Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
İkindi namazını da aynı yerde kıldım ve tekrar arabaya döndüm. İD uyumaya devam ediyordu. Onu uyandırmak istemedim, uykusuzdu ve hayal kırıklığı yaşıyordu. Dinlenmesi iyi gelecekti. Akşama daha çok vardı ve Cevval’den ses çıkmamıştı. Biraz su içtim açlığımı bastırması için ve sonra ben de İD’nin yaptığı gibi koltuğumu geriye yasladım ve aşağılara doğru uzanan ağaçların yemyeşil ruhuna odaklanan gözlerimin Richmond’dan uzaklaşmasını izledim.
Sol
tarafımdaki koltukta Batı bütün özelliklerini kuşanmış bir kadın olarak
uyuyordu, yorgundu; kendi ürettiği gerilimlerden, aşırılıklardan,
bencilliklerden, sınırsız arzulardan ve güvensizliklerden yorulmuştu.
Ben de ezilerek
gömüldüğü tarihin içinden çıkıp gelen bir medeniyetin, kültürün, inancın, direnişin
ve umudun insanın köklerine uzanan çağrısıydım. Hayır, Doğu değildim, Orta Doğu
da değildim; sadece evrenin her yerinde olabilecek en güvenli liman olan İslam’ın
bir mü'miniydim, sadece Kur’an’a sıkı sıkıya sarılarak yaşamaya çalışan bir Müslümandım.
Eğer ben, onun arzularına rağmen, onun için ve kendim için İD’ye, bir insanlık
trajedisi olan Batı’ya güven vermiyorsam başka hiç kimse veremezdi.
İD daha
sonra bana Chimborazo Tepesi’ndeki o kısacık uykunun hayatının en güzel uykusu
olduğunu söyleyecekti. Bunun için de bana teşekkür edecekti.
‘Belki’lerin
arkasına sakladığı beklentilerini düşündüm İD’nin. Onun hayatında ‘belki’ye yer
yokmuş gibi davranıyordu, istediği zaman istediğini yapıyordu. ‘Ben sonrasını pek
düşünmem’ demişti bir gün; ama o öyle sanıyordu. Söylediği ile yaptığı
farklıydı. Bir şeye odaklanıyor, yapacağı her şeyi planlıyor ve birdenbire ve günün
herhangi bir anında planını uygulamaya başlıyordu; sanki her şey o anda başlamış
gibi görünse de İD’nin her şeyi önceden ölçüp biçtiğini ve sonra adım attığını
uzun süre önce fark etmiştim. Buraya da her şeyi inceden inceye planlayarak
geldiğine emindim. Onun arzularına gem vurması için çabalamasam olacak olan
şeyler belliydi.
‘Ben sana
kanat taktım, cennete uçuracağım’ demişti Mahmure. O hallerim geliyor aklıma; duruyorum,
gülüyorum, şaşırıyorum, kızıyorum’ diyen Mahir’in hüzünlü yüzünde acı can
acıtacak bir şekilde gülümsüyordu ağaçların üzerinden… Bir iş dolayısıyla
tanıştığı Mahmure ona hiç alışık olmadığı bir saygı göstermiş, yaşadığı metropolün
erkekliğini yitirmiş erkeklerinde göremediği inceliği, içtenliği, samimiyeti,
dürüstlüğü ve kadınını sahiplenme biçimini görünce de ona âşık olmuştu.
Mahir çok
kötü kapılmıştı Mahmure’ye, ama engelleri vardı; evliydi ve çocukları vardı. Mahmure’nin
istediğini ona verememişti. Anadolu’nun o çekingen adamının içinde kopan
fırtınaları anlayabiliyordum. ‘Mahmure’nin sevgisinin zerresi etmezdi benim
sevgim’ demesi bundandı. Zengindi de Mahmure; oysa Mahir kimi zaman ekonomik
sıkıntılar da çekiyordu. Yıllar geçmişti aradan. Mahmure şimdi ölmüştü, ama Mahir,
o gururuna toz kondurmayan adam yıkılmıştı.
İD’ye
baktım. Mahir’in Mahmure’si geldi aklıma. Sonra ağırlaşan gözkapaklarımı
zorlayarak tekrar ağaçlara bakmaya çalıştım. Gözlerimin baktığı yer
kararıyordu, simsiyah kargalar uçuşuyordu belirli belirsiz. Poe’nun kuzgunlarıydı
bunlar; ağaçların arasından fırlıyor, taklalar atıyor ve haykırarak tekrar
ağaçların arasına dalıyorlardı.
Ne kadar
zaman geçtiğinin farkında değildim. Uykuyla uyanıklık iç içe geçmişti. Karımın ve
çocuklarımın yüzleri görünüyordu bazen ağaçların üzerinde. Bazen Cevval’in muzip
sırıtışı, bazen toplantı yaptığımız masa ve Amerikalılar.
Sağ cebimdeki telefonun titreşimleriyle kendime geldim. Cevval’den mesaj gelmişti ve saat 17:23’tü: ‘Toplantının ilk turu bitti, yarın sabah 9’da ikinci tur başlayacak. Her şey çok iyi gidiyor, artık Washington masada yok. Yarın ‘Bobo’ ve ekibi ile teknik ayrıntıları görüşeceğiz!’ Demek ki stratejimiz işe yaramıştı ve Cevval amacına ulaşmıştı.
29 Temmuz 2019 çok uzun bir gündü; beni
sarsması, ruhumda karmaşa oluşturması dışında iş açısından çok iyi geçen bir
gün. Bu yüzden Cevval’i asla affetmeyecektim. İD başını sola doğru eğmişti, uyumaya
devam ediyordu, onu incitmemiş olmayı diliyordum. Ama beklentilerine
ulaşamayınca incinecekti ben istemesem de.
İnsan
ömrü, yokuş yukarı giderken pek aklına gelmez insanların; ama yokuş aşağı
inerken dalar gider insan geçmişe doğru, ömrünün muhasebesini yapar.
Bu bir
yolculuktu; bir tren yolculuğu gibi. Her istasyonda inenler ve binenler oluyordu
bize ait bu yolculukta. Ruhumuz inen ve binen yolcuların bizde bıraktıklarıyla
avunuyordu. 'Ömür Yolculuğu' dediğimiz bu yolculuk kimi zaman durup düşünmeye
zaman bulamadan geçip giden heyecanlar, acılar, sevinçler ve üzüntülerle doluydu;
kimi zaman da ağır ağır geçiyordu, her şeyi inceden inceye hissediyorduk.
Her birine
tek tek dokunmak istediğim hâtıralarım, o hâtıralarımın en nadide varlıkları
olan insanlar; sevdiklerim sevmediklerim… Bir hüzün dalgası yükseliyordu
gözlerime, sonra, diyordum, bu bir yolculuk, inen iniyor, binen biniyor trene;
bizim trenimiz bu, her birimizin doğduktan ölene dek geçen sürede hiç
durmaksızın zamanı dolanan.
İyiler
için dua ediyor, rahmet diliyordum. Mahir için de Mahmure’ye rahmet dilemiştim.
Kötüler için dua etmek içimden gelmiyordu, onların rahmete muhtaç olup
olmamaları da beni ilgilendirmiyordu. Sevdiklerim hep iyi miydi ya da
sevmediklerim kötü? Yok, hayır, böyle ayırmıyordum onları… insan bazen kötüleri
de sevebiliyor kötülükleri kendisine dokunmadığında, bazen de sevmediği iyiler
de oluyordu yürüyüp giderken hayat.
Başlangıçta
kötü olarak bildiklerimizi hiç sevmediğimizi fark ettim, sonradan kötü
olduklarını anladığımız insanları sevmemizin de bizim sınanmamız olduğunu
öğrendim. Onlar bizim sınanmamız için vardı, biz de onların sınanması için.
İyilik ve kötülük sınanma araçlarımızdı aslında. Birbirimizin ruhuna, bedenine
dokunarak iyiliği ya da kötülüğü deniyorduk.
Başkalarına
nasıl bakıyorsak başkaları da bize öyle bakıyordu. Herkes bir diğerinin
treninde bir yolcu, bir hâtıra, bir serinlik ya da öfke dalgası. Geriye doğru
baktığımızda kimi zaman öfkelendiğimizi, kimi zaman da hüzünlendiğimizi anlıyordum.
Sevdiklerimizi hatırladığımızda hüzünleniyorduk, sevmediklerimizi
hatırladığımızda içimizi bir öfke bulutu kaplıyor zamansız her dalışımızda.
Hâtıradan
hâtıraya atlarken zihnim, baktığım yeri görmemeye başlıyordum. İçine bakıyor
insan aslında o anlarda. Yaşanmışlıklara, pişmanlıklara ya da kahır dolu
dakikalara odaklanıyor düşünceler.
Hangi
insan ömrü sona ererken 'oh' demezdi, merak ediyordum. Çünkü başlangıcından
itibaren yorucu bir yolculuktu bu, öldüğünde de bitmiş olması sevindirmeliydi
insanı. Ancak öyle olmuyordu, yapıp ettiklerimiz, o hâtıralar tek tek karşımıza
çıkarılacaktı çok sonra.
Allah bizi
yargılamak için dirilttiğinde, zerre kadar iyiliğimizi ve zerre kadar
kötülüğümüzü çıkarıp önümüze koyduğunda o hâtıralara yüklediğimiz iyilikler ve
kötülüklerle yeniden karşılaşacaktık. Şu anki dalışım belki biraz ahiret günü
olacak olanların bir tür provasıydı. O gün neler olacağını biliyoruz hepimiz
aslında, şu an olduğundan biraz daha fazlası olacaktı o gün; unutmak
istediğimiz ve unuttuğumuz hâtıralara yüklediğimiz iyilikler ve kötülükler de
girecekti işin içine.
Benim bir
gemim oldu trenden başka; bu iş, mesleğim bir gemiydi limandan limana uğrayan…
ama trendeki yolculuğum sürerken yapıp bitirdiğim ve trendeki hayatta çekip
çevirdiğim. Kaçışları anlatsa da, doğru ya da yanlış demeyeceğim inşâ ettiğim
bu gemi için, çünkü var, çünkü soğuğu, sıcağı, kasırgayı, fırtınayı, dalgaları
hissedebiliyordum; ellerim üşüyebiliyor, zihnim kendi demirlerini çekip
alabiliyordu hayattan.
Misafirlerimi
de ağırlayabiliyordum, onlara kahve ikram edebiliyordum, sonra tekrar bırakıyordum
kendi yolculuklarına. Hayata bilerek dokunsunlar istiyordum, onlara güzel
hâtıralar vermek istiyordum az da olsa. İD de gemimde bir misafirdi, şimdi
huzurla güven içinde uyurken.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.