Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Cennet Yazarı’nın anlattığına göre, masadaki Amerikalılar, 1930'larda Washingon’a akın eden yoksul New Deal liberallerinin mirasçıları olan ‘Asknotlar’dı; onlara ‘New Class- Yeni Sınıf”, ‘kalıcı Washington’ ve Türkiye’de ürettikleri ve Başkan Trump aracılığı ile ismini kendilerine yansıttıkları biçimiyle, ‘derin devlet’ diyorlardı, Osmanlı son döneminde İstanbul’da, Cumhuriyet döneminde Ankara’da teşekkül ettirilen İttihat-Terakki türü komitacılardı, Masonik sistemin koruyucuları olarak hemen hepsi yoksullardan devşirilmişti.
ABD’deki
yeni sınıf savaşı dünyanın hemen her yerinde özellikle Türkiye’de, paralel
olarak ortaya çıkan sınıf savaşlarına benzeyen, hatta eş olan bir savaştı. ‘Asknotlar’a
karşı ‘Bobolar’ ortaya çıkmıştı. ‘Bobolar’ ya da ‘Creative Class-Yaratıcı Sınıf’
olarak tanımlanan ve geleneksel Amerikan sınıf yapısını altüst eden, bilim
adamları, mühendisler, mimarlar, finansörler, avukatlar, profesörler,
doktorlar, yöneticiler ve benzer mesleklere sahip eğitimli kişilerden oluşan sınıfın
sistemin temellerini oluşturan ‘Asknotlar’a karşı açtığı savaş korkunç Amerikan
gücünü sarsmış ve ortadan ikiye ayırmıştı.
‘Bekçi’, Samirîlerin
bütün devletleri böyle ikiye ayırdığını ve yıktığını, sonrasında da
kendilerinin aynı şekilde yıkıldığını anlatıyordu verdiği notlarda. Türkiye’de,
Avrupa’da gözlerimle şahit olmuştum buna, şimdi de Amerika’da oluyordu aynısı;
çürüyor ve ikiye ayrılıyorlardı alttan gelen yeni sürgünlerin etkisiyle. Allah’ın
kanunları işliyordu, insan Şeytan’a sonsuza dek esir ve mahkûm olmuyordu, her
nesil kendi yolunu çiziyordu ve Şeytan her seferinde yeni baştan başlıyordu.
Salonun
duvarlarında, soldan sağa dizilmiş, 13 koloniyi birleştiren, İngiltere’ye karşı
bağımsızlık savaşı verilmesini sağlayan ve kurulacak olan Amerika Birleşik
Devletleri’nin hükûmet çerçevesini oluşturan ABD’nin ‘Kurucu Babaları’nın
resimleri vardı, yedi kişiydiler: John Adams, Benjamin Franklin, Alexander
Hamilton, John Jay, Thomas Jefferson, James Madison ve George Washington. Bunlardan
dördü başkanlık da yapmıştı: George Washington, John Adams, Thomas Jefferson ve
James Madison.
Bunlar bir
tür panteon tanrıları gibi görülüyordu, masonların zaferlerini simgeleyen sembolik
binalarında ve Washington’un derin koridorlarında.
ABD’nin
Güney Dakota eyaletinde, Kızılderililerin dedelerinin ruhunun yaşadığına
inandıkları Rushmore Dağı'nın Black Hills (Siyah Tepeler) denilen
kayalıklarında, 1927-1941 yılları arasında, 18-20 metrelik kabartma heykelleri dikilen
dört başkandan ikisi farklıydı: George Washington, Thomas Jefferson, Theodore
Roosevelt ve Abraham Lincoln.
Yirminci
yüzyıla kuruculardan iki başkanın adı taşınmıştı, ama dörtlü, yedili set
kurgusu devam ediyordu. Aklıma nedense hep Antik Mısır, Antik Yunan ve Antik
Roma geliyordu Samirîlerin bu anıt hastalığındaki komik kibri görünce. Hepsini
tepetaklak gömüyordu Allah yerin dibine; arkeoloji denen bilimi bu yüzden icat
etmişlerdi masonlar, atalarının kalıntılarını yerin diplerinden çıkarmaya
çalışıyorlardı ve Allah’a baş kaldırıyorlardı tekrar, güçlendiklerini ilan
ederek; yeniden tepetaklak yerin dibine sokulacakları günün geleceğini
düşünmeden.
Şimdi o
gün yeniden gelmişti ve bunu çok iyi biliyorlardı, erkeği erkekle, kadını da
kadınla ‘evlendirmek’ gibi bir sapkınlıkla bütün dinlerden intikamlarını almış iken, zaferlerinin
zirvesinde iken üstelik… Çünkü hep böyle olmuştu; hep tanrısal güçlerinin son
noktasına ulaştıklarını düşündüklerinde yerin dibini boylamışlardı.
Saat
dokuzu on geçe toplantı salonuna ancak giriş yapabildi, Amerikan ekibinin
ellili yaşlarında pembe tombul suratlı, kumral saçları önden dökülmüş, mavi
gözlerini geniş çerçeveli gözlük camlarının arkasına saklayan heyecanlı erkek
lideri. Onun peşinden nefes nefese koşturan ve asistanı olduğu açıkça görülen,
gözlüklü, kızıl saçlı, yeşil gözlü, lacivert, göğsünde dört iri düğmeli mini
etek- ceket takımıyla, otuzlu yaşlarındaki panik kadın iki eliyle sıkı sıkıya
tuttuğu birkaç dosyayı düşürmemeye çalışıyordu.
Gülmek
istedim bir an; sağımda oturan Cevval ters ters bana baktı, gülümsemekle
yetindim. Amerikalıları böyle görmek keyif vericiydi. Salon o kadar sessizdi
ki, en küçük bir nefes alış-verişi bile duyuluyordu; herkes koşturarak içeri
giren erkeğe ve kadına bakıyordu gayr-i ihtiyarî.
‘I am sory, very sory…sory!’ diyordu aralıksız bir şekilde adam. Yerine, Cevval’in tam karşısına oturduğunda da derin bir nefes aldı, sonra su şişesine uzandı ve birkaç yudum su içti, başını hafifçe birkaç kez yukarı aşağı sallayarak, kendisine soran gözlerle bakan asistanına toplantı salonunun dışına çıkmasını işaret etti.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.