6 Kasım 2022 Pazar

SA9918/SD2589: Sıkıntı (Roman); 4. Bölüm-Cehennem 14

  Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

‘İşte senin de benim de bunu hatırlatmamız gerek!’ dedim. ‘Haz her şeyin merkezi olduğunda korkunç bir kısırdöngü çıkıyor ortaya, her haz sonraki ‘haz açlığı’nı doğuruyor ve insan bu sonsuz döngüden sıkılıyor. Senin sık sık sıkılmanın temelinde de bu var.’

Batı’daki kavram, değer ve inanç düşmanlığının hangi boyutlara geldiğini biliyordum, ancak İD’nin, Satanizm’in insanları ikna ederek sürüklediği sınırsız haz cehennemini ‘mutluluk’ diye tanımlaması karşısında dehşete düşmüştüm. İD kötülüklerle dolu dünyadan nefret ediyordu oysa. Bu kötülüklerin sorumlusunu bulmak zorunda olan insanlar yaşadıkları derin kaosu sorgulama yöntemlerini bile kaybetmişlerdi.

‘O zaman insanlar üreme gereği duymazdı!’ dedim. 'Evlilik dışı üreyenler de aile, anne, baba, kardeş, büyükbaba, büyükanne, teyze, hala, amca, dayı gibi kavramlar olmadan büyürler ve ruhsal mekanizmaları bozulurdu. Şu anda Avrupa ve Amerika böyle üremiş milyonlarca çocukla dolu ve hepsi travmatik; babasının kim olduğunu bilmeyen milyonlarca çocuk ve yetişkin var ve hepsi babalarının kim olduğunu merak ediyorlar, öğrenmek de çoğunlukla mümkün olmuyor, çünkü birçoğunun anneleri içkili ya da uyuşturucu etkisi altında iken bir erkekle bir köpek gibi çiftleşmiş, karnındaki bebeğin babasının kim olduğunu kendisi de bilmiyor.”

‘Herkes yetişkin, dilediğini yapmakta özgür ama…” dedi İD gayet rahat bir tavırla.

İD’nin bu bakışı Batı’daki algı biçiminin en bariz örneklerinden biriydi. Yetişkin istediğini yapmakta serbestti, ancak yaptıklarının sonuçlarından sorumlu tutulmak istemiyordu. Belki bir hukukî cezasızlık sağlayarak insanları bencilliğin hazlarına itebilirlerdi, ancak ya psikolojik cezalar, ruhsal tıkanmalar?

‘Peki bir insanın bunu bir çocuğa yapma hakkı var mı?’ diye sordum İD’e. ‘Batı’da ‘Evlilik’ neredeyse yok işte, bu çocuklar var ama, mutlular mı peki? Milyonlarca masum çocuğa nasıl kıyarsınız, masum gözyaşlarına nasıl üzülmezsiniz? 2018’de yayınlanan Eurostat araştırmasına göre, İzlanda’da her on bebekten yedisi, Fransa’da on bebekten altısı, ABD’de on bebekten dördü evlilik dışı ilişkilerle dünyaya geliyor. Bozulmuş en kötü din bile insanın elinden babasını bilme hakkını almıyor. Evlilik sadece bu iki şeyle sınırlı değil, bir tür sistem bütünleşmesi, iki yarı sistemin kurumsal olarak, herkes tarafından saygı duyulacak bir şekilde bütünleşmesi. Erkek ve kadının biyolojik ihtiyaçları birbirini tamamlayıcı nitelikte yaratıldığı için psikolojik ihtiyaçları da öyle yaratılmıştır. İnsan yalnız olamaz. Ayrıca çocuklar ve yaşlılar bakıma muhtaçtır, evlilik ve aile çocuğa güven ve doğasına uygun bir şekilde sevgiyle büyüme imkânı sağlar, yaşlılar için de saygı ve bakım imkânı. Psikolojik ihtiyaçlar en büyük sistem araçları, insanın varoluşunun temeli aslında. İnsan bunlar olmadan yaşayamaz.’

‘Haklı olabilirsin’ dedi İD yine. ‘Şu var ama, gerçi bu hep vardı, ama hayatımın şu son yıllarında çok daha net görüyorum ki, insanları sınırlandıran bir şeyler olmalı gerçekten. Bu kadar çok sınırsızlığın sonu gerçekten sadece içinden çıkılmaz bir boşluk ve intihar. Çok özgür biriyim ama insan ‘durması’ gereken bir canlı olduğunu kendine hatırlatmalı. Artık bunu hatırlayan yok!’

‘İşte senin de benim de bunu hatırlatmamız gerek!’ dedim. ‘Haz her şeyin merkezi olduğunda korkunç bir kısırdöngü çıkıyor ortaya, her haz sonraki ‘haz açlığı’nı doğuruyor ve insan bu sonsuz döngüden sıkılıyor. Senin sık sık sıkılmanın temelinde de bu var.’

‘Yanılıyorsun!’ diyerek yine itiraz etti İD. ’Benim hayatımın merkezi haz olsaydı çok farklı davranıyor olurdum. En azından seninle olan bu arkadaşlığımın çok başka bir boyuta evrilmesine izin verirdim, gerekirse bunu zorla yapardım. Ama yapmam, çünkü benim için anlamlı olmasının sebebi de bu yüzyılda böyle bir dostluğun bitmesini istememem. Offf… sıkıldım!’

‘İşte sıkıldım demenin sebebi de bahsettiğim hazzın kanıtı. İnsan neden sıkılır? O andan, o anda olanlardan haz alamadığı için. Haz sadece seks değildir, ruhsal bir mekanizmadır; sevdiğin yemeği de haz için yersin, sevdiğin ruju ya da ojeyi de haz için sürersin, kıyafetlerini de öyle seçersin. Ancak bazı hazlar kişi ile sınırlı kalmaz, başka kişilere yansır ya da başka kişilerin hazlarını kışkırtır. İşte o zaman işler değişir, haz herkesin hayatının merkezi haline geldiğinde sorun başlar. Hazzın merkezde olması sorundur, haz merkezde olmamalıdır, bu da tıpkı acının merkezde olması gibi dengesizlik üretir. Ya değilse haz alınmayan hiçbir şey insanın istediği bir şey olamaz. Tanımlanmış ve sınırları olan bir haz olmalı, kontrol edilebilen bir haz. Hazzın kurguladığı ve kontrol ettiği bir hayat felsefesi değil.’ dedim, sesime kısa bir sessizlik vererek gülümsedim ve sözlerimi tamamladım: ‘Helal haz!’

‘Çok kötüsün!’ dedi İD. Gülerek tekrarladı yine: ’Helal haz!’

‘Bak işte!’ dedim gülerek. ‘İyiliği hatırlatmak da ’kötü’ olabilmek demek, kötüyü iyi olarak gördüğünde!’

‘Şaka yaptığımı biliyorsuuuun!’ dedi yine harfleri küçük bir kız çocuğu gibi uzatarak. Sağımda oturuyordu, aramızdaki mesafe bir adımdan daha azdı ve ikimiz de dizlerimizi bükmüş, kollarımızla onları sarmış ve ellerimizi ortada birleştirmiştik, suya bakıyorduk.

Anlatmalıydım; insanın masumiyetine ve masum olmayan davranışlarına dair çelişkileri ortaya koymalıydım.

‘İnsanlık tarihin her döneminde kendi türüne kastetmiştir, bunu hiç şüphe etmeden söyleyebiliyoruz elimizdeki keskin tarihî verilere bakarak. Savaşları kastetmiyorum, savaşa ve devlet gücüne ya da her türlü zorbalığa kurban verilen insanlara bakmıyorum burada. İnsanın, kendisini insan yapan değerlerini yaratılışındaki öze göre koruyan, neslini bu değerlere göre dünyaya getiren ve yetiştiren bir alışkanlığa sahip olmadığını söylüyorum. Çok mu katıyım bu konuda bilmiyorum, ama beraberce düşünelim istersen.’

‘Düşünelim!’ dedi sevinçle.

‘Offf, sıkıldım demek yok, ama!’ dedim tatlı sert bir uyarıyla.

‘Yok, okay!’ dedi kıkırdayarak.

‘Kıkırdamak da yasak!’ dedim ve sözlerime devam ettim. ‘Bir insan, bir anneden ve bir babadan meydana gelir. Bu anne ve babanın koruyuculuğunda doğar ve bir ergin olana kadar da beslenir, yetiştirilir; sonra kendi başına buyruk bir fert olarak hayatına devam etme hakkı kazanır. Bu gelişmiş ya da gelişmemiş her toplumda böyledir. İnsan fıtratına uygun olan da budur. Daha doğrusu insan en az balıklar kadar neslinin devam etmesi için uygun sistemlerle donatılmıştır. Ama bugün artık durum hiç de öyle değil. Neslin devamı, bir tür ahlâk bilincini gerektiriyor. Maalesef bu ahlâk bilinci, dinler yok edildiği için artık yirmi birinci yüzyılın görece güçlü-kudretli insanı için bir önem taşımıyor. Evlilik kurumu dünyanın zengin ve yarı zengin ülkelerinde itibarını yitirmiş durumda. Pespaye bir şekilde süren yerlerde ise kadın ve erkek için cinsel bir değerler alanı olarak görülmüyor.'

‘İnsan nesli devam etmese ne olur ki?’ diye sordu İD. ‘Dünya bu kadar kötülükle dolu iken, insanlar daha az çocuk yapmalı!’

İnsan neslinin azalması kalan insanların ürettiği kötülüğü azaltmayacaktı. ‘İnsan neslinin azalması ya da artması insanın elinde olan bir şey değil’ dedim. ‘İnsanın doğasından çocuk edinme duygusunu ya da güdüsünü çıkaramazsın. Önemli olan çocuk yapacak olan insanın buna layık olup olmadığı. Çocuk çok önemli bir emanettir insana. Tıpkı senin var olman gibi. İnsan da erkek ve kadın olarak o çocuğa en az kendisinin doğduğu anda ve sonrasında sahip olduğu kadar normal bir hayat alanı oluşturmak zorunda. Bu tür çiftleşmelerden en çok zarar görenler kadınlar ve daha da fazlasını yaşayarak hayâl algısını yanlış oluşturmak zorunda kalan çocuklar. Kadınlar, evli olsunlar ya da olmasınlar farklı babalardan peydahladıkları çocuklarla aynı evde yaşarken, çocuklarının gerçek bir kardeş algısı ile büyümelerine engel oluyorlar mesela. Daha başka bir şekilde evlilik kurumu olmadan birlikte yaşayan bir kadın ve bir erkek, başka başka erkeklerle ve kadınlarla birlikte olarak dünyaya çocuk getirebiliyorlar ve bu çocuklar anne-baba kavramının normal anlamından uzakta yetişiyorlar; evde bulunan erkek babası değil, evde bulunması gereken baba başka evde.’

‘Bu çok doğru!’ dedi İD. ‘Amerika’da o kadar değil, ama Avrupa’da her yerde böyle.’

Onaylaması, içinde yaşadığı toplumu çok iyi bilmesinden kaynaklanıyordu.

‘Daha kötüsü de var çocukların maruz kaldığı. Bu aslında temel insan haklarının tamamen yok edilmesi demek. Kimi zaman evlat edinilmiş bir çocuk, evde iki erkekle birlikte cinsiyet algısı sıfırlanan bir ortamda yetişiyor ya da aynı evde yaşadığı iki kadından birine anne derken, diğerinin ne olduğunu anlayamadan büyüyor.’ dedim. ‘Daha başka yerlerde ise, bir kadın kimden peydahladığını bildiği ya da bilmediği bir çocukla tek başına. Ortada bir kedi, bir köpek gibi edinilme ihtiyacı duyan bir çocuk var ve bu çocuk kendi doğal büyüme alanına sahip değil. Her türlü din bilgisinden yoksun eski zaman topluluklarında kişilerin anneleri bilinir, babalarının kim olduğu, anneleri herkesle cinsel ilişki yaşadığı için bilinmezdi. Daha sonra dinler, ne kadar tahrif edilmiş olurlarsa olsunlar, bir aile kurumu inşa ederek insan neslinin beklediği en doğal aile ortamını sağladılar. Birkaç yüzyıldır insanı hayvandan daha aşağı bir yere indirerek her türlü ahlaki değeri yok eden bir güç var ve bu güç açıkça insan neslinin bozulması için çalışıyor.’

Heyecanla, ‘Şeytan’ın var olduğuna inanıyorum!’ dedi İD. ‘İnsan bu kadar kötülüğü planlayacak kadar akıllı değil!’

‘Ama cinsel hazların peşinden giderken aklını son gücüne kadar isteyerek kullanabilen bir varlık insan!’ diye ayraç koydum sözlerinin arasına. ‘Bir kadın-bir erkek herhangi bir yerde birbirlerini tanıma gereği bile duymadan, zevkleri ya da haz döngüleri neyi nasıl belirlemişse, bir hayvanın bile ilkelerine uymayacak bir şekilde çiftleşebiliyorlar ve bunu özgürlük olarak nitelendiriyorlar. Bunu bu kadar gelişmemişken de yapıyorlardı, yani yirmi birinci yüzyıla gelmelerine gerek yoktu, bu kadar yüzyıl bunun için çabalamalarına da gerek yoktu. İnsanlıktan çıktılar ve hayvandan daha aşağı seviyeye indiler. Binlerce yıl önce de böyle yapmışlardı ve yok edilmişlerdi. Kur’an’da Tîn Suresi bu durumu şöyle anlatır: ‘İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır. Böyle iken, hangi şey sana hesap ve cezayı yalanlatıyor? Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?’

‘İnsan nedir o zaman?’ diye sordu İD. ‘Hata yapabilen bir varlık değil mi, yok edilmek ağır bir ceza olmuyor mu?’ 


 
<< Önceki                      Sonraki>>


[30.10.2022, (4/29 (353))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 06.11.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı