Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Her an bir yolcu iniyordu hayatımızdan; bazen fark ediyorduk, bazen de etmiyorduk. İnişlerini fark ettiklerimiz gitmesini istemediklerimizdi, belki biraz da bazıları ‘gidişleri içimizi ferahlatacak, bir an önce gitsinler de dünya kurtulsun’ diye beddua ettiklerimiz. İyi ki bize yakın değiller kötülükleri yüzünden çekip gitsinler diye farkında olarak beklediklerimiz.
Ama ya
diğerleri, indiklerinde yüreğimizde içten içe yanan bir köz bırakanlar? Bir
türlü bir yerlere sığamayışımız onlar gittiklerinde? İçim üşüyordu o zamanlarda…
Gemime binip daha uzaklara gitmek istiyordum, ama hâtıralardan kaçmak ne
mümkün? Onlar hep içindedir insanın; hele yokuş aşağı giderken insan, hele
yarıdan fazla yolu katetmişken hayatında.
Mahir’in
acısını da bu yüzden anlıyordum, onun da içi üşüyordu. ‘Sen insan sarrafı
olmuşsun!’ demişti Mahir bir keresinde. ‘Neye yarar ki?’ demiştim ona. ‘Nihayetinde
ben de insanım!’
Geriye
doğru bakıyordum yüzlerine insanların onlar inerken bu yolculukta; ne zor
zamanlar geçip gitmiş zamanın kucağına… İşte sırf bundan dolayı ölüp giderken de
inmemişlerdir bizim ruhumuzdan.
Peki,
ölmeden inenler? Gücendirdiklerimiz, terk ettiklerimiz, bizi gücendirenler,
bizi terk edenler? Hepsi işte onlar böyle zamanlarda uğruyorlardı zihnimizin
güvertelerine. Acılarla yoğrulu anlar çarpıveriyordu yelkenleri; dümenleri sarsıyordu
birdenbire. Derin derin düşündürüyordu öyle…
Bu bir
yolculuktu, ona ‘Ömür Yolculuğu’ diyorduk, sayısını bilemediğimiz bu yolculukta
inenler daha önce trenimize binenlerdi, biliyorduk, ama bizi etkileyenler
ansızın zihnimizin güvertelerine sıçrayabilecek kadar güçlü izler bırakanlardı.
Onları iyilerden seçmek gerek diye; hiç değilse iyilerin izleri iç sızlatırken
öfkelendirecek kadar haksızlık yapmazlardı bize.
Bugün bu
andan sonra İD ile nasıl bir iletişim içerisinde olacaktık, bilmiyordum. Bu
genç kadının düşüncelerimde bu kadar yer etmesi beni şaşırtıyordu. İD, hiçbir dinî
ya da yasal engeli umursamayan bir düzlemde yaşamaya alışkındı, ilgisini çeken
her şeyi deniyor ve beğenisine göre hayatına dahil ediyor ya da etmiyordu.
Deneysel bir geri dönüşe ulaşmıştı insan bu bilgi çağında. El yordamı yerini
nefs yordamına bırakmıştı. Ölçü ‘beğeni’ idi; ‘beğendiğini beğendiğin anda yap
ya da elde et!’
Nasıl
davranacaktık birbirimize? İncitmemek için ne yapabilirdik? İşte biz, çok
gelişmiş çağların insanları olarak bu sorunun cevabını bilemez hale
getirilmiştik. Kendimizi ve başkalarını çok hor kullanıyorduk, bencil,
sorumsuz, saldırgan ve sürekli isteyen, arzulayan, arızalı, sınır tanımayan,
ama her şeye rağmen kendi küçük dünyasında sıkışıp kalan. Bu muydu Batı’nın
vaat ettiği ‘insan’?
Ne var ki
bir başkası işin içine girince işler değişiyor, beğeniler çatışıyordu.
Başkasının nefs yordamı çatışmaların artmasına neden oluyordu ve herkes nefs
yordamının ittiği kişisel cehenneminde yavaş yavaş silikleşiyordu. Bu böyle
olmamalıydı, İD ile daha çağdışı bir iletişim inşa etmeliydim, insana, iyiliğe
ve dostluğa dair yeni bir dünya olmak zorundaydı.
Yirmi birinci
yüzyılın temel problemi dinlerin tamamen hayattan çekilmesiyle doğan pusulasızlıktı,
rehbersizlikti; iyilik ve kötülük tanımlarının içlerinin boşaltıldığını
yeryüzündeki her insan görebiliyordu.
Satanizmin
bugün tam olarak evirip çeviremediği, ama bir tanrıdan uzakta tutmak ve ona her
güçlünün tanrı olarak hükmetmesini sağlamak için dinsizleştirdiği insanlığın
sonunu getirmeye çalıştığını görüyordum, ancak ülkelerin yasama organlarında
çıkarılan binlerce yasanın, sorunları çözmek bir yana yeni binlerce sorun
ürettiği günümüzde, insanları istedikleri gibi yönetmeye güçlerinin yetmediğini
gören küresel güçlerin dinleri yeniden aracı kılma çabasına dikkatle bakıyordum...
İD
sormuştu birçok insan gibi: ‘Onlar neden bu kadar güçlü? Allah olan biten
her şeyi görmüyor mu, sorumluları cezalandırmıyor mu?’
Cevap çok
açık bir şekilde verilmişti: ‘Küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, Allah’a
hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah, onlara ahirette bir pay vermemek
istiyor. Onlar için büyük azap vardır. İman karşılığında küfrü satın alanlar
Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır. İnkâr
edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı
olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz.
Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. Allah, pisi temizden ayırıncaya kadar müminleri
içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Allah, size gaybı bildirecek
de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. O hâlde, Allah’a
ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.’ diyordu Âl-i İmrân Suresi 176-179.
ayetler.
Satanizm'in
dinlere ihtiyacı vardı; çünkü kendi yüzüyle göründüğünde insanı ikna edemiyordu, dinleri etkisizleştirerek sınırsız seks, içki, uyuşturucu bağımlılığının ürettiği travmaları aşamayan
insan satanizmi de dışlıyordu, kullanılabilir din-tanrı ihtiyacı filozoflar
üzerinden tanrıyı öldüren satanizm için her geçen gün artıyordu.
Aydınlanma filozofu olarak pazarlanan, mason köle tüccarı Voltaire’den
başlayarak ateizmi
yaymaya çalışan satanist Fransa solunun bu çağda Hristiyanlığa övgülerinin
ortaya çıkmasının temelinde bu gerçek yatıyordu. İnsanlığı yönetemeyen satanizm,
Tanrı'nın gücünü kullanmanın bir yolunu ve hilesini arıyordu; ateist-solcu
Fransız filozofların Hıristiyanlık vurgusu artık sık sık gündemdeydi. Bu
Türkiye'deki solda da görülüyordu; Tanrı'nın gücünü kullanmanın hilesi olan
Sufizm/Tasavvuf ve şeyhleri, tarikâtleri, cemaatleri yetmemişti onlara...
Gözlemlediğim temel insanî hareketliliklere göre; Batı, 1960'ların başından beri yaklaşık 60 yıl süren aşırı hızlı satanist dönüşümü sorgulayan insanların arttığı bir dönemi yaşarken, inanan insanların direnişi sayesinde Batı'yı aynı hızda takip edemeyen ve tam olarak satanistleşmeyen Türkiye gibi ülkelerde artan şiddetli kuşak çatışmaları yeni bir sorgulama dönemi başlatmış durumdaydı; bu insanlık için bir tür kendini kanıtlama evresi gibi görünüyordu.
Bundan dolayı çocuklarımızla
doğru iletişim kurmamız ve onları doğru yetiştirdiğimizden emin olmamız
gerekiyordu, Satanizm çürüyor ve güç kaybediyordu; sonrası için alternatif
üretme kapasitemiz olmalıydı, olmak zorundaydı.
Dünya yeni
bir yön arıyordu ve bu arayış dünyanın her yerinde artan farkındalığını yaymaya
çalışan insanların birbirine daha kolay ulaşmasını sağlıyordu. Dil, din, ırk farklılığı
önemini yitirmiş durumdaydı, herkes her şeyi sorguluyordu; ancak temel nokta
satanizmin artık somut düşman olarak görünüyor olmasıydı.
Bu döngü hep yaşanmıştı insanlık tarihinde; elçilerin ve kitapların varlığı ve yüzlerce çeşit dinin varlığı bu döngünün birer kanıtıydı. Samirîler bunu binlerce yıl boyunca yaptılar ve Allah’ın elçilerle sürekli aslına döndürdüğü dinlere müdahale ederek her seferinde yeni bir din ürettiler insanları yönetmek için; ancak şimdi İslam dahil bütün dinlerin içine sızarak ‘din adamları’ üzerinden insanları dinlere düşman hale getirerek kurdukları hakimiyet dolayısıyla kibre kapılarak açığa çıkmaları ellerindeki en büyük kozu kaybetmelerine neden olmuştu.
İnsan
satanizmi de umursamıyordu ve böylece daha da özgürleşiyor, yönetilemez hale
geliyordu. İşte bu satanistlerin başarısız olduklarının da tescili demekti,
zaten başarısızlığa mahkûmdular. Allah’a inananlar vardı ve şeytana uyanlar da kendi
elleriyle soylarını kurutuyorlardı, Allah onların sonraki nesillere bela
olmalarını engelliyordu.
Büyük bir
güvenle okuyordum o an, İsrâ Suresi’nin 61-65. ayetlerini: ‘Hani meleklere,
“Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız
İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı
ile eğilir miyim?” demişti. Yine demişti ki: “Benden üstün tuttuğun kişi bu mu,
söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek
azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım. Allah, şöyle dedi: “Çekil,
git.” Onlardan kim sana uyarsa, kuşkusuz cehennem tam bir karşılık olarak
hepinizin cezası olacaktır, onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla
kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve
evlatlarına ortak ol. Onlara vaatlerde bulun.” Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan
başka bir şey vaat etmez. Şüphesiz,
kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin
yeter!’
İD sanki içimden
okuduğum ayetleri duymuş gibi ‘Allah’ı çok seviyorum’ diyerek uyandığını gösterdi
ve sordu: ‘Ne güzel uyumuşum. Saat kaç?’
Gülümsedim
ve ‘Saat 18:10, Hanımefendi!’ dedim. ‘Allah’ı çok sevmen çok güzel bir şey, ama
bunu uyanırken söylemen ilginç?’
Sol eliyle
güneş gözlüklerini çıkardı ve mavi gözleriyle bana baktı, gülümsedi, ‘Nedenini söylemeyeceğim
işte!’ dedi.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.