Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Güneş saçlarımın arasından ter olup alnıma akıyordu. Serin bir yer bulmalıydım, su bulmalıydım, abdest almalıydım. Meryem Suresinin 68-72. ayetlerine sığındım: ‘Rabbine andolsun, onları şeytanlarla beraber mutlaka haşredeceğiz. Sonra onları kesinlikle cehennemin çevresinde diz üstü hazır edeceğiz. Sonra her bir topluluktan, Rahman’a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip çıkaracağız. Sonra, oraya girmeye en lâyık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz. İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız.’
Yüzümü
göğe döndüm ve ‘Allah’ım içimi biliyorsun, sana karşı gelmekten sakınıyorum ve
sana sığınıyorum’ dedim. İçimi bir ferahlık kapladı. Çevreme baktım… O
sıkıntılı anlarda farkında olmadan, sağa, S20thST sokağına dönmüş ve
yürümüştüm, sokak bitmek üzereydi. Biraz daha yürüdüm, bir caddeye çıktım.
Hedefim James River’a çıkmak ve su kıyısında biraz yürümek ve ferahlamaktı.
E. Cary
Street’deyim, tabela öyle yazıyor, sol tarafımda önünde eski zamanlardan kalan
bir vagon bulunan yüksek görünüşlü eski bir bina var, kırmızı tuğladan
yapılmış. Yukarıya doğru, binanın üst ortasına asılmış büyük beyaz yazıya
bakıyorum:
Dağınık
zihnimde hareketlenen ilk kavramsal dizinin ucunda şu soru oluşmuştu hızlıca: ‘Virginia
ile Holokost nasıl ilişkili olabilir?’ Sonra yine aynı hızda cevap yetişmişti
ben şaşkınlıkla zihnimi izlerken: ‘Çünkü Virginia ‘çimenlerin üstündeki çiğ’in kölelerinin
kurduğu ve yönettiği bir eyaletti, elbette burada bir işaret bırakacaklardı.’
Tuhaftı bu
olanlar, bir metin okumuştum. Charlottesville de Virgina’daydı. Orada, Beyaz Üstünlükçüler
tehditler savurarak yürümüşlerdi açıkça. Jen Margulies adlı bir Yahudi yazar,
Medium’da yayınlanan 13 Ağustos 2017 tarihli ‘White Supremacy Is Bad for the
Jews. Let’s Be Bad for White Supremacy- Beyaz Üstünlüğü Yahudiler İçin Kötüdür.
Beyaz Üstünlüğü İçin Kötü Olalım.’ başlıklı yazısında, ‘Charlottesville “Bir
yer hiç olmadığı halde hâlâ güvenli görünebilir” diye düşünen Yahudiler için de
güvenli olmamıştı. Amerika zaten özünde asla güvenli bir yer olmamıştı. Hırsız
ve insan katillerinin, siyah ve Kızılderililerin katillerinin ve toprak
gaspçılarının oluşturduğu bir yer Amerika.’ demişti.
Daha
fazlasını düşünmeden yolun karşı tarafına geçmeye karar verdim, bunları
düşünecek durumda değildim. Noktasına, virgülüne kadar uygulanan bir senaryonun
gösteri alanında vakit geçirmeye niyetim yoktu. Sağlı sollu açık otoparklar
dizilmişti yolun nehre bakan tarafında. Orta refüjde gözüme beton renkli bir
duvar parçası takıldı. Durdum ve merakla yaklaştım.
Holokost
Müzesi’nin karşısındaki kenarları oval dikdörtgen iki geçişi bulunun bu tuhaf
duvar parçasına monte edilmiş Libby Hapishanesini hatırlatan metal bir
kitabe vardı, üzerinde şöyle yazıyordu: On This Site Stood, Libby Prison OSA,
1861-65, For Federal Prisoners Of War, Placed By Confederate Memorial Literary
Society, A.D. 1911
Amerikan
İç Savaşı’ndaki esirlerin konduğu Libby Hapishanesinden bahseden kitabeye biraz
baktıktan sonra soldaki geçişi kullanarak duvar parçasını geçtim ve ortada gri
metal korkulukları ve birkaç basamağı olan merdivenden inerek otopark alanına
çıktım. Hiç durmaksızın James nehrine paralel akan Dock Street’i aştım ve
Richmond City Canal-Richmond Şehir Kanalı’nın kenarından uzayan Virginia
Capital Trail, bisiklet ve yürüyüş yoluna çıktım. Serinlik istiyordum, gölgelik,
su sesi, ağaç kokusu.
Güneş tam
tepemdeydi, ama biraz ileride yürüyüş yolunu da gölgeleyen bir tren yolu
geçiyordu üzerimizden… Paslı demirleriyle ne kadar da bakımsızdı bu nehre ve
karayoluna paralel uzayan köprü yol. Az ileride sağa dönmüştü yürüyüş yolu,
hızlanmıştım, suyun kokusu daha yakından geliyordu. Yine bir park alanı ve park
etmiş birkaç araba… az ileride, Richmond Şehir Kanalı’nın James Nehri ile
birleştiği o kısa ve dar yerde bir köprü çarpıyor gözüme. ‘Chapel Island’ yazıyor
tabelada… tereddütsüz geçiyorum o küçük ve eski köprüyü... sağa dönüyorum; işte
karşımda fırtınalardan, sellerden hırpalanmış bir sürü ağaç ve ağaçların
arasından akıp giden nemli toprak patikalar, az ileride, hemen birkaç metre
sonra James Nehri’nin o ağır ağır akan koyu mavi suyu…
Ayakkabılarımı
ve çoraplarımı çıkardım, paçalarımı sıvadım, biraz yürüdüm ve nemsiz bir yer
buldum, oturdum ve ayaklarımı suya daldırdım… Binlerce yıldır akıp duran bu
nehrin sessizliğine saklanan hikayeleri merak etmem gerekiyordu, yerlilerin
haykırışlarını duymam… Hiçbir şey gelmiyordu aklıma. Hiçbir şey düşünemiyordum.
Sadece suyun serinliğini hissetmek ve gölgelerin sessizliğini dinlemek
istiyordum. Zihnimdeki gürültüden sıkılmıştım.
Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum. Ezan sesi duymak istiyordu kulaklarım; öğle namazı vaktiydi Adana’da. Telefonumdan gelen mesaj sesi ile irkilerek kendime geldiğimi hatırlıyorum. Mesaj İD’dendi: ‘Toplantin bitti mi, neredesin? Araba kiraladim.’
İçimdeki
sesler birdenbire kayboldular ortadan, suyun sesi daha başka geliyordu
kulaklarıma, ağaçların arasında gezinen serinlik bana doğru akıyordu sanki. ‘Toplantım
bitti, Chapel Island’dayım’ diye yazdım.
‘Gitmelisin
buralardan!’ diyordu içimden kaçarak uzaklaşan bir ses. ‘Gitmelisin!’
Neden gitmeliydim? İD yüzünden mi? Bir kadın ne kadar tehlikeli olabilirdi ki benim için? Üstelik düşüncelerimi, inançlarımı ve ilkelerimi saatlerce anlattığım bir kadın neden buradan gitmemin bir sebebi olsun?
‘Geliyorum’ diye yazmıştı İD. ‘Toplantin bitince neden haber vermedin?'
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.