Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Batı’daki kavram, değer ve inanç düşmanlığının hangi boyutlara geldiğini biliyordum, ancak İD’nin, Satanizm’in insanları ikna ederek sürüklediği sınırsız haz cehennemini ‘mutluluk’ diye tanımlaması karşısında dehşete düşmüştüm. İD kötülüklerle dolu dünyadan nefret ediyordu oysa. Bu kötülüklerin sorumlusunu bulmak zorunda olan insanlar yaşadıkları derin kaosu sorgulama yöntemlerini bile kaybetmişlerdi.
‘O zaman insanlar üreme gereği duymazdı!’ dedim. 'Evlilik dışı üreyenler de aile, anne, baba, kardeş, büyükbaba, büyükanne, teyze, hala, amca, dayı gibi kavramlar olmadan büyürler ve ruhsal mekanizmaları bozulurdu. Şu anda Avrupa ve Amerika böyle üremiş milyonlarca çocukla dolu ve hepsi travmatik; babasının kim olduğunu bilmeyen milyonlarca çocuk ve yetişkin var ve hepsi babalarının kim olduğunu merak ediyorlar, öğrenmek de çoğunlukla mümkün olmuyor, çünkü birçoğunun anneleri içkili ya da uyuşturucu etkisi altında iken bir erkekle bir köpek gibi çiftleşmiş, karnındaki bebeğin babasının kim olduğunu kendisi de bilmiyor.”
‘Herkes
yetişkin, dilediğini yapmakta özgür ama…” dedi İD gayet rahat bir tavırla.
İD’nin bu
bakışı Batı’daki algı biçiminin en bariz örneklerinden biriydi. Yetişkin
istediğini yapmakta serbestti, ancak yaptıklarının sonuçlarından sorumlu
tutulmak istemiyordu. Belki bir hukukî cezasızlık sağlayarak insanları
bencilliğin hazlarına itebilirlerdi, ancak ya psikolojik cezalar, ruhsal
tıkanmalar?
‘Peki bir
insanın bunu bir çocuğa yapma hakkı var mı?’ diye sordum İD’e. ‘Batı’da ‘Evlilik’
neredeyse yok işte, bu çocuklar var ama, mutlular mı peki? Milyonlarca masum
çocuğa nasıl kıyarsınız, masum gözyaşlarına nasıl üzülmezsiniz? 2018’de
yayınlanan Eurostat araştırmasına göre, İzlanda’da her on bebekten yedisi,
Fransa’da on bebekten altısı, ABD’de on bebekten dördü evlilik dışı ilişkilerle
dünyaya geliyor. Bozulmuş en kötü din bile insanın elinden babasını bilme
hakkını almıyor. Evlilik sadece bu iki şeyle sınırlı değil, bir tür sistem
bütünleşmesi, iki yarı sistemin kurumsal olarak, herkes tarafından saygı
duyulacak bir şekilde bütünleşmesi. Erkek ve kadının biyolojik ihtiyaçları
birbirini tamamlayıcı nitelikte yaratıldığı için psikolojik ihtiyaçları da öyle
yaratılmıştır. İnsan yalnız olamaz. Ayrıca çocuklar ve yaşlılar bakıma
muhtaçtır, evlilik ve aile çocuğa güven ve doğasına uygun bir şekilde sevgiyle
büyüme imkânı sağlar, yaşlılar için de saygı ve bakım imkânı. Psikolojik
ihtiyaçlar en büyük sistem araçları, insanın varoluşunun temeli aslında. İnsan
bunlar olmadan yaşayamaz.’
‘Haklı
olabilirsin’ dedi İD yine. ‘Şu var ama, gerçi bu hep vardı, ama hayatımın şu
son yıllarında çok daha net görüyorum ki, insanları sınırlandıran bir şeyler
olmalı gerçekten. Bu kadar çok sınırsızlığın sonu gerçekten sadece içinden
çıkılmaz bir boşluk ve intihar. Çok özgür biriyim ama insan ‘durması’ gereken
bir canlı olduğunu kendine hatırlatmalı. Artık bunu hatırlayan yok!’
‘İşte
senin de benim de bunu hatırlatmamız gerek!’ dedim. ‘Haz her şeyin merkezi
olduğunda korkunç bir kısırdöngü çıkıyor ortaya, her haz sonraki ‘haz açlığı’nı
doğuruyor ve insan bu sonsuz döngüden sıkılıyor. Senin sık sık sıkılmanın
temelinde de bu var.’
‘Yanılıyorsun!’
diyerek yine itiraz etti İD. ’Benim hayatımın merkezi haz olsaydı çok farklı
davranıyor olurdum. En azından seninle olan bu arkadaşlığımın çok başka bir
boyuta evrilmesine izin verirdim, gerekirse bunu zorla yapardım. Ama yapmam,
çünkü benim için anlamlı olmasının sebebi de bu yüzyılda böyle bir dostluğun
bitmesini istememem. Offf… sıkıldım!’
‘İşte
sıkıldım demenin sebebi de bahsettiğim hazzın kanıtı. İnsan neden sıkılır? O
andan, o anda olanlardan haz alamadığı için. Haz sadece seks değildir, ruhsal
bir mekanizmadır; sevdiğin yemeği de haz için yersin, sevdiğin ruju ya da ojeyi
de haz için sürersin, kıyafetlerini de öyle seçersin. Ancak bazı hazlar kişi
ile sınırlı kalmaz, başka kişilere yansır ya da başka kişilerin hazlarını
kışkırtır. İşte o zaman işler değişir, haz herkesin hayatının merkezi haline
geldiğinde sorun başlar. Hazzın merkezde olması sorundur, haz merkezde
olmamalıdır, bu da tıpkı acının merkezde olması gibi dengesizlik üretir. Ya
değilse haz alınmayan hiçbir şey insanın istediği bir şey olamaz. Tanımlanmış
ve sınırları olan bir haz olmalı, kontrol edilebilen bir haz. Hazzın
kurguladığı ve kontrol ettiği bir hayat felsefesi değil.’ dedim, sesime kısa
bir sessizlik vererek gülümsedim ve sözlerimi tamamladım: ‘Helal haz!’
‘Çok
kötüsün!’ dedi İD. Gülerek tekrarladı yine: ’Helal haz!’
‘Bak
işte!’ dedim gülerek. ‘İyiliği hatırlatmak da ’kötü’ olabilmek demek, kötüyü
iyi olarak gördüğünde!’
‘Şaka
yaptığımı biliyorsuuuun!’ dedi yine harfleri küçük bir kız çocuğu gibi
uzatarak. Sağımda oturuyordu, aramızdaki mesafe bir adımdan daha azdı ve ikimiz
de dizlerimizi bükmüş, kollarımızla onları sarmış ve ellerimizi ortada
birleştirmiştik, suya bakıyorduk.
Anlatmalıydım;
insanın masumiyetine ve masum olmayan davranışlarına dair çelişkileri ortaya
koymalıydım.
‘İnsanlık
tarihin her döneminde kendi türüne kastetmiştir, bunu hiç şüphe etmeden
söyleyebiliyoruz elimizdeki keskin tarihî verilere bakarak. Savaşları
kastetmiyorum, savaşa ve devlet gücüne ya da her türlü zorbalığa kurban verilen
insanlara bakmıyorum burada. İnsanın, kendisini insan yapan değerlerini
yaratılışındaki öze göre koruyan, neslini bu değerlere göre dünyaya getiren ve
yetiştiren bir alışkanlığa sahip olmadığını söylüyorum. Çok mu katıyım bu
konuda bilmiyorum, ama beraberce düşünelim istersen.’
‘Düşünelim!’
dedi sevinçle.
‘Offf,
sıkıldım demek yok, ama!’ dedim tatlı sert bir uyarıyla.
‘Yok,
okay!’ dedi kıkırdayarak.
‘Kıkırdamak
da yasak!’ dedim ve sözlerime devam ettim. ‘Bir insan, bir anneden ve bir
babadan meydana gelir. Bu anne ve babanın koruyuculuğunda doğar ve bir ergin
olana kadar da beslenir, yetiştirilir; sonra kendi başına buyruk bir fert
olarak hayatına devam etme hakkı kazanır. Bu gelişmiş ya da gelişmemiş her
toplumda böyledir. İnsan fıtratına uygun olan da budur. Daha doğrusu insan en
az balıklar kadar neslinin devam etmesi için uygun sistemlerle donatılmıştır.
Ama bugün artık durum hiç de öyle değil. Neslin devamı, bir tür ahlâk bilincini
gerektiriyor. Maalesef bu ahlâk bilinci, dinler yok edildiği için artık yirmi birinci
yüzyılın görece güçlü-kudretli insanı için bir önem taşımıyor. Evlilik kurumu
dünyanın zengin ve yarı zengin ülkelerinde itibarını yitirmiş durumda. Pespaye
bir şekilde süren yerlerde ise kadın ve erkek için cinsel bir değerler alanı
olarak görülmüyor.'
‘İnsan
nesli devam etmese ne olur ki?’ diye sordu İD. ‘Dünya bu kadar kötülükle dolu
iken, insanlar daha az çocuk yapmalı!’
İnsan
neslinin azalması kalan insanların ürettiği kötülüğü azaltmayacaktı. ‘İnsan
neslinin azalması ya da artması insanın elinde olan bir şey değil’ dedim. ‘İnsanın
doğasından çocuk edinme duygusunu ya da güdüsünü çıkaramazsın. Önemli olan
çocuk yapacak olan insanın buna layık olup olmadığı. Çocuk çok önemli bir
emanettir insana. Tıpkı senin var olman gibi. İnsan da erkek ve kadın olarak o
çocuğa en az kendisinin doğduğu anda ve sonrasında sahip olduğu kadar normal bir
hayat alanı oluşturmak zorunda. Bu tür çiftleşmelerden en çok zarar görenler
kadınlar ve daha da fazlasını yaşayarak hayâl algısını yanlış oluşturmak zorunda
kalan çocuklar. Kadınlar, evli olsunlar ya da olmasınlar farklı babalardan
peydahladıkları çocuklarla aynı evde yaşarken, çocuklarının gerçek bir kardeş
algısı ile büyümelerine engel oluyorlar mesela. Daha başka bir şekilde evlilik
kurumu olmadan birlikte yaşayan bir kadın ve bir erkek, başka başka erkeklerle
ve kadınlarla birlikte olarak dünyaya çocuk getirebiliyorlar ve bu çocuklar
anne-baba kavramının normal anlamından uzakta yetişiyorlar; evde bulunan erkek
babası değil, evde bulunması gereken baba başka evde.’
‘Bu çok
doğru!’ dedi İD. ‘Amerika’da o kadar değil, ama Avrupa’da her yerde böyle.’
Onaylaması,
içinde yaşadığı toplumu çok iyi bilmesinden kaynaklanıyordu.
‘Daha
kötüsü de var çocukların maruz kaldığı. Bu aslında temel insan haklarının
tamamen yok edilmesi demek. Kimi zaman evlat edinilmiş bir çocuk, evde iki
erkekle birlikte cinsiyet algısı sıfırlanan bir ortamda yetişiyor ya da aynı
evde yaşadığı iki kadından birine anne derken, diğerinin ne olduğunu
anlayamadan büyüyor.’ dedim. ‘Daha başka yerlerde ise, bir kadın kimden
peydahladığını bildiği ya da bilmediği bir çocukla tek başına. Ortada bir kedi,
bir köpek gibi edinilme ihtiyacı duyan bir çocuk var ve bu çocuk kendi doğal
büyüme alanına sahip değil. Her türlü din bilgisinden yoksun eski zaman
topluluklarında kişilerin anneleri bilinir, babalarının kim olduğu, anneleri
herkesle cinsel ilişki yaşadığı için bilinmezdi. Daha sonra dinler, ne kadar
tahrif edilmiş olurlarsa olsunlar, bir aile kurumu inşa ederek insan neslinin
beklediği en doğal aile ortamını sağladılar. Birkaç yüzyıldır insanı hayvandan
daha aşağı bir yere indirerek her türlü ahlaki değeri yok eden bir güç var ve
bu güç açıkça insan neslinin bozulması için çalışıyor.’
Heyecanla,
‘Şeytan’ın var olduğuna inanıyorum!’ dedi İD. ‘İnsan bu kadar kötülüğü
planlayacak kadar akıllı değil!’
‘Ama
cinsel hazların peşinden giderken aklını son gücüne kadar isteyerek kullanabilen
bir varlık insan!’ diye ayraç koydum sözlerinin arasına. ‘Bir kadın-bir erkek
herhangi bir yerde birbirlerini tanıma gereği bile duymadan, zevkleri ya da haz
döngüleri neyi nasıl belirlemişse, bir hayvanın bile ilkelerine uymayacak bir
şekilde çiftleşebiliyorlar ve bunu özgürlük olarak nitelendiriyorlar. Bunu bu
kadar gelişmemişken de yapıyorlardı, yani yirmi birinci yüzyıla gelmelerine
gerek yoktu, bu kadar yüzyıl bunun için çabalamalarına da gerek yoktu. İnsanlıktan
çıktılar ve hayvandan daha aşağı seviyeye indiler. Binlerce yıl önce de böyle
yapmışlardı ve yok edilmişlerdi. Kur’an’da Tîn Suresi bu durumu şöyle anlatır:
‘İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en
güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak, iman edip salih ameller
işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır. Böyle iken, hangi şey sana hesap ve
cezayı yalanlatıyor? Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?’
‘İnsan nedir o zaman?’ diye sordu İD. ‘Hata yapabilen bir varlık değil mi, yok edilmek ağır bir ceza olmuyor mu?’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.