15 Ekim 2022 Cumartesi

SA9888/SD2566: Sıkıntı (Roman); 4. Bölüm-Cehennem 7

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"… cehennem ise yaşanmamış olandır ve insan yaşanmamış olana meyleder sürekli, kurduğu cenneti kendi elleriyle yıkar, geride kalan cehennemi görmek ister."

‘Çok susadım, gelirken, soğuk su ve soda getirir misin?’ diye yazdım. İnsanlardan herhangi bir şey istemeyi sevmiyordum, ancak şimdi susamıştım ve yakınlarda su alacak bir yer de yoktu.

‘Okay, 15 dakikaya oradayim!’ diye yazdı İD gölgelerin ve suyun serinletici vurgusuna anlamlı bir titreşim göndererek.

Düşüncelerim katmanlar arası geçişlerini kaybetmişti. Tek düze akıyorlardı; alışkın olmadığım bir akıştı bu. Bu ânda, burada olandı olup biten her şeyin akıp durduğu mecrâ. Ben buradaydım çünkü; ben neredeysem oradaydı hayat. İrkiltici bir şeydi bunu fark etmek. Dünyanın bir ucunda ve yalnız, ağaçların ve suyun ve toprağın dışında, göğün mavisi vardı güneşle kol kola. Birazdan öğle namazını kılacaktım burada, birazdan abdest alacaktım önce. Peki ya ‘Kıble’? Oteldeki gibiydi muhakkak, ama burası otel değildi.

Telefonumdan ‘Kıble’ uygulamasını açtım. Küçük bir koyda batıya doğru oturup suya salmıştım ayaklarımı, kıble ibresi doğuyu gösteriyordu, doğudan biraz aşağıyı, az güneyi; Mekke daha çok güneyde değildi Adana’daki gibi. Ne kadar çok dönüyordu yönler, ne kadar sık aralıklı bir şekilde ‘Kıble’ arıyordum gittiğim şehirlerde. Ezan sesi duymamak ne kadar garipti…

‘Bekçi’ öyle yazmıştı: ‘İnsan cenneti taşıdığı gibi cehennemi de taşır içinde, o yüzden gittiği her yeri ya cennete ya da cehenneme çevirir, içini hiç tereddüt etmeden dışına taşırır; ama bu cennet, Adem’in cennetten taşıdığı bir hâtıradır sadece, cehennem ise yaşanmamış olandır ve insan yaşanmamış olana meyleder sürekli, kurduğu cenneti kendi elleriyle yıkar, geride kalan cehennemi görmek ister.’

İD neyi yıkacaktı? Ya da ben?

Düşüncelerimdeki karmaşayı katmanlar arası geçişin durmasına bağlıyordum. İndirgenmiş ve gözle görülebilir hâle gelmiş olan, gerçekle yüz yüze kalan idealist yönümdü; farkındaydım. Bir kenara koyduğum poşete takıldı gözüm. Poe maskotları ve o iki kolye. Kolyeleri suya atmak istedim; bunları neden satın aldığımı bilmiyordum.

Bu Poe poşeti, Poe’nun bütün kasvetini taşıyordu içinde ve acımaksızın içime sürüklemişti sembolize ettiği şeyleri. Bir kapı tıkırtısıydı gerçeğimi çalan, bir kuruntu, bir akıldışı akış. İnsan tek düze bir şekilde düşündüğünde deliriyordu demek ki.

‘… cehennem ise yaşanmamış olandır ve insan yaşanmamış olana meyleder sürekli, kurduğu cenneti kendi elleriyle yıkar, geride kalan cehennemi görmek ister.’

Zihnimde sürekli bu cümlesi dolaşıyordu ‘Cehennem Yazarı’nın. Bu poşet yaşanmamış olan cehenneme meylettiğime mi işaret ediyordu, kurduğum cenneti yıkacak mıydım geride kalan cehennemi görmek için? İD sadece bu kadar mıydı? Su getirecekti şimdi ve soda. Cehennem için miydi bu?

‘Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şânını yükseltmedik mi? Şüphesiz, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.’ diyordu dilimden akıp giden İnşirâh Suresi.

Richmond’a iş için gelmiştim ve işim bitmişti, başka bir işe koyulmam gerekiyordu ve yorulmam, Rabbime yönelmem, ona yalvarmam. Şeytan’ın fısıltılarına kapılmamalı, o fısıltıları kendi iç seslerim olarak tanımlamamalıydım. ‘Buradan gitmelisin’ diyen ses de Şeytan’ın sesi değildi. Ama İD geliyordu, az sonra burada olacaktı ve o poşet halen yerindeydi.

Şeytan’ın sesini kendi sesim sanarak kendimi haksız yere yargılamama engel olmam gerekiyordu; Şeytan’ın beni körleştirmesini engellemeliydim. İnsanı böyle aldatıyordu demek İblis; fısıldıyor ve insan onun fısıltılarını kendi iç seslerinden biri sanıyordu, körleşiyordu ve haksız yere zaten saldırı altında olan kendisini yargılıyor ve suçluyordu. Bu tam olarak Şeytan’ın amaçladığı şeye ulaştığının da göstergesiydi, daha da zayıflıyordu insan ve bir süre sonra artık tutunamıyordu.

İD bana tertemiz düşüncelerle ve duygularla geliyordu; bunu biliyordum. Bendeki temiz düşüncelerin ve duyguların ondaki düşünceleri ve duyguları temizlediğini de biliyordum. Şeytan ise bundan hoşlanmıyordu. Bozmaya çalışıyordu. Susamıştım ve İD su getiriyordu; her şey bu kadar basitti. Yine sohbet edeceğiz ve Richmond sonrası hayat kaldığı yerden akmaya devam edecekti.

Zihnimin sakinleştiğini fark etmeye başladım. İnşirâh Suresi’nin aydınlatıcı ayetleri beni ferahlatmıştı ve Şeytan’ı bütün varlığı ile görmemi sağlamıştı. ‘İnsan içinden dışarıya taşan cehennemi kendisine borçlu değildir, çünkü cehennemi onun içinde inşâ eden Şeytan’dır; ama insan o cehennemi inşâ edeni kendisi zannettiği için dışına taşanların da kendisine ait olduğunu sanır, onları sahiplenir; bu da dışarı taşan cehennemin şiddetinin artmasını sağlar.’ demişti ‘Cehennem Yazarı’.

Zihnim susmuştu ve İD’nin gelişini beklemeye başlamıştı sanki. 15 Temmuz 2019’un gecesinden sonra, yazın o sıcak ve uzun günlerinden bugüne dek çok şeye susmuştu zihnim, çok şey söylemişti içim, gördüm; dilim sussa da içim susmamıştı. Açıkça anlıyordum, biz asla susmuyoruz, uykumuzda bile, gündüz susarak ya da konuşarak içimize taşıdığımız, içimizden dışımıza sürüklediğimiz, hem bazen kollarından tutarak dışımıza taşıdığımız her şey, uykumuzda, gece rüyalarımızın içinden hiç anlamadığımız, hatta anlayamayacağımız biçimde, ilginç bağlantılarla tekrar tekrar susuşlarımızın tepesinde patlıyordu.

Hani her sabah kalktığımızda dilimizde sesi olmayan terennümler olur ya, zihnimizde dolanan yankılar, işte onlar hiç susmayan içimizin aslında neye önem verdiğinin de bir işaretidir... Gündüzü neyle meşgul ise zihnimizin gecemiz onunla hem dem oluyor, sabaha taşıyor bu nev-i şahsımıza mahsus o dizini. Bu sebeple biliyordum ki; her ne olursa olsun bu dizinde bize ayna olan şeyler, eğer Allah'ı zikretmiyorsak bizi dinginliğe ulaştırmıyorlar.

Sadece Allah zihninizi arındırabilirdi, bizi varlığımızın tam ortasında idrakimizle sınayabilirdi. Tedbirli olmalıydık, içimizin seslerini dilimizin seslerine dönüştürecek olan irade dışı zamanlarımız da oluyordu şimdiki gibi; bu zamanlara önceden hazırlanmak ve hep ve asla bıkmadan ve asla vazgeçmeden İblis'e inat Allah'ı anmak, Allah'ı zikretmek zorundaydık; bu bizim menfaatimize idi.

Susmak çaresizlik değildi, biliyordum; susmanın, daha doğru konuşmak için zihnimize lazım olan zamanlar demek olduğunu bildiğimizde, içimizdeki sesler daha doğru yankılanıyor, daha güzel seviyorlardı bizi; bizi sevdiklerimize daha güzel bakmaya alıştırıyorlardı. Ya yoksa ne yaparsak yapalım İblis, bizi, her şeyin, herkesin en olumsuz yönlerini hatırlamaya ve düşünmeye zorluyordu. Sonrasında içimizde bir sürü kir biriktiğini görüyorduk; paslı bir hava oluyordu ruhumuzun her yerinde ve biz huzursuz, öfkeli birer şahsiyet olarak çıkıyorduk insanların içine.

İnsanların kendilerini sarhoş eden şeylere neden düşkün olduklarını anlıyordum. Susmayan içlerini duymamak için müptela oluyorlardı insanlar uyuşturan şeylere... eğer; sağırlaşırlarsa, keyiflerince yaşayacaklarını umuyorlardı; bu umuttu, onları susturamadıkları iç seslerini duymazlığa sürükleyen ve elbette felaketlere doğru giden bir yok oluşa hazırlayan.

İnsanın iç sesleri insanın felaketine giden yolları da açıyorlardı, felaketten kaçmanın yollarına da ulaştırıyorlardı; önemli olan o iç seslerin kimden geldiğiydi, vicdanımızdan mı, Allah'tan mı, İblis'ten mi?

Susmayı susarak konuşan eskiler vardı masallarda, hikayelerde; bu susuşlar başka susuşlardı, ânı muhakeme etmeye dairdi. Bunlar hakikate dair olabilirlerdi de olmayabilirlerdi de. Belki de bir riyânın yürüyen ayak sesleriydi o türden bazı susuşlar ve sırf susarak bir kötülüğü sürdürmeye hizmet ediyordu insan o tür zamanlarda.

Dikkatli olmamız lazımdı, eğer o kötü, tedirgin susuşlarımızda içimizden fırlamak için bekleyen itiraz sesleri varsa, oturup başka bir yerde o susuşumuzdaki sebepleri irdelemeliydik, ta ki huzursuzluğumuz gidene kadar. Ama elbette Allah'tan yardım dileyerek. Ben de burada oturmuştum işte, bu nehir adasında, susmuş olan Chapel Island’da. ‘İbadet Adası’ydı anlamı. 

<< Önceki                      Sonraki>>


[14.10.2022, (4/15 (339))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 15.10.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı