Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
‘Neden
çıkardın kolyeyi, çok yakışmıştı ama sana?’ diye sordum. Üzülmüştüm de.
‘Bana alınmış bir hediye değil, nasıl durduğunu görmek için taktım.’ dedi hüzünlü bir sesle. ‘Benim için alınmış olsaydı asla çıkarmazdım.’
Uzayan bir
sessizlik doldurdu içimi. Hiç hesaplamadığım bir kırgınlığa neden olmuştum. Bir
yerlerde bir yanlışlık vardı ve ben bu yanlışlığın sorumlusu değildim, bunu
biliyordum; ancak bu yanlışlıktan doğan şeylere engel olamıyordum. İnsanlar
beklenti mekaniği kuruyorlardı ve bu beklentilere uygun tavırlar
geliştiriyorlardı. Beklentisizliğe alışmış olan benim gibi biri için bunu
anlamak zordu, anlamıyordum.
Nedenlerin
sonuçları doğurduğunu bilen ve gören biri için, hiçbir neden anlamsız değildi
ve hiçbir sonuç da kendiliğinden doğmuyordu.
İnsanın
hür iradesi olduğunu iddia edenlerin haklı olup olmadığını sorgulamaya
başlamıştım. Hür irade, hangi hür tutum, düşünce ve davranışın ördüğü analitik
bir sürece maruz kalıyordu ki? Hürriyet denen şeyin biyolojik ve psikolojik
bağımsızlığı zorunlu kıldığını ve insan olarak hiçbirimizin böyle bir imkâna
sahip olmadığını ne kadar düşünüyorduk?
Şimdi ve
şu anda yaşadığım şey, zihnimdeki kaos benim eserim değildi, benim hür irademin
eseri değildi. Bir başkasının ya da başkalarının ürettiği düşünce ve
davranışların kıvrımlarına yerleşmiş olan beklentilerin bana yansıyan yüzünde
sorumlu bendim. Bu haksızlıktı. Peki, bunda benim hiç mi payım yoktu?
Evet
vardı; en büyük payım insan olmaktı ve insanlarla bir arada yaşama zorunluluğu
ile yaratılmış olmamdı. Ne kadar hür irademle yaşadığımı düşümsem de aslında
bunun sınırlı bir alanda geçerli olduğunu öğreniyordum her geçen gün. İnsan
anlaşılması güç bir sistemdi ve ben insanı anlaşılabilir bir sistem olarak
analiz etmeye hiç odaklanmamıştım. Bunu düşünmeliydim, hem de çok
düşünmeliydim.
İD’ye döndürdüm
uzaklara dalan bakışlarımı… Sağ omzundan aşağı dökülen saç buklelerini parmaklarına
dolamıştı, farkında olmadan onlarla oynuyordu. ‘Sence, ben ne yaparsam seni
kırmamış olurum?’ diye sordum. Güneş’in artık suyun ve ağaçların serinliğini
kavurduğu anlardaydık.
İD cevap
vermedi. Bukleleriyle oynamayı bıraktı, ayaklarını sudan çıkardı ve bana doğru
döndü, dizlerini kendine çekerek iki koluyla dizlerini kucakladı, çenesini
dizlerinin arasına yerleştirdi ve bana baktı.
Gözlerim
ayak parmaklarındaki mor ojeye takılmıştı. Bir de buz mavisi kotunun ve sarı saçlarının
arasından görünen küçük yüzündeki berrak mavi gözlerine.
‘Bilmiyorum’,
dedi İD gözlerini kaçırarak. Dizlerine sarılmış parmaklarının ucunda da mor oje
vardı, tıpkı dudaklarındaki uçuk mor ruj gibi takım halinde mor uçuşuyordu
ruhunda. Poe’nun mor kasveti buradaydı.
‘Gidelim
buradan!’ dedim.
‘Gitmeyelim
buradan!’ dedi.
Ayaklarımı
sudan çıkardım, dizlerimi bükerek iki kolumla yarı gergin bir şekilde sardım ve
iki elimin parmaklarını dizlerimin ortasında kenetledim, ayaklarımı güneşte
kurumaya bıraktım. Gidecektim buradan. İD gelsin ya da gelmesin.
‘Ayaklarım
kuruyunca gideceğim buradan!’ dedim ruhu çekilmiş bir ses tonuyla.
‘Gidemezsin!’
dedi İD gülümseyen sesiyle.
‘Bak!’
dedim. ‘Birbirini seven erkekle kadının arasından arzuyu çıkar, diğerleri, yani
sevgi, merhamet, dostluk kalmaz; arzu işin çimentosudur, ama diğerleri varsa
sevgi saygındır, arzu vahşi olandır, diğerleri edebî olan; vahşi ve edebî olan
ikisi bir arada birbirini sağaltır; salt edebi olan anlamsızdır, boyutsuzdur,
salt arzu temelli olan da...’
‘Bana
ne!!!’ dedi gülerek öylesine rahat.
‘As o
zaman o kolyeyi tekrar boynuna!’ dedim kesinlik kükreyen bir sesle.
‘Tamam!’
dedi, elini Poe poşetine uzattı, kolyeyi çıkardı ve ayağa kalktı, şaşkın
bakışlarımla onu izliyordum, yanıma geldi ve kolyeyi bana uzattı. ‘Sen as boynuma!’
Çok kötü
sıkışmıştım. ‘Bu bir tuzak!’ diye bağırdım yarı telaşlı.
‘Evet!’
dedi ayakta bekler bir vaziyette. Kolyeyi bana uzatmıştı ve bekliyordu.
Ayaklarım daha kurumamıştı.
‘Allah’ım
beni kadınların tuzağından koru!’ dedim sonra sakin sakin. ‘Anlaşma şu; kolyeyi
sana hediye ediyorum, bugünün bir hatırası olarak. O bir nesne sadece, hâtıra bir
nesne. Richmond hâtırası. Bunu bir yerde hâtıra fotoğrafı çektirmek gibi düşün.
Çünkü bu bir romantizmin ifadesi değil, aksine mekanik bir mantığın sonucu.’
‘Bence
sakıncası yok böyle bir anlamın!’ dedi İD gülerek. ‘Korkak olan sensin!’
‘Korkaklık
mı?’ diye sordum şaşırarak. ‘Korkaklık dediğin şey, seni daha da kıracak bir
beklenti içerisine girmene neden olmak endişesi. Ben eğer böyle bir hediye
alacaksam bir kadına, o kadının bütün sorumluğunu alarak asarım boynuna o
kolyeyi. Şimdi söyler misin, ben senin bütün sorumluluğunu alabilecek bir durumda
mıyım?’
Umursamaz
bir şekilde, ‘Senden bütün sorumluluğumu üstüne almanı beklemiyorum ki!’ dedi. ‘Kolum
yoruldu ama…’
Ayağa
kalktım. Kolyeyi elinden aldım. Öylece ayakta duruyordu. Hiç kıpırdamadı,
eğilmedi de. Bir adım attım ve yan tarafına geçtim. Kolyeyi tişörtünün üstüne
salarak zincirini boynunun yan tarafında kilitledim. ‘Düzeltir misin kolyeyi?’
diyerek yerime döndüm ve oturdum.
‘Karın
bunu görse ne der sence?’ diye sordu İD, kolyeyi heyecanla düzeltirken.
‘Okuyacak
nasılsa yazdıklarımı…’ dedim gülümseyerek. ‘Senin kurduğun tuzağı anlayacak!’
‘Ben tuzak kurmadım ki!’ dedi kıkır kıkır
gülerek. ‘Sana şartımı söyledim, sen de kabul ettin ve…’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.