3 Eylül 2022 Cumartesi

SA9818/SD2516: Sıkıntı (Roman); 3. Bölüm-Cennet 45

     Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Toplantı salonuna girdiğimde zihnimi yeniden ân’a yoğunlaştırmıştım. Artık serinkanlı ve saf gerçekle meşgul bir zihne ihtiyacım vardı. Kenarları oval, uzun, dikdörtgen, cilalı kahverengi masanın karşı tarafına dizilerek oturmuş Amerikalıları görünce de iş bütün neşesiyle zihnimi kuşatıvermişti."

‘Ne boşluğundan bahsediyorsun sen?’ dedi Cevval gözlerini kocaman açarak. ‘Bende bir milyon boşluk var, sende bir tane bile yok; olsa ortak nokta buldum diye sevincimden fakir sevindireceğim!’

‘Başka sebeple fakir sevindir sen!’ dedim çayımdan bir yudum alırken. ‘Anlaşılan erkeklerin kör noktaları ortak, sen de göremiyorsun!’

‘Sanki kadınların kör noktaları ortak değilmiş gibi konuşma, Mühendis!’ dedi Cevval ustalık ve tecrübe soluyan bir sesle. ‘Onlar da kendilerine bakamıyorlar, erkeklerin etrafında dönüp duruyorlar, erkeklerin kör noktalarına gözlerini dikip nasıl avlayacaklarını kolayca belirliyorlar. Hangimiz ‘av’ız bilemiyorum; bugüne dek çok kolay av oldular benim için, ama onların gözünde belki de ben daha büyük ve aptal bir av da olabilirim. Bunu hiç düşünmemiştim; hem cennette fazla düşünürsen cennet olmaz ki o zaman; Amerikalıların çok fazla düşünmediğini çok iyi biliyorum, belki de o yüzden burada bir cennet inşâ edebildiler senin satanist dediklerin.’

Şaşırarak baktım Cevval’e ve ‘Filozof tarafını az daha zorlasan, birkaç bin satanistin üç yüz milyonluk Amerika’yı aptallaştırarak yönettiğini, birkaç havuçla kandırarak da ruhundan ayrıştırdığını görebileceksin!’ dedim. ‘Ama sen bunu yapacağına, bildiğin halde o sahte cennetin nimetlerinden sonuna kadar faydalanıyorsun. Dün gece hangi cennetteydin, sana da ‘bal tuzağı’ kurmuyor mudur sence CIA?’

‘İzlendiğini biliyor musun?’ dedi Cevval, gülümseyerek.

‘Bizimkiler mi, Amerikalılar mı, yoksa her iki taraf mı?’ diye sordum ben de gülümseyerek. 'Beni Allah izliyor, başkaları izlese ne fark eder?’

‘Her iki taraf da izliyor hepimizi, ama benim cennetlerim onlardan gizlidir, her seferinde ortadan kaybolurum ben buralara geldiğimde. Programımda her zaman bir boşluk olur. Kimseye haber vermeden kaybolur, sıradan yerlere giderim.’ dedi kendinden emin bir şekilde. ‘On yıl önce bu şirkete girdiğimde, çok saygı duyduğum bir büyüğüm beni uyarmıştı, ‘Batı ülkelerinden hangisi olursa olsun herhangi bir iş görüşmesine gittiğinde ‘bal tuzağı’na yakalanma!’ diye. Bu tür görüşmelerde rezervasyonlar önceden yapıldığından istihbarat örgütleri her otelde mutlaka kamera sistemi yerleştirirler ve kadın gönderirler, kayda alır ve görüşmeden birkaç dakika önce sana o kaydı izletirler, görüşmede onların istediği bütün şartlara ‘evet’ demek zorunda kalırsın. Bu sadece iş görüşmeleri için değil, bütün diplomatik, siyasî ziyaretler için de geçerlidir. MOSSAD bu işte en iyi olandır, hedefini çok detaylıca inceler, zaaflarını bilir ve ona göre ‘bal’ gönderir. O yüzden bugün buradayım, yoksa şirket yönetimi beni anında kapının önüne koyardı. Senin nereden aklına geldi bu? İD’yi ‘bal tuzağı’ mı sandın?’

Çaydan bir yudum daha aldım ve Cevval’e baktım anlamsız anlamsız, sonra, ‘Aklıma nelerin geldiğini bilemezsin Cevval!’ dedim yorgun bir sesle. ‘Ama sanırım İD senin de göremediğin bir boşluk bulmuş bende.’

‘Takma kafana, hadi kalk lobiye gidiyoruz, vakit geldi!’ diyerek ayağa kalktı.’ Sonra konuşuruz bunları, arızasız insan yokmuş demek ki, senin de arızan bu; abartmak! İşte bu da bende yok, yine senle ortak nokta bulamadım!’

‘Çay için sağ ol!’ dedim. ‘İyi geldi gerçekten.’

‘Benim işim seni toplantıya hazırlamak, çaysız da normalleşemeyeceğini biliyorum, afiyet olsun!’ dedi neşelendiğini belli eden bir el hareketiyle.

Lobide toplanan ekiple birlikte büyük merdivenlerden toplantı salonuna çıkarken Poe’nun kafiyeleri dilime dolanmıştı tekrar: ‘Napping, tapping, rapping, nevermore’

Cevval’e uçakta anlattığım ‘Kıskaç Teorisi’ni hatırlattım, kendisine düşen kısmın benim giriş manifestoma uygun olması şarttı, aksi halde söylev sanatım etkili bir sonraki adım olmadan anlamsız kalacaktı. Amerika demek, ‘söylev sanatı’nın tek gerçek olduğu coğrafya demekti, gerçek değildi önemli olan; söylevlerle gerçek gibi gösterilen sahte gerçeklerle bugüne kadar gelebilmişlerdi… iki yüz elli yıl, dile kolay. Bugün, 29 Temmuz 2019, sahte gerçeklerle inşâ edilmiş Amerika’nın son günüydü. Öyle inanıyordum. Bunu bilmeye Amerikalıların hakkı vardı, onları başka türlü durduramazdık.

Cevval profesyonel bir soğukkanlılıkla gülümsedi koridorda yürürken; tıpkı Amerikalılar gibi, küstah, haklı ve üstenci bir poz verdi ve içerisinde ‘bağımlılık’, ‘tedarik’ ve ‘hayatta kalma’ geçen İngilizce cümleleri tekrarladı.  

Uçaktaki gibi, Türkiye-ABD ilişkilerinden bahsederken “dependence” (güven, bağlı olma, itimat, başkasının sırtından yaşama) ve ‘addiction’ (tiryakilik, düşkünlük, alışma) ve ‘habit’ (huy, alışkanlık, adet, yapı, kafa yapısı) gibi sözcükleri kullanmış, ABD-Çin ilişkilerinden bahsederken ‘subjection’ (boyun eğme, itaat, hükmü altına alma) ve ‘bondage’ (esaret, kölelik) sözcüklerini vurgulayarak söylemişti.

Cevval’in ‘tedarik’le ilgili kurduğu cümleler de üç ayrı vurguyla öne çıkacaktı: ‘supply’ (tedarik, arz, sağlama, verme, miktar, erzak), ‘procurement’ (temin, üretim, bulma) ve ‘procuration’ (vekâlet, vekâletname, aracılık, sağlama).

‘Hayatta kalma’ en keskin ve sonuç alıcı sözcüktü, Cevval onunla ilgili de üç ayrı İngilizce sözcük kullanmıştı: ‘vital’ (yaşamsal, yaşayan, hayat dolu, öldürücü), ‘staminal’ (yaşamsal, hayati, dayanma gücü ile ilgili) ve ‘survive’ (dayanmak, sağ kalmak, daha uzun yaşamak, geriye kalmak).

Richmond maceram da sona ermek üzereydi. İD’nin buğulanan mavi gözleri gelmişti aklıma. Dikkatimi dağıtmak için etrafa göz gezdiriyordum.

Dev açık sarı mermer sütunları ve yüksek tavanı ile ünlüydü The Jefferson Hotel, yerler ve dev merdiven eskimiş kahverengi-bordo karışımı zeminine enine ve boyuna dizilmiş sarı papatya yaprağı desenli, kenarlarında, yine aralarına papatya desenleri işlenmiş ikişer uzun sarı şerit bulunan halı ile kaplıydı, duvarlarda da halının zemin rengi ve krem çerçeveler kullanılmıştı.

Toplantı salonuna girdiğimde zihnimi yeniden ân’a yoğunlaştırmıştım. Artık serinkanlı ve saf gerçekle meşgul bir zihne ihtiyacım vardı. Kenarları oval, uzun, dikdörtgen, cilalı kahverengi masanın karşı tarafına dizilerek oturmuş Amerikalıları görünce de iş bütün neşesiyle zihnimi kuşatıvermişti.

Koltuklarımıza oturduğumuzda, otel görevlileri sadece kapalı su şişelerinden ibaret olan bir servis yaptılar ve çekildiler. Onların önlerinde kırmızı plastik ince dosyalar vardı; bizim ekibin plastik dosyaları ise gri ve kalındı. Toplantı salonunda koyu renk takım elbiseli olmayan bir tek bendim. Bizimkiler alışmıştı, ama Amerikalıların yadırgadıklarını hissettirmemeye çalışarak bana baktıklarını fark ediyordum. Bu beni daha da rahatlatmıştı; çünkü dikkatleri üstüme çekmiş ve zihinlerinde farklı bir alan açmıştım. Onları tedirgin ederek dikkatlerini çekiyor ve konuşmama hazırlıyordum. 



<< Önceki                      Sonraki>>


[02.09.2022, (3/90 (314))]


Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 03.09.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

   

Seçkin Deniz Twitter Akışı