıkardım kendi tabağımdan; İD mantarı istediğini söyledi ve kendi tabağından soğanı çıkardı.
‘Kıyafetin çok güzel!’ dedi İD, kısa kollu pamuklu pastel mavinin tonlarında iç içe geçmiş büyük kareleri olan gömleğime ve buz mavisi ile buz beyazı arasında pastel bir tona sahip keten pantolonuma bakarak. ‘Ayakkabıların da açık lacivert, spor ve deri, toplantıya bu kıyafetle mi katılacaksın?’
‘Biliyorsun!’ dedim. ‘Torino’da da öyleydi Lyon’da da. Hatta İstanbul’da da. Hiç beni kravatlı, takım elbiseli iş toplantısına giderken gördün mü?’
Kafasını eğdi İD ve neredeyse fısıldayarak, ‘Ben hiç kıyafetlerine bakmadım ki!’ dedi.
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş] [1.Bölüm-Gök] [2.Bölüm-Yer] [3.Bölüm-Cennet]
Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: @SonsuzArk
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.