10 Aralık 2022 Cumartesi

SA9966/SD2624: Sıkıntı (Roman); 4. Bölüm-Cehennem 23

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İD’ye baktım. Mahir’in Mahmure’si geldi aklıma. Sonra ağırlaşan gözkapaklarımı zorlayarak tekrar ağaçlara bakmaya çalıştım. Gözlerimin baktığı yer kararıyordu, simsiyah kargalar uçuşuyordu belirli belirsiz. Poe’nun kuzgunlarıydı bunlar; ağaçların arasından fırlıyor, taklalar atıyor ve haykırarak tekrar ağaçların arasına dalıyorlardı."

İkindi namazını da aynı yerde kıldım ve tekrar arabaya döndüm. İD uyumaya devam ediyordu. Onu uyandırmak istemedim, uykusuzdu ve hayal kırıklığı yaşıyordu. Dinlenmesi iyi gelecekti. Akşama daha çok vardı ve Cevval’den ses çıkmamıştı. Biraz su içtim açlığımı bastırması için ve sonra ben de İD’nin yaptığı gibi koltuğumu geriye yasladım ve aşağılara doğru uzanan ağaçların yemyeşil ruhuna odaklanan gözlerimin Richmond’dan uzaklaşmasını izledim.

Sol tarafımdaki koltukta Batı bütün özelliklerini kuşanmış bir kadın olarak uyuyordu, yorgundu; kendi ürettiği gerilimlerden, aşırılıklardan, bencilliklerden, sınırsız arzulardan ve güvensizliklerden yorulmuştu.

Ben de ezilerek gömüldüğü tarihin içinden çıkıp gelen bir medeniyetin, kültürün, inancın, direnişin ve umudun insanın köklerine uzanan çağrısıydım. Hayır, Doğu değildim, Orta Doğu da değildim; sadece evrenin her yerinde olabilecek en güvenli liman olan İslam’ın bir mü'miniydim, sadece Kur’an’a sıkı sıkıya sarılarak yaşamaya çalışan bir Müslümandım. Eğer ben, onun arzularına rağmen, onun için ve kendim için İD’ye, bir insanlık trajedisi olan Batı’ya güven vermiyorsam başka hiç kimse veremezdi.

İD daha sonra bana Chimborazo Tepesi’ndeki o kısacık uykunun hayatının en güzel uykusu olduğunu söyleyecekti. Bunun için de bana teşekkür edecekti.

‘Belki’lerin arkasına sakladığı beklentilerini düşündüm İD’nin. Onun hayatında ‘belki’ye yer yokmuş gibi davranıyordu, istediği zaman istediğini yapıyordu. ‘Ben sonrasını pek düşünmem’ demişti bir gün; ama o öyle sanıyordu. Söylediği ile yaptığı farklıydı. Bir şeye odaklanıyor, yapacağı her şeyi planlıyor ve birdenbire ve günün herhangi bir anında planını uygulamaya başlıyordu; sanki her şey o anda başlamış gibi görünse de İD’nin her şeyi önceden ölçüp biçtiğini ve sonra adım attığını uzun süre önce fark etmiştim. Buraya da her şeyi inceden inceye planlayarak geldiğine emindim. Onun arzularına gem vurması için çabalamasam olacak olan şeyler belliydi.

‘Ben sana kanat taktım, cennete uçuracağım’ demişti Mahmure. O hallerim geliyor aklıma; duruyorum, gülüyorum, şaşırıyorum, kızıyorum’ diyen Mahir’in hüzünlü yüzünde acı can acıtacak bir şekilde gülümsüyordu ağaçların üzerinden… Bir iş dolayısıyla tanıştığı Mahmure ona hiç alışık olmadığı bir saygı göstermiş, yaşadığı metropolün erkekliğini yitirmiş erkeklerinde göremediği inceliği, içtenliği, samimiyeti, dürüstlüğü ve kadınını sahiplenme biçimini görünce de ona âşık olmuştu.

Mahir çok kötü kapılmıştı Mahmure’ye, ama engelleri vardı; evliydi ve çocukları vardı. Mahmure’nin istediğini ona verememişti. Anadolu’nun o çekingen adamının içinde kopan fırtınaları anlayabiliyordum. ‘Mahmure’nin sevgisinin zerresi etmezdi benim sevgim’ demesi bundandı. Zengindi de Mahmure; oysa Mahir kimi zaman ekonomik sıkıntılar da çekiyordu. Yıllar geçmişti aradan. Mahmure şimdi ölmüştü, ama Mahir, o gururuna toz kondurmayan adam yıkılmıştı.

İD’ye baktım. Mahir’in Mahmure’si geldi aklıma. Sonra ağırlaşan gözkapaklarımı zorlayarak tekrar ağaçlara bakmaya çalıştım. Gözlerimin baktığı yer kararıyordu, simsiyah kargalar uçuşuyordu belirli belirsiz. Poe’nun kuzgunlarıydı bunlar; ağaçların arasından fırlıyor, taklalar atıyor ve haykırarak tekrar ağaçların arasına dalıyorlardı.

Ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildim. Uykuyla uyanıklık iç içe geçmişti. Karımın ve çocuklarımın yüzleri görünüyordu bazen ağaçların üzerinde. Bazen Cevval’in muzip sırıtışı, bazen toplantı yaptığımız masa ve Amerikalılar.

Sağ cebimdeki telefonun titreşimleriyle kendime geldim. Cevval’den mesaj gelmişti ve saat 17:23’tü: ‘Toplantının ilk turu bitti, yarın sabah 9’da ikinci tur başlayacak. Her şey çok iyi gidiyor, artık Washington masada yok. Yarın ‘Bobo’ ve ekibi ile teknik ayrıntıları görüşeceğiz!’ Demek ki stratejimiz işe yaramıştı ve Cevval amacına ulaşmıştı. 

29 Temmuz 2019 çok uzun bir gündü; beni sarsması, ruhumda karmaşa oluşturması dışında iş açısından çok iyi geçen bir gün. Bu yüzden Cevval’i asla affetmeyecektim. İD başını sola doğru eğmişti, uyumaya devam ediyordu, onu incitmemiş olmayı diliyordum. Ama beklentilerine ulaşamayınca incinecekti ben istemesem de.

İnsan ömrü, yokuş yukarı giderken pek aklına gelmez insanların; ama yokuş aşağı inerken dalar gider insan geçmişe doğru, ömrünün muhasebesini yapar.

Bu bir yolculuktu; bir tren yolculuğu gibi. Her istasyonda inenler ve binenler oluyordu bize ait bu yolculukta. Ruhumuz inen ve binen yolcuların bizde bıraktıklarıyla avunuyordu. 'Ömür Yolculuğu' dediğimiz bu yolculuk kimi zaman durup düşünmeye zaman bulamadan geçip giden heyecanlar, acılar, sevinçler ve üzüntülerle doluydu; kimi zaman da ağır ağır geçiyordu, her şeyi inceden inceye hissediyorduk.

Her birine tek tek dokunmak istediğim hâtıralarım, o hâtıralarımın en nadide varlıkları olan insanlar; sevdiklerim sevmediklerim… Bir hüzün dalgası yükseliyordu gözlerime, sonra, diyordum, bu bir yolculuk, inen iniyor, binen biniyor trene; bizim trenimiz bu, her birimizin doğduktan ölene dek geçen sürede hiç durmaksızın zamanı dolanan.

İyiler için dua ediyor, rahmet diliyordum. Mahir için de Mahmure’ye rahmet dilemiştim. Kötüler için dua etmek içimden gelmiyordu, onların rahmete muhtaç olup olmamaları da beni ilgilendirmiyordu. Sevdiklerim hep iyi miydi ya da sevmediklerim kötü? Yok, hayır, böyle ayırmıyordum onları… insan bazen kötüleri de sevebiliyor kötülükleri kendisine dokunmadığında, bazen de sevmediği iyiler de oluyordu yürüyüp giderken hayat.

Başlangıçta kötü olarak bildiklerimizi hiç sevmediğimizi fark ettim, sonradan kötü olduklarını anladığımız insanları sevmemizin de bizim sınanmamız olduğunu öğrendim. Onlar bizim sınanmamız için vardı, biz de onların sınanması için. İyilik ve kötülük sınanma araçlarımızdı aslında. Birbirimizin ruhuna, bedenine dokunarak iyiliği ya da kötülüğü deniyorduk.

Başkalarına nasıl bakıyorsak başkaları da bize öyle bakıyordu. Herkes bir diğerinin treninde bir yolcu, bir hâtıra, bir serinlik ya da öfke dalgası. Geriye doğru baktığımızda kimi zaman öfkelendiğimizi, kimi zaman da hüzünlendiğimizi anlıyordum. Sevdiklerimizi hatırladığımızda hüzünleniyorduk, sevmediklerimizi hatırladığımızda içimizi bir öfke bulutu kaplıyor zamansız her dalışımızda.

Hâtıradan hâtıraya atlarken zihnim, baktığım yeri görmemeye başlıyordum. İçine bakıyor insan aslında o anlarda. Yaşanmışlıklara, pişmanlıklara ya da kahır dolu dakikalara odaklanıyor düşünceler.

Hangi insan ömrü sona ererken 'oh' demezdi, merak ediyordum. Çünkü başlangıcından itibaren yorucu bir yolculuktu bu, öldüğünde de bitmiş olması sevindirmeliydi insanı. Ancak öyle olmuyordu, yapıp ettiklerimiz, o hâtıralar tek tek karşımıza çıkarılacaktı çok sonra.

Allah bizi yargılamak için dirilttiğinde, zerre kadar iyiliğimizi ve zerre kadar kötülüğümüzü çıkarıp önümüze koyduğunda o hâtıralara yüklediğimiz iyilikler ve kötülüklerle yeniden karşılaşacaktık. Şu anki dalışım belki biraz ahiret günü olacak olanların bir tür provasıydı. O gün neler olacağını biliyoruz hepimiz aslında, şu an olduğundan biraz daha fazlası olacaktı o gün; unutmak istediğimiz ve unuttuğumuz hâtıralara yüklediğimiz iyilikler ve kötülükler de girecekti işin içine.

Benim bir gemim oldu trenden başka; bu iş, mesleğim bir gemiydi limandan limana uğrayan… ama trendeki yolculuğum sürerken yapıp bitirdiğim ve trendeki hayatta çekip çevirdiğim. Kaçışları anlatsa da, doğru ya da yanlış demeyeceğim inşâ ettiğim bu gemi için, çünkü var, çünkü soğuğu, sıcağı, kasırgayı, fırtınayı, dalgaları hissedebiliyordum; ellerim üşüyebiliyor, zihnim kendi demirlerini çekip alabiliyordu hayattan.

Misafirlerimi de ağırlayabiliyordum, onlara kahve ikram edebiliyordum, sonra tekrar bırakıyordum kendi yolculuklarına. Hayata bilerek dokunsunlar istiyordum, onlara güzel hâtıralar vermek istiyordum az da olsa. İD de gemimde bir misafirdi, şimdi huzurla güven içinde uyurken.


<< Önceki                      Sonraki>>


 [09.12.2022, (4/47 (371))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 10.12.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı