20 Aralık 2022 Salı

SA9978/SD2634: Birinci Dünya Savaşı Amerikan Siyonizmi'nin Seyrini Nasıl Değiştirdi?

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonsuz Ark'ın Notu:
Çevirisini yayınladığımız röportaj, I. Dünya Savaşı sırasında Vilna Yahudileri hakkında bir kitap yazmakta olan Mosaic dergisinin kıdemli editörlerinden Andrew N. Koss'a aittir ve Amerikan Siyonizm'inin ilk günlerine odaklanan Jewish Review of Books'un kıdemli editörü ve Binghamton Üniversitesi Yahudilik çalışmaları ve tarih profesörü Allan Arkush ile yapılmıştır. Allan Arkush'un yayınladığı (Sonsuz Ark olarak bizim de çevirerek yayınladığımız) ilk metni temel alarak gerçekleştirilen bu röportaj gibi Yahudi iç metinlerinin, Dünya'nın son üç yüzyılını yeniden değerlendirmeye başladığı bu çağda, Siyonizm fikrinin temellerinin tamamen açığa çıkması ve tarihsel neden-sonuç ilişkilerinin doğru çözümlenmesi adına çok yararlı olacağını düşünüyoruz. Amerikan Yahudileri arasında belirgin hâle gelen İsrail Yahudilerine yönelik soğukluğun ve ilgisizliğin birçok Yahudi'yi kaygılandırdığı açıktır. Andrew N. Koss'un kaygıları da Allan Arkush'un kaygıları ile aynıdır: "Genç nesil Amerikalı Yahudiler arasında İsrail'e duyulan sempatinin azaldığından yakınılsa da, yapılan her araştırma Amerikalı Yahudilerin çoğunun asgari düzeyde de olsa İsrail yanlısı olduğunu gösteriyor. Amerikalı Yahudilere olan inancımızı kaybetmemeliyiz."
Seçkin Deniz, 20.12.2022, Sonsuz Ark 


How World War I Changed the Course of American Zionism

"Savaş ve Avrupa Yahudilerine yönelik tehlike, Yahudi aktivistlerin bugünlerde ancak arzu edebilecekleri bir coşkuyu da beraberinde getirdi."

Bu hafta başında Mosaic'in kıdemli editörü Andrew Koss, Kasım ayındaki makalemizin yazarı Allan Arkush ile makalesinin konusu olan Amerikan Siyonizm'inin ilk günleri hakkında konuştu. Görüşmenin metnini aşağıda okuyabilirsiniz. 

Bir Alman haham I. Dünya Savaşı sırasında Rus Yahudi savaş esirleri için dini ayin yönetiyor. 
Universal History Archive/Universal Images Group via Getty Images.

Andrew Koss:

Bugün burada Allan Arkush'un Amerikan Siyonist hareketi ve bu hareketin I. Dünya Savaşı ile nasıl canlandığı ve bu canlanmanın Balfour Deklarasyonu'nun kökenleri üzerindeki etkisi hakkındaki harika makalesi hakkında konuşmak için bir araya geldik. Bu makaleye geçmeden önce, bir adım geri çekilip size şu anda Yahudiler ve genel olarak Birinci Dünya Savaşı hakkında üzerinde çalıştığınız daha büyük projeyi sormak istiyorum. Bize biraz bundan ve ilk etapta bu konuya nasıl girdiğinizden bahsedin.

Allan Arkush:

Keşke bilseydim. Birinci Dünya Savaşı ve Yahudiler konusu beni çok uzun zamandır büyülüyor. Kırk yıl kadar önce bunun hakkında bir kitap yazmayı denemenin ilginç bir şey olacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Ancak bu sadece konuyla ilgili ne zaman bir şey okusam aklıma gelip giden bir fikirdi. Yıllar geçtikçe, giderek daha fazla bağlantı ve ilişki görmeye ve hala kafamda tam olarak oturtamadığım bir resme uyan deneyimler keşfetmeye başladım.

İlk etapta ilgimi çeken şeylerden birinin İsrailli tarihçi Yigal Elam'ın Yahudi Lejyonu hakkında yazdığı bir kitabı okumak olduğunu hatırlıyorum. Joseph Trumpeldor'un Müttefiklerin hizmetine girmesinin hikayesini anlatıyordu. Beklendiği gibi değildi. Bir zamanlar Rus ordusundaki belki de tek Yahudi subay olan Trumpeldor, sadece çarın vatansever bir hizmetkârı değil, aynı zamanda 1912'de Osmanlı Filistin'indeki Degania'da yaşamaya giden hevesli bir Siyonistti. Savaş 1914 Ağustos'unda patlak verdiğinde iki yılını tek koluyla (diğer kolunu Rus-Japon Savaşı'nda kaybetmişti) ilk kibbutzda çalışarak geçirmişti. Bunu öğrendiğinde ilk dürtüsü geri dönüp Çar için savaşmak oldu. Arkadaşı, Moshe Dayan'ın babası Shmuel Dayan bunun saçma olduğunu düşündü ve onu vazgeçirmeye çalıştı. Onunla birlikte Degania'dan Tiberya'ya kadar yürümüş ve bu saçma fikirden vazgeçmesi için onu ikna etmeye çalışmıştı. Ve bir noktada, Trumpeldor ona şöyle dedi: "Al tid'ag Dayanchik. Merak etme; her yerde aynı şey oluyor. Orada savaş var. Burada da savaş olacak."

Bundan kısa bir süre sonra Gershom Scholem'in otobiyografisini okuduğumu hatırlıyorum; Scholem savaşa karşı çok farklı bir tutum sergilediğini anlatıyordu. Yahudi mistisizminin büyük bilgini Scholem, son derece asimile olmuş bir evde büyümüştü. Ateşli bir Alman vatanseveri olan bir adamın oğlu olan Scholem, genç bir Siyonist olarak savaşa karşı çıkmış ve bu nedenle okuldan atılmıştı. Sonunda babası onu evden kovdu.

Tek tek Yahudilerin, bazen ortak noktaları Siyonizm olsa da, kendilerini çok farklı şekilde yönlendirdikleri, dünyayı saran bu yangın hissi merakımı uyandırdı. Bir keresinde büyük bir Alman Yahudi örgütünün arka sayfalarında yerel yazıların yer aldığı dergisini okuyordum. Derginin 1914 sonbaharına ait bir sayısında, bir adam oğlunun Alman ordusundaki en genç gönüllü olduğunu bildiriyordu. Oğlu on dört yaşında ve altı aylıktı. Bir baba çocuğunun o yaşta askere gitmesine nasıl izin verir? Baba, oğlunun öylesine güçlü ve ateşli bir vatanseverliğe sahip olduğunu ve bu isteğini geri çeviremediğini anlatır. Sadece baba gurur duymakla kalmamış, editörler de gurur duymuş. İşte bu tür şeyler beni konuya çekti.

Bunu bireyler ölçeğinde değil de daha geniş bir bağlamda düşündüğünüzde, bu çok açık bir şekilde Yahudi ideolojileri ve yönelimleri için bir tür stres testidir ve kendilerini önce Alman, Rus, Fransız, İngiliz ya da Amerikalı ve ikinci derecede Yahudi olarak hisseden Yahudilere meydan okumaktadır, Ama aynı zamanda Yahudi milliyetçiliğinin hayatlarının en önemli odağı olduğu Yahudiler için ve aynı zamanda bu iki şeyi dengelemeye çalışan, Siyonist girişime ilgi duyan ve kendilerini Siyonist olarak tanımlayan ama yine de vatansever Ruslar, Almanlar, Fransızlar veya Amerikalılar olarak kalan Yahudiler için.

Andrew Koss:

Gershom Scholem'den bahsettiniz, Scholem gibi asimile olmuş bir Alman Yahudisiyken daha sonra Yahudiliğe ve daha az bilimsel bir şekilde de olsa Yahudi mistisizmine dönen Alman Yahudi tarihinin bir diğer önemli figürü Martin Buber ile yazışıyordu. Savaşın başındaki yazışmalarında Buber, bu dünya-tarihsel olayın dönüştürücü potansiyeli hakkındaki heyecanını ifade eder. Birinci Dünya Savaşı hakkında yaptığım okumalarda, bu tür söylemlerin her yerde ortaya çıktığını gördüm: sıradan insanlardan ve dışişleri bakanlarından, Yahudilerden olduğu kadar Yahudi olmayanlardan da geliyor. Savaşın insanlığı değiştireceğine, dünyayı değiştireceğine, siyasi geleceğimizi değiştiren bir dönüm noktası olacağına dair iddialar var. Kendi araştırmanızda bu tür söylemlere ne kadar rastladığınızı ve bunun insanların eylemlerini ne ölçüde etkilediğini düşündüğünüzü merak ediyorum. Bana öyle geliyor ki bu bir tür kendini gerçekleştiren kehanet haline gelmiş olabilir.

Allan Arkush:

Buber, Orta Avrupa entelektüelleri arasında, savaşı sıkıcı gerçeklikten heyecan verici bir kopuş olarak gören ve insanları acınacak derecede sıradan bir varoluştan hayatı deneyimlemenin başka bir seviyesine çıkaracak bir fırsat olarak gören tipik olmayan biri değildi. Savaşı, o sırada yaşadığı Almanya'nın davasına getirebileceği herhangi bir ilerlemeden çok bunun için memnuniyetle karşıladı. Avusturyalı Yahudi yazar Stefan Zweig gibi, Buber'den çok daha asimile olmuş ve sadece sözde Yahudi olan insanlar bile benzer şekilde hissediyordu - her halükarda savaşın başlangıcında.

Bu coşku, savaşı insanların bilincini yükseltecek temel, ilkel bir deneyim olarak gören insanlardan gelme eğilimindeydi. Bu, belli bir entelektüel tabakanın karakteristik özelliğiydi. Son zamanlarda, bu entelektüellerin yurttaşlarının genel bakış açısını gerçekten de düşünüldüğü ölçüde yansıtıp yansıtmadığını sorgulayan pek çok şey yazıldı. İşin özüne inen araştırmacılar ve sosyal tarihçiler, bu gibi algıların yalnızca kentli, lüks içinde yaşayan ve görece aylak insanlar arasında yaygın olarak paylaşıldığına dair ikna edici bir örnek ortaya koymuşlardır. İnsanlar daha çok bastırılmış bir önsezi ve korku duygusu yaşıyordu. Elbette savaşı büyük bir fırsat olarak gören birkaç Yahudi de vardı. Vladimir Jabotinsky ve Chaim Weizmann gibi Siyonist liderler savaşı mevcut tıkanıklığı aşacak, Türklerin Siyonizm'in yayılmasına karşı direncinin üstesinden gelmelerini sağlayacak ve Siyonist hareketin varlığı için yeni koşullar oluşturacak bir şey olarak gördüler.

Ancak Zweig'a geri dönecek olursak: temelde bir pasifist olmasına rağmen bu coşkuyu hissediyordu. Ayrıca Rus Yahudi örgütleri tarafından yapılan ve oldukça şüpheli görünen ve şüpheleri bertaraf etmek için yayınlandığına şüphe olmayan yoğun vatanseverlik itiraflarının yer aldığı açıklamalar da bulacaksınız. Ancak bu konu hakkında daha fazla düşünmek istiyorum.

Andrew Koss:

Weizmann ve Jabotinsky hakkında söylediklerinize daha sonra dönmek istiyorum. Ama önce: savaşın özellikle Siyonizm açısından ortaya çıkardığı sorulardan biri de şudur: Yahudiler hangi tarafta yer almalıdır? Bu soruyu, Yahudiler ve Birinci Dünya Savaşı ile ilgili en ilginç kitaplardan biri olan ve sizin de makalenizde bahsettiğiniz, Yidiş ve Rus bir yazar, sosyal devrimci ve daha pek çok şey olan S. Ansky'nin hatıratında bulunan bir şeye bakarak bağlamsallaştırmak istiyorum. Galiçya'nın Yıkımı olarak bilinen bu anı kitabı, Rus ordusunun Doğu Avrupa'daki Yahudi toplulukları üzerine yağdırdığı korkunç katliamı anlatan bir savaş kroniğidir.

Ansky etnografyaya derin bir ilgi duyuyordu ve savaş patlak verdiğinde efsane ve folklor araştırmalarını da içeren etnografik araştırmalarla uğraşıyordu. Bu ilgi hem Galiçya'nın Yıkımı'nı hem de ünlü oyunu The Dybbuk'u şekillendirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında tekrar tekrar ortaya çıktığını gördüğü bir efsane de Ş'ma Yisrael efsanesidir. Şöyle anlatılır. Bir Yahudi asker, göğüs göğüse çarpışmaya dönüşen çok şiddetli bir savaşla karşı karşıya kalır. Sonunda düşmanını süngüler ve süngü saplandıktan sonra son nefesinde şöyle der: "Ş'ma Yisrael, Hashem eloheynu, Hashem eḥad. Dinle ey İsrail, Rab bizim Tanrımızdır, Rab birdir" der ki Yahudiler ölmeden hemen önce bunu söylemeye çalışırlar. Asker aniden başka bir Yahudi'yi öldürdüğünü fark eder ve utanç ve suçluluk duygusuyla dolar.

Bu efsane aslında I. Dünya Savaşı'ndan öncesine dayanıyor. Muhtemelen Yahudilerin karşı saflarda savaştığı başka bir savaş sırasında ortaya çıktı. Kırım Savaşı, Amerikan İç Savaşı ve Fransa-Prusya Savaşı sırasında yaşanmıştır. Ancak Birinci Dünya Savaşı sırasında, savaşan ülkelerin birçoğu için savaşan çok büyük Yahudi kitleleri vardı, bunun nedeni kısmen bu kadar büyük ordulara sahip çok büyük bir çatışma olmasıydı. Ş'ma Yisrael efsanesi muhtemelen Yahudilerin diğer Yahudilerle savaşma konusundaki endişelerinin bir ifadesidir. On dört yaşındaki Yahudi askerin hikayesinde bahsettiğiniz gibi, Yahudiler de savaşı vatanseverliklerini göstermek ve sadakatlerini kanıtlamak için kullanmak istiyorlar. Ancak, yurttaşlarına bir mesaj göndermek isteseler bile, diğer Yahudilerle savaşmak ve onları öldürmek zorunda kalma fikrinden hoşlanmıyorlar: "Biz Yahudi davasına sadık değiliz; biz Rus davasına sadığız. Alman davasına sadığız. Avusturya davasına sadığız." Bence Birinci Dünya Savaşı ve Yahudilerle ilgili her tartışmanın temelinde bu gerilim yatmaktadır.

Aynı şekilde, her yerdeki Siyonistler de yaşadıkları ülkenin yanında olmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Alman Siyonistler Almanya için, İngiliz Siyonistler ise İngiltere için savaşmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Yine de bir halk olarak Yahudiler hakkında konuşmaktan ve dolayısıyla Yahudi halkının hangi tarafta olması gerektiğini sormaktan kaçınamıyorlardı. Bence bu, daha önceki savaşlarda ortaya çıkmamış bir soruydu, en azından aynı şekilde. Bir dereceye kadar bana bugünlerde ortaya çıkan soruları hatırlatıyor -çoğunlukla cehaletten ya da kötü niyetten sorulduğunu düşünüyorum- İsrail'in Ukrayna ve Rusya arasındaki çatışmayla nasıl bir ilişki kurması gerektiğine dair. İsrail'i dostça ya da düşmanca eleştirenler "İsrail'in bir taraf seçmesi gerektiğini" söyleyip duruyorlar. Bana sorarsanız, zaten bir taraf seçti ve bu pek de iyi bir seçim değildi.

Çin ve Batı arasında ortaya çıkan çatışmada da aynı sorunun gündeme geldiğini görüyoruz. İsrail hangi tarafta yer alacak? Yine, İsrail'in Amerikan tarafını seçtiğini düşünüyorum.

Ancak Siyonist hareket ve Birinci Dünya Savaşı söz konusu olduğunda bu çok daha zor bir soru. Kendi dışişleri bakanlığı olan bir Yahudi devleti yok, ancak Siyonizm bir Yahudi devleti kurmaya yönelik bir hareket ve sık sık diplomatik girişimlerde bulunuyor. Bu hareket kimi kazanmak istiyor? İngiltere'yi mi Almanya'yı mı? Bana öyle geliyor ki Chaim Weizmann dışında herkes için bu 1914'te açık bir soruydu. 1917'de ise kapalı bir soruydu. Bunun nasıl olduğunu ve bu nitelendirmenin doğru olup olmadığını detaylandırmanızı istiyorum.

Allan Arkush:

Dünya Siyonist Örgütü savaşın en başında taraf tutamayacağı, tarafsızlığını ortaya koyması gerektiği sonucuna vardı. Bunu da genel merkezini Berlin'den Kopenhag'a, tarafsız Danimarka'ya taşıyarak yaptı. Siyonist yönetim esasen Berlin'de kalmaya devam etti, ancak Danimarka'daki ofisler örgütün tarafsızlık iddialarını doğrulayacak bir cephe olarak kuruldu. Bunun için Yahudilerin ve Siyonistlerin her iki tarafta da savaşıyor olması gibi pek çok neden vardı, ancak belki de en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu'na karşı olan ülkelerin tarafını tutmaktan ve böylece büyüyen Yişuv'un güvenliğini tehlikeye atmaktan kaçınmaktı. Yishuv kısa sürede kendisini çok zor bir durumda buldu çünkü Filistin'deki Siyonist göçmenlerin çoğu Rus vatandaşlığını korumuştu ve Ekim 1914'te Türklerin Rusya'ya savaş ilan ettiği andan itibaren düşman yabancılardı.

Bu düşman yabancılar, kendilerine acımasızca davranması beklenebilecek bir imparatorlukta yaşıyorlardı. Hayatta kalmaları ancak Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nin savaşın başında İstanbul'a uyguladıkları nüfuz sayesinde mümkün oldu. Almanlar, Yishuv'un korunması için yalvaran Alman Siyonistleri yatıştırmak istiyordu. Ayrıca Amerika'yı gereksiz yere gücendirmekten kaçınmak için her şeyi yapmak istiyorlardı. Bununla birlikte, Siyonist hareket Yishuv'u tehlikeye atmadan Almanya'yı yabancılaştırmayı göze alamazdı. Ve tarafsız kalmadıkları sürece Almanya ile iyi ilişkiler içinde kalamazlardı.

Bununla birlikte, Max Bodenheimer ve Franz Oppenheimer gibi Alman Siyonistler, Dünya Siyonist Örgütü'nün dışında faaliyet gösteren Doğu Komitesi adlı bir Siyonist örgütü yönetiyor ve milliyetçi Yahudilerin çıkarına olacağına inandıkları Doğu Avrupa üzerindeki Alman hegemonyasının pekiştirilmesini savunuyorlardı. Alman himayesi altında yeniden yapılandırılmış bir Polonya'nın Yahudi milliyetçilerine hükümette daha fazla güç ve daha fazla hareket özgürlüğü sağlayacağını ve Filistin'deki Yahudi toplumu için bir hinterland haline gelebileceğini düşünüyorlardı.

Buna karşın, Amerikan Siyonist Federasyonu'nun ilk başkanı olan Richard Gottheil'in ilginç bir durumu vardır. New York'taki Emanu-El Tapınağı'nın hahamı Gustav Gottheil'in oğluydu ve her ikisi de, dönemin Reform hareketinde alışılmadık bir şekilde, Siyonistti. Gustav bir hahamdı. Richard haham değildi; Columbia Üniversitesi'nde Semitik dersleri veriyordu. Richard savaşın en başından beri hem Siyonist hem de Antant yanlısıydı. Savaşın başından beri hem Siyonist hem de Antant yanlısıydı. 1914 sonbaharından itibaren, katı bir tarafsızlık pozisyonu almaya karar vermiş olan Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Geçici Siyonist Yürütme'nin diğer üyelerini kızdıran Antant yanlısı açıklamalar yapmaya devam etti. Sadece tarafsızlığın savunucusu değil aynı zamanda bir barış yanlısı olan bir başka Siyonist Reform hahamı Judah Magnes, Gottheil'in yaptıklarına o kadar öfkelendi ki yönetim kurulundan çıkarılmasını talep etti. Louis Brandeis'in onu atması için ısrar etti. Brandeis bunu yapmadı.

Ancak Brandeis örgütün tarafsızlığını korudu. Savaşın nasıl sona ereceğini kimsenin bilmediğini ve Birleşik Devletler'deki Yahudiler için önemli olanın, kimin himayesinde olursa olsun barış konferansında güçlü bir sese sahip olacak şekilde kendilerini konumlandırmak olduğunu anlamıştı. Çatışmada taraf tutmanın bu açıdan verimli bir şey olmadığını düşünüyordu.

Savaş genellikle Balfour Deklarasyonu'nun prizmasından hatırlanır, ancak Chaim Weizmann'ın İngiliz liderliği arasında faaliyet gösterirken bunu Dünya Siyonist Örgütü'nün izni olmadan ve örgütün eleştirileri karşısında yaptığı gerçeğine çok az dikkat çekilir. Jabotinsky Mısır'da, Filistin'den sürgün edilen birkaç yüz Halutsim ile birlikte Rusya'ya dönerken yolda durdurulan Trumpeldor ile buluştu. Jabotinsky ve Trumpeldor, Filistin'i yeniden fethetmek için İngilizlerle birlikte savaşacak bir Yahudi askeri birliği kurma fikrini oluşturdular. Ancak kısmen başarılı oldular. Müdahaleleri, İngiliz himayesi altında Gelibolu'da Türklere karşı verilen mücadeleye savaşçı olarak olmasa da katılan Siyon Katır Birliği'nin kurulmasıyla sonuçlandı.

Söylemeye gerek yok ama Jabotinsky Siyon Katır Birliği'ne katılmak için burada kalmadı. Binlerce Filistinli Yahudi, gurbetçi Rus Yahudileri ve Amerika'dan gelen Yahudi gönüllülerden oluşan savaşçı bir Yahudi lejyonunun kurulmasına ön ayak olmak ve Yahudilere, İngiltere ve Fransa'nın hakimiyetinde olacağına inandığı savaş sonrası barış konferansında bir yer kazandırmak amacıyla Avrupa'ya ve nihayetinde İngiltere'ye gitti. Jabotinsky bunu yaparken Rus Siyonizm'inin ve genel olarak dünya Siyonizm'inin önde gelen liderlerini çileden çıkardı. Bu noktada Rus Siyonizminin lideri olan Menachem Ussishkin'in Odessa'da bir sokakta Jabotinsky'nin annesinin yanından geçtiği, onu kaldırımdan kaldırıp havaya kaldırdığı ve "Oğlun bu yaptığından dolayı asılmalı" diye bağırdığı rivayet edilir - Yishuv'un güvenliğini tehlikeye atmış ve çok fazla yerde çok fazla Siyonist için sorun yaratmıştır.

Andrew Koss:

Ana akım Siyonist liderliği ve özellikle de Rus Siyonist liderliğini kızdırmak Jabotinsky'nin en iyi yaptığı şey gibi görünüyor. Ama Jabotinsky'den bahsetmişken, sizce onu İngiltere'ye çeken neydi? Basitçe İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun karşı tarafında olması mıydı, yoksa İngiliz hayranlığı mıydı?

Allan Arkush:

Sanırım bir süre gazetecilik yaptığı Osmanlı İmparatorluğu'nu küçümsemesi ve bu savaşı kaybedeceğine inanmasıydı. Felsefi olarak, İngiliz liberalizmiyle başka herhangi bir yerdeki siyasi görüşten çok daha fazla ortak noktası vardı ya da en azından öyle olduğunu düşünüyordu.

Andrew Koss:

Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, tüm bunlar olurken Almanya'nın Doğu Avrupa'yı fethetmekte olduğunu hatırlamak önemlidir. Rusya Yahudileri katlediyor ve sürgüne gönderiyor. Ve Almanya'nın Doğu Avrupa'da işgal ettiği yerlerde Yahudilere iyi davranılmasa da adil davranılıyor. Önemli bir Yidişist olan Hirsch Abramovitch, harika anılarında şöyle diyor: "Almanlar işgal sırasında çok kötüydüler ama kötülüklerinde tamamen eşittiler. Yahudileri asla ayırmadılar ya da hedef haline getirmediler. Ve bu anlamda Ruslara göre daha iyiydiler." Benim izlenimime göre bu koşullar pek çok insanın, özellikle de pek çok Amerikalı Yahudi'nin, Amerika'nın Müttefikler safında savaşa katılmasına karşı çıkmasına neden oldu çünkü Almanya'yı Yahudileri Ruslardan koruyan iyi adamlar olarak görüyorlardı. Ya da en azından Rusları kötü adamlar olarak görüyorlardı. Bu durum, Almanya'ya karşı süregelen bir hayranlık duyma eğiliminde olan Amerika'daki Alman kökenli Yahudiler için de geçerliydi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ndan gelen Yahudiler çok vatansever olma eğilimindeydi ve Amerika'ya geldikten sonra bile anavatanlarından gurur duymaya devam ettiler. Tarihçi Marsha Rozenblit'in yazdığı gibi, Yahudiler kendilerini kötü Rusya'ya karşı Avusturya-Macaristan için savaşan bir Yahudi haçlı seferi olarak görüyorlardı.

Allan Arkush:

Rusya'dan sık sık Amalek, yani Yahudilerin İncil'deki meşhur düşmanı olarak bahsediyorlardı.

Andrew Koss:

Aynen öyle. Kişinev pogromu savaş başlamadan sadece on bir yıl önce meydana geldi ve ardından savaş sırasında Rusya Yahudilere korkunç zararlar verdi. Tüm bunlar Habsburg İmparatorluğu'ndaki Yahudilerin tutumlarını etkiliyor. Aynı şekilde, Rus Yahudileri, özellikle de Rusya'dan Amerika'ya göç edenler ya da onların torunları, Rusya'nın kötü olduğunu düşünüyordu. Yahudilerin Almanya'nın yanında yer almaları için her türlü neden vardı.

Allan Arkush:

İngiliz ve Fransız Yahudileri için ülkelerinin o anda Yahudilerin dünyadaki en büyük düşmanıyla müttefik olduğu gerçeğiyle baş etmek zordu. Ancak çoğu bu acı hapı yuttu ve ülkelerine olan bağlılıklarını etnik bağlılıklarının üzerinde tutmaları gerektiğini kabul ettiler ve İngiltere ve Fransa'nın Rus müttefikleri üzerinde sonunda yararlı olacak bir etki yaratabileceklerini umdular.

Andrew Koss:

Bu konu makalenize geçmemizi sağlıyor. Rusya nedeniyle Yahudilerle halkla ilişkiler sorunu yaşadığını çok iyi bilen İngiltere'nin Siyonist Amerikan Yahudilerini kazanmaya çalıştığını ve bunun Balfour Deklarasyonu'nun yolunu açmaya yardımcı olduğunu açıklıyorsunuz. Bazı açılardan, Amerikan Yahudilerinin Siyonist olduğu gerçeği kadar algısı da İngiliz politikasını şekillendirdi - her ne kadar savaş nedeniyle çok Siyonist olduklarını çok ikna edici bir şekilde savunduğunuzu düşünsem de.

Savaşın Amerikan Siyonizm'ini nasıl dönüştürdüğü ve Yahudilerin savaş nedeniyle neden Siyonist oldukları konusundaki görüşünüzü özetlemenizi istiyorum.

Allan Arkush:

Amerikan Yahudiliğinin evrimi hakkında yazan Amerikalı Yahudi entelektüeller arasında Siyonizm'e ne ölçüde ilgi duyduklarını küçümsemek giderek moda haline geldi. Son zamanlarda Amerikalı ve İsrailli Yahudiler arasındaki farklılıkları vurgulamak ve öne çıkarmak için yazılmış bir dizi kitap var. Bu kitaplar Siyonizm'in geç ithal edildiğini ve 1930'lardan önce Amerika Birleşik Devletleri'ne çok az giriş yaptığını göstermeye çalışmaktadır. İddiaya göre Amerikalı Yahudiler ancak Hitler'in yükselişiyle birlikte Siyonist kampa büyük sayılarda katılmıştır. Ve elbette bu argümanın altında, nispeten yakın zamanda benimsenmiş bir şeyin çok fazla zorlanmadan, çok az masrafla ve özünde Yahudi olan hiçbir şeyi feda etmeden üstesinden gelinebileceğine dair dile getirilmeyen bir iddia yatmaktadır; Siyonizm çoktan sona ermiş bir acil durum sırasında benimsenmiş bir şeydi ve bu nedenle artık uygun değildir ve kolayca bir kenara atılabilir.

Bu tür argümanları ortaya atanlar, Siyonizmin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ilk aşamalarını çok kısa geçme eğilimindedirler. Elbette 1881'den Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine kadar Doğu Avrupa'dan gelen iki milyondan fazla göçmenin ve onlardan önce Amerika Birleşik Devletleri'ne gelen Yahudilerin ve onların torunlarının her şeyden önce şu anda içinde toplandıkları büyük özgür ülkeye başarılı bir şekilde entegre olmaya odaklandıkları doğrudur. Amerikan sürgününden kurtulmayı arzulamadılar.

Ama aynı zamanda buraya gelen Yahudiler ve onların çocukları arasında Kutsal Topraklar'ın Yahudilikteki önemine dair canlı bir his vardı ve Siyonizm'in ne yaptığına dair bir miktar bilgi ve hedeflerine yakınlık vardı. Çoğu bu konuya fazla önem vermiyordu, ancak bu konuda bir şeyler biliyorlardı ve savaş patlak verdiğinde bunun tehlikede olduğunu biliyorlardı. Sanırım bu noktada Amerika'da Yishuv'un güvenliği ve istikrarı ile ilgili olarak belki de makalede açıkça ifade ettiğimden daha fazla endişe vardı. Ve bu, o dönemde gerçekleşen Siyonist uyanışta rol oynayan bir şeydi.

Bence, özellikle 1915'te, bakış açılarında daha büyük bir güç ve daha büyük bir etken, geride bıraktıkları ülkelerde neler olup bittiğinin farkında olmalarıydı. Bu durum Yidiş basınının yanı sıra İngilizce Yahudi gazetelerinde ve makalede de vurguladığım gibi New York Times ile İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki diğer gazete ve dergilerde de çok iyi bir şekilde duyuruldu. Dünya Savaşı sırasında Amerikalı Yahudilerin duyguları hakkında bildiklerimize dayanarak, göçmenler ve çocukları arasında ne tür endişelerin uyandığını ve sürgünler ve pogromlarla ilgili korkunç hikayeleri okuduklarında ne kadar umutsuzluk hissettiklerini kolayca tahmin edebiliriz.

Bu mutlaka bir şey olacağı anlamına gelmiyordu. Doğu Avrupa'daki felaket duygusuyla birlikte Siyonizme yönelik sempati rezervuarı, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Siyonist hareketin enerjik yeni bir liderlik tarafından eşzamanlı olarak güçlendirilmesi olmasaydı, hiçbir siyasi ifadeye sahip olmayabilirdi. Siyonizme giden yolu ilginç ve karmaşık olan ve 1914'te hareketin liderliğine yükselmesiyle doruğa ulaşan Louis Brandeis boş durmuyordu. Bir lider olarak Richard Gottheil'in Amerikan Siyonist Federasyonu'nun ilk başkanı olarak geçirdiği yıllarda olduğundan çok daha etkiliydi. Brandeis, hareketi savaşın yarattığı acil sorunlara bir çözüm olarak sunarak çok sayıda Amerikalı Yahudi'yi harekete geçirmeyi başardı. Siyonizm bu sorunları hemen çözemezdi, ama o zaman da acil bir cevap yoktu. Rus hükümetini daha iyi davranmaya zorlamanın bir yolu yoktu. Yapılabilecek en fazla şey savaş sonrası daha iyi bir dünya için düzenlemeler yapmaktı.

Bu idealin, 1915 yılı boyunca isimleri çoğunlukla unutulmuş bir kadro tarafından yansıtılması başarılı olmuş ve ilkel duyguları ve mevcut tehlike hisleri tarafından uyandırılan Yahudilere bir cevap sağlamıştır. Makalede, sorumluluk ya da kredi seviyelerini belirlemeye ya da ne kadarının organizatörlere ne kadarının da organize olanlara verilmesi gerektiğini belirlemeye çalışmadım. Ancak tahmin ediyorum ki, bu belirsiz duygular güçlü bir liderlik tarafından başarılı bir şekilde kanalize edilmemiş olsaydı, hiçbir zaman gerçek sonuçlar doğurmayabilirdi. Brandeis sadece konuşmakla yetinmedi. Takipçilerine insanları bir araya getirmelerini, toplantılar yapmalarını, fon toplamalarını, konferanslar dinlemelerini, örgütsel kaslarını çalıştırmalarını ve Amerikan sahnesinde varlıklarını hissettirmelerini tavsiye etti. Makalede sadece kısaca değindiğim daha büyük umut, savaş sonrası barış konferansında Amerikan Yahudilerinin görüşlerini temsil edecek ve Siyonist bir yöne doğru yönelecek bir Amerikan Yahudi Kongresi toplamaktı.

Bu hareketi bir araya getirirken Brandeis ve müttefikleri İngilizleri ya da Fransızları kısa vadede belirli bir adım atmaya teşvik etmeye odaklanmamışlardı. Akıllarında Balfour Deklarasyonu gibi bir şey yoktu. Son derece görünür olan örgütlerinin, kendilerini genel olarak Amerikan Yahudileri sanan yabancı gözlemciler üzerinde yarattığı etkinin farkında olmadan, yolun daha ilerisindeki bir noktayı hedefliyorlardı.

Brandeis çok hızlı bir şekilde etkileyici sonuçlar elde etti, ancak bunlar cemaatin fethini içermiyordu. O dönemde bir anket yapılsaydı, kaç Amerikalı Yahudi'nin Siyonizm'i desteklediğini ve kaçının karşı olduğunu söyleyeceğini bilmiyorum. Ancak güçlü ve görünürlüğü yüksek bir Siyonist hareketin ortaya çıktığı ve aynı büyüklükte bir hareketle bile dengelenmediği açıktır.

Şüpheciler ve eleştirenler vardı ama Siyonist hedeflere ulaşılmasının yakın olduğuna ya da bunu engellemek için harekete geçmeleri gerektiğine inanmaları için hiçbir neden yoktu. Güçlerini abartan gözlemciler yanlış değerlendirmiş olabilirler, ancak bu yanlış değerlendirme anlaşılabilir. Sadece görülebilecek olanı görebilirsiniz. Ve bu hareket yeterince görünürdü, özellikle de Brandeis gibi önde gelen biri tarafından yönetildiği için.

Andrew Koss:

Amerikalı Yahudiler Siyonizmi Rus Yahudilerinin içinde bulunduğu insani krize ve oradaki vahşi antisemitizme karşı nasıl ve neden bir çözüm olarak görüyorlar? Açıkçası, hiç kimse Kazaklar kılıçlarıyla onları yakalamadan önce tüm Yahudileri anında Rusya'dan çıkarıp Filistin'e gönderebileceklerini düşünmedi. Sizce Amerikalı Yahudilerin Doğu Avrupa'daki felaket ile Siyonizm arasında kurdukları bağlantı tam olarak nedir?

Allan Arkush:

Belki de İkinci Dünya Savaşı'nda 1942'de Biltmore Konferansı ve 1943'te Amerikan Yahudi Konferansı'nın gerçekleştiği durumdan çok da farklı değil - Filistin'in kapılarının açılması ve bir Yahudi Milletler Topluluğu kurulması çağrısında bulunan iki büyük Amerikan Yahudi toplantısı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Siyonizm için neredeyse duvardan duvara bir Amerikan Yahudi desteği vardır. Önerilenlerin hiçbiri hemen hayata geçirilemez. Savaş sona erene kadar herhangi bir şeyin yapılma ihtimali yoktur ve savaştan sonra işlerin tam olarak nasıl yapılacağı, o anda Siyonizm için destek oluşturmak ve daha sonra ayrıntılar hakkında endişelenmekten daha az önemlidir. Jabotinsky dahil hiç kimsenin 1915 ve 1916'da oturup Yahudi sorununa gerçek bir çözüm için lojistik geliştirmeye çalıştığını sanmıyorum.

Andrew Koss:

Belki de Amerikalı Yahudiler için Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya'da ve Yishuv'da yaşananlar, Yahudilerin son derece savunmasız olduğunu ve bir devletleri olmadıkça, durumlarını değiştirmek için radikal bir adım atılmadıkça daha iyiye gitmeyeceğini hatırlatıyor. Bu kesinlikle Siyonistlerin öne sürdüğü bir argümandır: Yahudiler, Rusya'nın Batı demokrasilerini takip etmesine ve Yahudilere yönelik muamelesini iyileştirmesine neden olacak kaçınılmaz bir insani ilerleme gücüne güvenemezler. Dahası, Siyonistler Batı demokrasilerinin kendilerinin de Yahudilere karşı daha liberal ve hoşgörülü hale gelmediğinin farkındaydı. Siyonistlere göre Yahudiler çok farklı bir şey yapmalıdır, aksi takdirde daha fazla acı çekeceklerdir. Bu mantık, bu terimlerle düşünmüyor olsalar bile, Amerikalı Yahudilerin düşüncelerini özetliyor mu?

Allan Arkush:

Bence Yahudi sorununa Siyonist bir çözüm daha ilham verici ve umut verici bir olasılıktı, ancak bu, en azından savaş sonrası Doğu Avrupa'da Yahudilerin haklarını garanti altına almak için mümkün olanı yapmayı dışlamıyordu. O zamanlar savaştan sonra sınırların nasıl görüneceği kesin değildi, ancak Yahudilerin statüsünü sağlamlaştırmak ve en azından gelecekteki herhangi bir gücün, hala çar olsa bile, hayatlarını daha da kötüleştirmesini veya tam vatandaşlık haklarını inkar etmesini önlemek için bir şeyler yapılabileceğine dair umut vardı. Ancak bana öyle geliyor ki bu, Filistin'de yeniden başlayabilme umutlarına göre ikinci plandaydı.

Andrew Koss:

Bu da bizi ilginç bir noktaya getiriyor. Bir yandan Diaspora'da yaşayan Yahudilerin haklarını güvence altına almak Siyonizm'in neredeyse tam tersi gibi görünüyor. En radikal haliyle Siyonizm, shlilat ha-galut'u, Diaspora'nın olumsuzlanmasını veya reddedilmesini benimser. Bazı Siyonistler için Diaspora'daki Yahudilerin sorunlarına verilecek yanıt, oradan defolup gitmeleri gerektiğidir. Rusya'da, Meksika'da ya da başka bir yerde haklara sahip olup olmadıkları kimin umurunda? Onları İsrail topraklarına götürün!

Öte yandan, pek çok Siyonist hedeflerinin bir gecede gerçekleştirilemeyeceğinin farkındaydı; diğerleri ise dünyadaki her bir Yahudi'yi umut edilen Yahudi devletine götürmenin ille de arzu edilen bir şey olmadığına inanıyordu. Bu nedenle Siyonistler, Yahudiler için Diaspora haklarının büyük destekçileriydi ve savaş sonrası barış konferansında da bu görüşlerini dile getirdiler.

Siyonistler Diaspora Yahudilerinin kaderi hakkında konuşurken, özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında, diaspora siyasetinin neye benzemesi gerektiği konusunda genellikle çok somut bir fikre sahiptirler. Sadece İsrail'de yeni bir devlet yaratmak istemiyorlardı; aynı zamanda "Yeni Yahudi" ve yeni bir Yahudi siyaseti yaratmak istiyorlardı.

Siyonist düşüncenin bu türü, bir aktivist ya da lobici olan shtadlan'ın yöntemlerini reddetmeye odaklanır. Polonya'da 17. ve 18. yüzyıllarda shtadlan, Yahudi olmayan yetkililere elçi olarak hizmet etmeyi gerektiren ücretli bir komünal pozisyona sahipti. Bu tür bir lobicilik her zaman perde arkasında gerçekleşirdi ve (özellikle Siyonist hayal gücünde) elinde şapkayla bir krala veya düke gidip "Lütfen biz Yahudilere merhamet edin" demeyi içerirdi. Siyonistler bunu Yahudilerin zayıflığının bir işareti olarak görürler. Bunun yerine, Yahudilerin yöneticilerden ve hükümdarlardan iyilik istemek yerine haklarını gururla talep etmelerini istiyorlar.

Makalenizde tartıştığınız türden Siyonist ajitasyonun bu ideali takip ettiğini düşünüyor musunuz? Bu sadece Siyonizmin ilerlemesiyle ilgili bir hikaye değil, aynı zamanda Siyonist bir siyaset tarzı mı?

Allan Arkush:

Bu soruyu yanıtlamak için, keşke elimde bu dönemde Amerikan Siyonizm'i hakkında gerçekte var olmayan bir tür çalışma olsaydı. Maccabean veya American Jewish Archives veya American Jewish Chronicle gibi dergilerin sayfalarını karıştırırsanız, yeni Siyonist cemiyetlerin kuruluşu ve düzenledikleri toplantılar, ülke çapında dolaşan konuşmacılar hakkında çok şey okuyabilir ve daha önce bu tür bir fırsata sahip olmayan nispeten az sayıda insanın yeni bir fırsatı ele geçirdiğini hissedebilirsiniz.

Ancak bu tür duyurulardan bu hareketin neye benzediği hakkında sadece yüzeysel bir fikir edinebilirsiniz. Eğer elimizde bunu daha ayrıntılı bir şekilde ortaya koyabilecek ve bize bu noktada nasıl bir hareket olduğuna dair daha canlı bir fikir verebilecek anılar, toplantı kayıtları ve biyografik çalışmalar olsaydı, o zaman sorunuza yanıt verme konusunda kendimi daha yetkin hissederdim. Bu tür bir çalışmanın olmaması utanç verici. Eldeki kaynak materyaller göz önüne alındığında böyle bir çalışma yapmanın mümkün olup olmayacağından tam olarak emin değilim, ancak okuduğum her şey bende anlaşılması zor olan canlı ve ilginç bir şeylerin gerçekleştiği hissini bırakıyor.

Andrew Koss:

Bu canlılığın ardında, belirsiz de olsa güçlü bir Yahudi kimliği duygusu, Yahudi olmaktan duyulan gurur yatıyor olabilir. Bazı Amerikalı Yahudiler çok dindardı, bazıları daha az dindardı, ancak Yahudi halkına karşı kolektif bir bağlılık duygusunu ve bu bağlılıkla bir şeyler yapma arzusunu paylaşıyorlardı. Ve Siyonizm olumlu ve geleceğe dönük bir şey sunuyordu.

Allan Arkush:

Ancak olayları bu açıdan yorumladığınızda gerçekten moral bozucu bir engelle karşılaşıyorsunuz. Chaim Weizmann 1921 yılında Albert Einstein ile birlikte Dünya Siyonist Kongresi'nin ana bağış toplama kolu olan Keren Hayesod için fon toplamak amacıyla Amerika Birleşik Devletleri turuna çıktı. Weizmann o dönemin önde gelen Yahudi devlet adamı ve Einstein da Siyonistlerin ekiplerinde görmekten mutluluk duydukları dünyanın en ünlü Yahudisi olmasına rağmen, bu gezinin mali sonuçları son derece hayal kırıklığı yarattı. Weizmann bir noktada Yahudi halkına seslendi, ayeka, "Neredesiniz?" Savaş sırasında çok etkili olan coşku, Balfour Deklarasyonu'nun yayınlanması ve Yahudilerin yapmak istedikleri şeyleri yapma fırsatını elde etmelerinin ardından dağıldı.

Bu durum genellikle Kükreyen Yirmiler'in başlangıcı ve Amerikalıların I. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından kendi ilerlemeleriyle genel olarak meşgul olmalarıyla açıklanır. Ancak en azından şu anda Yahudi halkının gücüne ilişkin tahminlerimizde biraz ağırbaşlı olmamızı gerektiriyor. Öyle görünüyor ki, dayanışma ve aktivizm, bunlara duyulan acil ihtiyaç savaş sırasında olduğu kadar büyük olmadığında gelişmeyecekti ya da gelişmeyebilirdi.

Andrew Koss:

Bu çok etkileyici. Ama bu beni başka bir soruya götürüyor ki bunu soran ilk kişi ben değilim. Birinci Dünya Savaşı sırasında, hükümetler Yahudileri muazzam bir nüfuza sahip olarak algıladı. Savaşan güçler aktif olarak Yahudi kamuoyuna ve Amerikan Yahudi kamuoyuna kur yaptılar. Sadece İngilizler değil. Almanlar da Yahudilerin olumlu görüşlerini almakla ilgileniyor. Bunun bir kısmı düşük dereceli antisemitizmden kaynaklanıyor olabilir: Yahudilerin muazzam bir güce sahip oldukları, Wall Street'i kontrol ettikleri ve böylece ABD hükümetinin iplerini ellerinde tuttukları varsayımı vs. Ancak güçler aynı zamanda Yahudilere kur yapıyorlardı çünkü Amerikan demokrasisini Yahudilerin önemli bir oy bloğu oluşturduğunu anlayacak kadar iyi anlıyorlardı. Ve bu, Yahudi gücü algısının Yahudiler için iyi sonuçlandığı nadir bir durumdu. Siyonist liderlik bu algıyı Balfour Deklarasyonu'nu elde etmek için kullandı. Bu konuda özellikle usta olan kişi, İngiliz Yahudilerinin dışişleri bakanı gibi bir şey olan Lucien Wolf'tu.

Yirmi yıl sonra Yahudiler Almanya'dan kovuluyordu. 1938'deki Evian Konferansı'nda, dünyadaki tüm ülkeler Nazilerin yükselişinin ardından ortaya çıkan Yahudi mülteci kriziyle başa çıkmak için bir araya geldi ve sadece Dominik Cumhuriyeti Yahudileri kabul etmeye istekliydi. Hitler sevinçten havalara uçuyordu, çünkü dünyaya Yahudileri kimsenin istemediğini kanıtlamıştı. Avrupa Yahudilerinin durumu kötüleştikçe, bir yanda ılımlı Amerikan Yahudi lideri Stephen Wise, diğer yanda radikal Ben Hecht'in lobi çabaları vardı ve çok az şey başardılar. Kimse Yahudiler için bir şey yapmak istemiyordu. Amerika'dan dışlanmışlardı. Batı'dan dışlanmışlardı. Filistin'den dışlandılar. Ne oldu peki? 1917'de İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndaki üst düzey insanlar Yahudilerin görüşlerini almak için politika üretiyorlardı; 1941'de -gornisht! Yahudiler kimsenin parmağını kıpırdatmasını sağlayamadı.

Allan Arkush:

Yahudiler tüm pazarlık güçlerini kaybetmişti. İngilizler 1930'larda Balfour Deklarasyonu'nu kısıtlamaya başladığında, Filistin'de Arap çoğunluğa sahip bağımsız bir devlet kurmaya hazırlanırken, Yahudilerin Nazilere yaranmaya çalışacağından ya da Yahudilerin ortaya çıkan küresel çatışmanın diğer tarafına geçeceğinden korkmalarına gerek yoktu. Göz ardı edilebilirlerdi çünkü başka alternatifleri yoktu.

İkinci Dünya Savaşı'nı iyiye karşı kötünün mücadelesi olarak görmeyen var mı? Olayları biraz daha netleştirmeye ve nüansları hafifletmeye çalışan insanlar var mı?

Andrew Koss:

Var, ama çok tatsız insanlar.

Allan Arkush:

Ancak bunu ahlaki açıdan çok daha az net olan I. Dünya Savaşı ile yapmak kolay. Geriye dönüp baktığımızda, Amerikalılar olarak, I. Dünya Savaşı'nı ülkemizin dahil olduğu bir buçuk yıl boyunca sunulduğu şekliyle görme eğilimindeyiz ve bunu dünyayı uğursuz otokrasiye karşı demokrasi için güvenli hale getirme mücadelesi olarak görebiliyoruz. Ancak herkesin böyle görmediği kesin. Daha önce Martin Buber'den bahsetmiştik. Alman Yahudi düşüncesinin bir diğer büyük ismi olan Hermann Cohen de Alman davasının ateşli bir destekçisiydi ve bunu medeniyet davasıyla özdeş görüyordu. 1915'te Amerikalı Yahudileri Almanya'yı desteklemeye ikna etmek için gazete makaleleri bile yazdı.

Elbette insanlar Cohen'le aynı fikirde değildi, onu "domuza ruj sürmek" olarak görüyor ve bu yüzden onunla alay ediyorlardı. Ancak bu tartışmanın iki tarafı vardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudiler arasında böyle bir tartışma yoktu.

Andrew Koss:

Bazı açılardan İkinci Dünya Savaşı farklıdır çünkü Hitler Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'nı Yahudiler yüzünden kaybettiğine karar vermiştir. Bu sonuca ulaştıktan sonra da -Lucy Dawidowicz'in ünlü sözünü ödünç alırsak- bu savaşın Yahudilere karşı yürütülmesi gerektiğine karar verdi. Yahudiler bunu bilse de bilmese de o, Yahudilerin hangi tarafta olduğunu biliyordu.

Başka bir konuya geçelim. Bugün Siyonizmin Avrupa sömürgeciliğinin bir biçimi olduğunu ve Balfour Deklarasyonu'nun İngiltere'nin sömürgeci hedeflerini ilerletmesinin bir yolu olduğunu savunan pek çok insan var. İlk ifadenin neden yanlış ve zararlı olduğu konusuna girmemize gerek yok. Ancak ikincisinde belli bir doğruluk payı vardır. Balfour Deklarasyonu'nu Britanya'nın Ortadoğu üzerindeki emperyalist tasarımlarından tamamen soyutlayamayız. Ancak Balfour Deklarasyonu'na Mozaik'teki makalenizin merceğinden bakarsanız, gördüğünüz şey basitçe Londra'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalarını yutmaya çalıştığı bir durum değildir. Bunun yerine, devletsiz bir halka bir ulus-devlet vererek ya da en azından onlara ulusal bir yuva sağlayarak kalplerini ve zihinlerini kazanmaya hevesli bir rejim görüyorsunuz ki bu birçok yönden sömürgeciliğin tam tersidir.

Tabii ki, bu çok net değil. Eğer İngiltere'nin Orta Doğu üzerinde sömürgeci emelleri olmasaydı, bunların hiçbiri yaşanmazdı. Ama benimle aynı fikirde olup olmadığınızı merak ediyorum. Tarif ettiğiniz şey, Siyonizm'in Batı sömürgeciliğine dayandığı resminden çok mu farklı?

Allan Arkush:

Burada birkaç kişinin, Meir Verité ve David Vital'in çalışmalarını yankılayacağım. Beni Balfour Deklarasyonu'nun yayınlanması yönündeki gerçek ivmenin, herkesten çok, İtilaf Devletleri'nin kazanması halinde Osmanlı topraklarının elden çıkarılması için Fransızlar ve Ruslarla bir anlaşma yapma çabasına katılmadan önce Siyonizm ile ilgili konulara hiç ilgi duymamış olan Mark Sykes'ın izini sürebileceğimize ikna ettiler.

Sykes, Siyonizm'i İngilizlerin Filistin üzerindeki hak iddiasını güçlendirmek için bir araç olarak keşfetti ve Fransızları buradaki herhangi bir rolden dışladı. Fransız ve İngilizlerin iç içe geçeceği Filistin'in uluslararası kontrolünü öngören ünlü Sykes-Picot Anlaşmasını yapmıştı. Ancak hem kendisi hem de İngiliz hükümetindeki diğer kişiler bu anlaşmadan neredeyse anında memnuniyetsizlik duymaya başladı. Fransızlara çok fazla güç bırakıyordu ve Süveyş Kanalı'na çok yakındı. Gelecekte siyasetin nasıl gelişeceğini ve bunun ne kadar istenmeyen bir durum olacağını kim bilebilirdi? İngilizlerin bakış açısına göre Fransızları oradan çıkarmak daha iyiydi.

Siyonistler Fransızlara İngilizlerden çok daha az güveniyorlardı. Ve Filistin'de ulusal bir vatan hayal ettiklerinde, bunun İngiliz ve hatta Amerikan himayesi altında olmasını tercih ediyorlardı. Sykes, Fransızları bölgeden çıkarmak için Siyonistlerin bu iyi bilinen tercihini kullanmak istedi. Ve bence Sykes, Yahudi halkına daha iyi bir gelecek sağlayacak herhangi bir şey yapmaktan çok Siyonizm'in bu konudaki yararlılığıyla ilgileniyordu. Bence savaş sırasında Yahudilerin desteğini kazanmaya yönelik kısa vadeli hedef, İngilizlerin Ortadoğu'daki emperyal konumunu iyileştirmeye yönelik uzun vadeli hedefe göre ikincil plandaydı ve bu da bunun bir tür sömürgecilik olduğu argümanını güçlendiriyordu.

Andrew Koss:

Siyonistlerin Fransızlara şüpheyle yaklaşmak için iyi nedenleri vardı. Herzl Basel'de ilk ortaya çıktığında, Fransız dışişleri bakanlığı Siyonizmin aslında Fransa'yı Orta Doğu'dan çıkarmak için bir Alman komplosu olduğuna ikna oldu.

Allan Arkush:

Sykes Fransa'yı saf dışı bırakmayı başardığında ve Quay d'Orsay İngilizlerin Yahudiler konusunda haklı olduğunu anladığında ve İngiliz ordularının yürüyüşe geçtiğini gördüğünde, Siyonizm karşıtlığının kaybedilmiş bir dava olduğunu hissetti.

Andrew Koss:

Martin Kramer birkaç yıl önce Mosaic için Balfour'dan sonra neredeyse her Batılı ülkenin Balfour'da vaat edilenlerin bir versiyonunu destekleyen ve Siyonizme ya da en azından İngiliz Mandasına uluslararası hukukta bir temel kazandıran kendi bildirisini nasıl yayınladığına dair harika bir makale yazdı.

Bitirmeden önce normalde nefret ettiğim türden iki soru sormak istiyorum. Birincisi: Almanya savaşı kazanmış olsaydı, Siyonizm için herhangi bir şans olur muydu? Alman Siyonistlerin kendi hükümetlerine şöyle diyeceklerini hayal edebilir miyiz: "Amerika savaşa girmeye doğru ilerliyor. Belki bize bazı vaatlerde bulunarak Amerikan Yahudilerini tatmin edebilirsiniz, o zaman ülkelerinin İtilaf Devletleri'ne katılmasını istemeyeceklerdir. Sonuçta, müttefikiniz olan Osmanlı İmparatorluğu'ndan bazı tavizler koparabilirsiniz." Başka bir tarih hayal edebilir miyiz?

Allan Arkush:

Almanlar savaşı kazanmış olsalardı, bence Filistin'le ilgili öncelikli düşünceleri orada kolayca yerinden edilemeyecek bir pozisyon oluşturmak olurdu. İngiltere'nin Mısır'dan doğuya doğru genişlemesini engellemek isteyeceklerdi. İngilizler, Süveyş Kanalı'nın imparatorluklarını sürdürmedeki önemini her zamankinden daha fazla hissedecek ve Orta Doğu'da genişleyen bir Alman varlığının tehlikelerinden endişe duyacaklardır. Bu nedenle Almanlar kendilerine şu soruyu soracaktır: "Osmanlı imparatorluğunu koruyacak mıyız ve Siyonistler buna katkıda bulunabilecek mi? Yoksa şimdi Osmanlı'nın Siyonistlere karşı muhalefetini mi dinlememiz gerekiyor?"

Böyle bir soru üzerinde düşünmem için bana bir buçuk hafta vermeniz gerekiyor.

Andrew Koss:

Genelde karşı olgulara şüpheyle yaklaşırım. Ama spekülasyon yapmak ilginç. Herzl sonunda başlangıçta hayalini kurduğu şeyi, yani Kayzer'in sultanı ikna ederek Yahudilere Almanca konuşulan bir devlet vermesini elde edecekti. Savaşın sultanı o kadar zayıflattığı ve Almanya'ya o kadar bağımlı hale getirdiği düşünülebilir ki, sultan Alman taleplerine boyun eğmek zorunda kalacaktır.

Allan Arkush:

Bu alternatif bir tarih senaryosu için harika bir öncül. Ama ben bunu kafamda canlandıramıyorum.

Andrew Koss:

Mosaic'in bu konuda yazması için bir yazar tutması gerekecek. Diğer sorum da şu: Amerikalı Yahudilerin bu tarihten çıkarabileceği ya da çıkarması gereken dersler nelerdir? Yahudilerin siyasi nüfuzlarını etkili bir şekilde kullandıkları çok az olaydan biri. Bugün için bundan çıkarabileceğimiz dersler var mı?

Allan Arkush:

Yakın bir akrabam aktivist ve çok büyük ölçekte bir bağışçı ve makalemi okuduğunda ilk tepkisi, 3,500 kendini adamış Yahudi'yi Carnegie Hall'da bir araya getirebilen ve yeterli koltuk olmadığı için insanları geri çevirmek zorunda kalan insanlara gıpta etmek oldu. Bu tepkinin, katılımın ve coşkunun Yahudi aktivistlerin bugünlerde sadece dileyebileceği bir şey olduğunu düşünüyordu.

Andrew Koss:

Buna rakip olabilecek tek şey, her yedi yılda bir düzenlenen Siyyum ha-Shas, yani Talmud'un tamamının çalışılmasının tamamlanması kutlamasıdır. Sonuncusu 2020'de New Jersey'deki MetLife Stadyumu'nda gerçekleşti ve yaklaşık 90.000 kişi katıldı. Yer olmadığı için geri çevrilmek zorunda kalan daha fazla insan vardı. 1915'te kimse bunun olacağını tahmin edemezdi.

Allan Arkush:

Hayır. Ancak Amerikan Yahudilerinin Amerikan Siyonizm'inin arkasında birleştiğini iddia etmek zor. Siyonizm güçlü bir güçtü, ancak hiç şüphesiz toplum içinde ciddi bir muhalefetle karşılaşmayan, sesi gür çıkan bir azınlıktı. Bu durum, davalarının kitlesel destek bulamayacağından korkan aktivistlere bir ders niteliğindedir. Bazı durumlarda sadece güçlü bir şekilde orada olmak ve tahmin edemeyeceğiniz sonuçlar doğuracak şekilde kendinizi toplumsal haritaya yerleştirmek yeterince faydalı olabilir.

Makalede yaptığım şey, Amerikalı Yahudileri tesadüfi ve anonim bir güç olarak değil, farkında olmadan olayların akışında çok önemli bir rol oynayan insanlar olarak görmekti. Ve bana öyle geliyor ki, eğer olanları daha iyi anlamak istiyorsak, bu insanların ne yaptıklarına tarihçilerin sağlamakla ilgilendiklerinden daha yakından bakmamız gerekiyor. Ya da belki de tarihçilerin elimizdeki sınırlı bilgiler temelinde sağlayabileceklerine.

Sanırım faaliyetlerine son vermiş ve kayıtlarını muhafaza etmemiş pek çok yerel Siyonist cemiyet var; belki de nispeten anonim insanların kaybolmuş anıları vardır. Oldukça hızlı bir şekilde geçen bu olayın en ince ayrıntılarını bir araya getirmek - 1914'ün sonları ile 1916'nın başları arasında bu hareketin haritaya yerleştirilmesi ve bu yankılara sahip olması - bana göre en çarpıcı şey. Bunu 1917'de Rusya'da olanlarla kıyaslayabiliriz; Rus Yahudileri birdenbire kamusal ve siyasi bir şekilde faaliyet göstermekte özgür oldular. Bunun da muazzam bir etkisi oldu. Ama bu başka bir zaman tartışılacak bir konu.

Andrew Koss:

Bu gerçekleştiğinde Rusya'da büyük bir Siyonizm patlaması oldu, bu da unutulan bir başka şey.

Bana göre, söylediğiniz ve yazdığınız her şeyden çıkan bir mesaj, Amerikan Yahudilerini hafife almamamız gerektiğidir. Siyonistler de dahil olmak üzere pek çok insan Amerikan Yahudilerini hafife aldı - Arthur Hertzberg buna en iyi örnektir. Ancak siz Amerikan Yahudilerinin harekete geçtiğini ve Brandeis gibi liderlerin pek çok gizli Siyonist duyguyu harekete geçirebildiğini gösteriyorsunuz. Ve bence bu duyguların çoğu hala devam ediyor. Genç nesil Amerikalı Yahudiler arasında İsrail'e duyulan sempatinin azaldığından yakınılsa da, yapılan her araştırma Amerikalı Yahudilerin çoğunun asgari düzeyde de olsa İsrail yanlısı olduğunu gösteriyor. Amerikalı Yahudilere olan inancımızı kaybetmemeliyiz.

Allan Arkush:

Katkıları sadece acil bir durumda en üst düzeyde görünür olsa bile.

Andrew Koss:

Ama bu genel olarak Amerikalılar için de geçerli. Nesiller boyunca insanlar Amerikalıların sadece işle ilgilendiklerinden ya da sadece kendi işleriyle ilgilendiklerinden şikayet ettiler. Şimdi insanlar Amerikalıları çökmüş ve yumuşak olmakla eleştiriyor. Ancak bir dünya savaşı ya da benzer bir küresel kriz olduğunda, Amerika biraz geç ama çok güçlü ve etkili bir şekilde yanıt verir. Sanırım bunu Avrupa'da tekrar görüyoruz. Bu açıdan Amerikalı Yahudiler Amerikalılara çok benziyor.

Allan Arkush:

Bunu sevdim.

Allan Arkush, Andrew N. Koss, 30 Kasım 2022, The Mosaic Magazine

(Allan Arkush, Jewish Review of Books'un kıdemli editörü ve Binghamton Üniversitesi'nde Yahudilik çalışmaları ve tarih profesörüdür. Mosaic'in kıdemli editörlerinden Andrew N. Koss, I. Dünya Savaşı sırasında Vilna Yahudileri hakkında bir kitap yazmaktadır.

<<< Önceki


Seçkin Deniz, 20.12.2022, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri ve Yansımalar


Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı