Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Sonra, pembe tombul suratına sevimli birkaç kas çizgisi eklemeye çalıştı ve Cevval’e göz kırptı, geniş çerçeveli gözlük camlarının arkasında fıldır fıldır dönen mavi gözlerini bizim ekibin üzerinde tek tek gezdirirken, ‘Welcome to our country, gentlemen…’ dedi. Cevval yerinde kıpırdadı, aynı ses tonuyla ve gülümseyerek karşılık verdi: ‘Thank you, Mister!’
Cevval’le
birbirilerini çok iyi tanıyorlardı. Ben o arada bütün Amerikalıları tek tek
inceliyordum, hepsinin gözlerinde derin bir boşluk var gibiydi, hiçbir duygu ya
da düşünce kırıntısına işaret edecek bir ‘ifade’ yoktu; profesyonellerdi, hissettirmeden
arada bir bana bakıyorlardı, bu kim dercesine. Ancak bu soğukkanlılıklarını ne
kadar koruyabileceklerini birazdan görecektik.
Şirketin
en yüksek temsilcisi pembe tombul suratlı Amerikalı kendisini tanıttı
Cevval’den izin isteyerek ve sonra Amerikan ekibindeki herkesi sırayla takdim
etti, Dışişleri’nden dedikleri CIA, İçişleri’nden dedikleri FBI, Pentagon’dan
dedikleri askerî istihbarat elemanlarıydı, diğerleri ise Beyaz Saray’dan,
Kongre’den, Hazine Bakanlığı’ndan geliyordu.
Pembe
tombul suratlı Amerikalı, giriş konuşması da dahil söz sırasını Cevval’e bıraktığında
Amerikan ekibindeki herkesin dikkat kesildiğini fark ettim, karşımızdalardı;
soldakiler sağa sağdakiler sola bakıyordu, Cevval karşı ortadaydı. Hareketlenen
gözbebeklerini Cevval’e odaklamışlardı, yüzlerindeki donuk ifade yerini küçük,
lütfeden bir ilgiye bırakmıştı. Pembe tombul suratlı dışında hiçbiri bu
görüşmenin neden yapıldığına anlam veremiyordu. Bu türden görüşmeler defalarca
yapılmıştı ve şu anda yapılan toplantı sonucu değiştirmeyecekti. Angaryaydı
onlara göre burada olmak.
Cevval de bizim
ekibi kısa birkaç cümle eşliğinde soldan başlayarak isim isim tanıtıyordu, sıra
bana geldiğinde, adımı söyledi ve ‘Birazdan kendisini daha iyi tanıyacaksınız’
dedi, ardından sonrakileri tanıtmaya geçti. Tam planladığımız gibi yürüyordu süreç.
Bütün yüzler bana dönmüştü ve bu kez o soğuk nevalelerin bakışlarındaki
donukluk yerini meraklı bir hareketliliğe bırakmıştı.
Cevval’in
neden ısrarla beni çağırdığını görüyordum, yine haklı çıkmıştı. İlgisiz gibi
görünen, Türklere küçümseyerek bakma alışkanlığını sahip, ama bir şekilde o
masaya oturmak zorunda kalan Asknot Amerikalılardı onlar ve ben çok iyi
biliyordum ki, bu son Amerikan darbesini milletinin tarihe geçecek direnişiyle
durduran Erdoğan etkisinin sonucuydu, Erdoğan’ın açtığı güçlü dalgalarla desteklenen
bu yolun amaçlanan sonuçlarına doğru hızla yol alıyorduk. Cevval bu akıntının
gücünü görecek kadar zeki ve işinde başarılı bir insandı.
Tanıtım
faslı bittikten sonra Cevval pembe tombul suratlı Amerikalıdan nezaketen izin
isteyerek sözü bana bıraktığını söyledi ve bana dönerek eliyle ‘buyur’ şeklinde
zarif bir hareket yaptı. Bu hareketi dikkatleri daha fazla hareketlendirmişti.
Ben de zihnimi sadeleştirmiş ve sakinleşmiştim.
‘Greetings
gentlemen. Thank you for your kind welcome’ diyerek giriş yaptım; gülümsüyordum
ve onlara aynı göz seviyesinden bakıyordum. ‘‘Nevermore!’ dedim ve sonra
ekledim: ‘İzin verirseniz size Edgar Allan Poe’nun 1845’te yayınlanan The Raven
(Kuzgun) adlı, Poe tarafından yetkilendirilmiş son versiyon olarak kabul eden
25 Eylül 1849 tarihli Richmond Semi-Weekly tarafından yayınlanmış şiirinin giriş
kısmıyla selamlamak isterim’ diye devam ettim, cep telefonumu çıkardım, şiiri
buldum ve CIA ve FBI mensupları olarak etiketlediğim Dışişleri ve İçişleri
temsilcilerine baktım, sesimi genişleterek ve vurguları ağırlaştırarak okumaya
başladım:
Once upon
a midnight dreary, while I pondered, weak and weary,
Over many a quaint and curious volume of forgotten lore,
While I nodded, nearly napping, suddenly there came a tapping,
As of some one gently rapping, rapping at my chamber door.
"Tis some visitor," I muttered, "tapping at my chamber door-
Only this, and
nothing more."
‘Nevermore!’
Bir
zamanlar kasvetli bir gece yarısı, ben düşünürken, zayıf ve yorgunken,
Unutulmuş ilimlerin pek çok tuhaf ve merak uyandırıcı cildinin üzerinde
Neredeyse başım düşercesine uyuklarken, aniden bir tıkırtı geldi,
Birinin usulca, oda kapıma vurması gibi.
"Bu bir ziyaretçi," diye mırıldandım, "odamın kapısını tıklatan-
‘Sadece bu,
başka bir şey değil."
Bir daha asla!
Bütün
bakışlar ciddî bir şaşkınlıkla darmadağınık hale gelmişlerdi, bizim ekipteki
herkes Amerikalılar gibi şaşkındı. Bir iş toplantısına ünlü bir Amerikan şairinin
en ünlü şiirinin giriş kısmıyla başlamamı anlayamamışlardı.
Kısa bir
sessizlikten sonra, ‘napping, tapping, rapping, nevermore’ diyerek tekerlememi
salonun başkalaşmış atmosferine yuvarladım.
‘Poe…’
dedim ‘Bana göre milyonlarca yıllık insanlık tarihinde henüz ergen, iriyarı ve
savruk bir çocuk gibi davranan Amerika Birleşik Devletleri’nin sıkıştırılmış,
insan kılığındaki en önemli örneklerinden biri.’ Sonra sesimi biraz yükselterek
‘Poe equals America’ dedim. ‘Poe babası ve annesi öldükten sonra Virjinyalı bir
köle tacirinin yanına evlatlık olarak verilmiş bir çocuktu. Peki Amerika kimin
evlatlığı? Ne zaman özgürleşecek?’
Bütün Amerikalı
kravatlar sanki çok sıkılmış gibi gevşetilmeye başlanmıştı teker teker. Pembe
tombul suratlı Amerikalı ise gülümsüyordu, rahatlamıştı ve biraz da ‘işimi
yapıyorum’ der gibi sağa sola bakıyordu ekibinin dikkatini çekmeye çalışarak.
Çok komikti, ama gülmeyecek ve gülümsemeyecektim. Yüzüme çok ciddi bir sanat
askısı monte etmiştim ve seçtiğim kıyafetleri birer birer sesime dokuyordum:
‘İzninizle Amerikalı bir şairin şiirinden sonra, bir filmden bahsetmek isterim’ dedim
sesime daha sanatsal bir yükseklik kazandırarak. ‘Filmin adı ‘Virginian-Virjinyalı’. Thomas Makowski'nin yönettiği, 2014 Kanada yapımı. Amerikalı country müzik şarkıcısı ve
aktör Tracy Darrell Adkins’in Virjinyalı rolünü oynadığı filmde Victoria Pratt
öğretmen, Ron Perlman yargıç, Brendan Penny, yazar-gazeteci olarak rol alıyor.’
İş
çığırından çıkmıştı artık, sanki bir konferanstaydık ve dinleyiciler büyük bir
ilgiyle dinliyorlardı beni; her şey istediğim gibi gidiyordu.
‘Filmin
senaryosunu da biliyor olmalısınız’ dedim ve anlatmaya devam ettim:
‘Bir kovboy çetesi tarafından anne ve babasının öldürülmesi sonrası bir çocuk, South, yani Virjinyalı, anne babasının asıl katili, çetenin gizli lideri, çiftlik sahibi ve sığır baronu Henry tarafından çiftliğe alınır. Sığır baronu Henry onu iyi bir silahşor olması için eğittiği gibi, ona güçlü ahlaki kuralları uygulamayı da öğretir, ancak Henry’nin yaptığı her şeyi sorgulamadan savunan South büyüdükçe, yargıçlık da yapan çiftlik sahibinin, kendisini gizli bir gündeme hizmet etmek için yanına aldığını, eğittiğini ve büyüttüğünü fark etmeye başlar. Ancak olan biteni anlamlandıramamaktadır. South, bir erkek yazar ve bir kadın öğretmen sayesinde, bütün entrikalarına rağmen çete lideri baron olan patronunun gerçek yüzünü ortaya çıkaracaktır.’
[09.09.2022,
(3/94 (318))]
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.