Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
‘Erkek ve
kadın tasarımları gereği mi bu kadar çok sıkıştırılıyorlardı cinselliğe? Allah
erkeği ve kadını bu döngüsel cinsel eylemler ve düşünceler bileşiğinde sınamayı
mı amaçlamıştı?’
Her doğan insan doğduğu toplumun değer yargıları ne olursa olsun sinir, sindirim, boşaltım ve üreme sistemlerinin dayattığı eylemlere mahkûm olduğuna göre, konu sadece cinsellik değildi. ‘Allah erkeği ve kadını bütün bu döngüsel eylemler ve düşünceler bileşiğinde sınamayı mı amaçlamıştı?’ sorusu daha doğru bir soru olabilirdi. Tanrı’ya inanmak ve üst değerler bileşiği olarak inanç da bir sinir sistemi ihtiyacıydı.
Vereceğimiz
bir cevap temelini ayetlerden almalıydı; en büyük tasarımcının bildirgelerinden
biri olan Nisâ suresinin 27-28. ayetlerinden: ‘Allah, sizin tövbenizi kabul
etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi
istiyorlar. Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan
zayıf yaratılmıştır.’
Evet bu
derin bir boşluktu, cinsellik diğerlerinden çok daha baskın bir husustu ki
ayetler şehveti işaret ediyordu: ‘Şehvetlerine uyanlar
ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar.’
‘Biliyor
musun?’ dedi İD, bizi Kabob Place’a götürecek olan, E. Main Street’ten birkaç
blok ötedeki West Broad Street’e çıkmak için sağa, N25Th St’e dönerken.
‘Richmond aşk şehri diye biliniyormuş!’
Gereksiz
bir yarım çember çizmiştik aslında gergin bir şekilde Chimborazo Tepesi’nden
ayrılırken. East Broad Street zaten parkın önünden de geçiyordu, dosdoğru
Batı’ya doğru gitseydik, güneye, oradan da tekrar kuzeye çıkmak zorunda
kalmayacaktık.
Broad
Street upuzun bir yoldu daralıp genişlediği yerler olmasına rağmen; Richmond'un
tarihi boyunca inşa edilmiş birçok ticari kuruluş bu güzergâh üzerindeydi.
Şehir merkezinden kilometrelerce uzaktaki banliyölere kadar, cadde büyük ölçüde
bölgesel ve mahalle alışveriş merkezleri ve alışveriş merkezleri dahil olmak
üzere perakende satış yerleri ve ofislerle doluydu.
‘Aşk’ın
olmadığı şehir mi var?!’ dedim biraz da kışkırtıcı bir dille. ‘Aşkın ve
cehennem azabının?’
‘Niye
Pakistan lokantasına gidiyoruz ki?’ dedi sorumu duymazdan gelerek. ‘Bir sürü
güzel yerler var bu cadde üzerinde!’
Broad
Street’e çıkmıştık. ‘Helal yiyecekler istiyorum, bunu biliyorsun!’ dedim. ‘Ne
idüğü belirsiz Amerikan yiyeceklerinden hoşlanmıyorum, ruhu gibi yediği içtiği
de haram dolu bu ülkenin. Cennet falan değil, özgürlükler ülkesi hiç değil;
insanın aşağılandığı, değerlerin büyük ve gizli projelerle tamamen yok
edildiği, sosyolojik ve psikolojik mühendisliklerin ardının kesilmediği şeytanî
bir cehennem burası!’
‘Öyle deme
ya!’ dedi İD hemen itiraz ederek. ‘İyi insanlar da var burada!’
Beyaz
tişörtünün üzerinde belirgin bir şekilde görünen ve o hareket ettikçe sağa
sola salınan Poe kolyesine takıldı gözlerim. ‘İyilik neydi ki?’ dedim karamsar
bir ses tonuyla. ‘Dünyayı cehenneme çeviren bir ülkede iyilik artık tanımsız! Burada
yaşayan herkes bu ülkenin yöneticilerinin ürettiği şiddetten, terörden,
savaşlardan, darbelerden, ahlaksızlıktan ve yoksulluktan sorumludur. Küçük dar
alanlarında birtakım kimselerin kendi kurutulmuş inançlarına göre ‘iyilik’
yapması veya ‘iyi’ olması bir anlam ifade etmiyor.’
‘Çok
sıkıcısın ya!’ dedi her zamanki gibi. ‘Biraz eğlenelim işte, her şeyi çok
ciddiye alıyorsun?’
Güldüm,
‘Biz ayrı dünyaların insanlarıyız senle!’ dedim. ‘Ve ben sıkıcı bir insanım
işte!’
‘Sustum!’
dedi yine şımarık şımarık. ‘Konuşmuyorum işte!’
Söylediklerime
kâfiyeli karşılık vermeyi seviyordu. Ben de onun bu şımarma aralığına müdahale
etmiyordum, ancak girmek istediği hayatımın da nasıl olduğunu, nasıl olacağını
bilmesi gerekiyordu. Ayrıca dilediği her şeyin gerçekleşmesinin mümkün
olmadığını da anlamalıydı.
Evet,
çekici bir kadındı, reddedilmesi çok zor olan yakıcı bir yakınlaşması vardı, ne
var ki her şey cinsellikle sınırlı değildi bu dünyada. Dostluğu da
öğrenmeliydi. Ya da belki de ben içimdeki dalgalanmayı kontrol altına almak
için ‘dostluk’ dalına tutunmayı seçmek ve bunu ona da göstermek istiyordum. Bir an
önce Richmond’dan gitmeliydim. Dalgalı ruh hallerini pek sevmiyordum çünkü.
Yola,
sağdaki ve soldaki evlere alışveriş merkezlerine, insanlara bakarak dikkatimi
dağıtmaya çalışıyordum.
West Broad
Street çok işlek bir caddeydi ve oraya vardığımızda saat 18:30 olmuştu. İD, Homeview
Dr’dan sağa ve biraz sonra da sola dönerek Kabob Place’ın önündeki park
yerlerinden birine park etti. Burası dikdörtgen bir alanda kurulu üç blokluk klasik
küçük Amerikan çarşılarından biriydi; bir de petrol istasyonu yer alıyordu bir
köşede.
Beyaz
zemin üzerine kırmızı renkli Kabob Place yazısı tabela görevi görüyordu; muhtemelen
geceleri ışıkları yakılacaktı bu tabelanın. İçeri girer girmez müşterileri
karşılayan açık tezgahlı uzun camlı buzdolabında Adana’daki gibi şişlere
dizilmiş çeşit çeşit kırmızı etten kuşbaşı, kıyma ve apaçık belli olan tavuk eti
vardı. Tezgâhın arkasındaki duvara menüden çeşitli fotoğraflar asılmıştı. Altın rengi
çerçeveli düzgün altıgen siyah zeminin tam ortasında yine altın rengi şeritte ‘Halal
Food’ yazıyordu, hemen üstünde siyah zeminde beyaz renkle tepesinde de bir
yıldız bulunan Arapça حلال.
Dükkân Adana’daki
klasik kebapçıları hatırlatıyordu. Dört kişilik altı klasik yemek masası ve sandalyeler
orta alanı kaplıyordu, duvar diplerine yerleştirilmiş, öndeki ve arkadaki masa
ile ortak sırt kullanılmış kanepe türü deniz mavisi deri koltukları iki kişilikti;
her masa dört kişilik olarak düzenlenmişti. Duvarlar kahverenginin açık
tonlarında, bej ya da krem minik orantısız kesme taşlarla dekore edilmişti.
Sağda
pencere kenarında bulunan masayı seçtik. İD koltuğa oturdu ben de karşısındaki
sandalyelerden birine. İD et yemeyecekti yine, Pakistan kebapçısının salatalarının
da bizimkine benzemesini umuyordum, aksi halde aç kalacaktı benim yüzümden.
Menüye
baktım hemen, aradığımı bulmuştum: daire şeklinde doğranmış salatalık, ikiye
ayrılmış çeri domates, yeşil ve mor marul, halka şeklinde ince doğranmış soğan,
halka doğranmış kırmızı biberden oluşan Kabob Place Full Tray House Salad ile marul,
salatalık domates, soğandan oluşan Garden Salad 16oz ve Adana pidesi ile Kayseri
pidesi arası bir pide türü olan Afghan Naan söyledik. İD, Garden Salad’a soğan
konmamasını istedi sadece, ben de kebabın yanına pilav konmamasını. İçecek
olarak su istedim, İD ise kola.
Hiç bu
kadar acıktığımı hatırlamıyordum. İD ise hiç acıkmamış gibi duruyordu, bazen
günlerce yemek yemeyi unuttuğunu söylerdi, ama ben çabuk acıkırdım ve sevdiğim
şeyleri yemeye özen gösterirdim. Böylesine zıt iki insanın bir arada olması da
garipti zaten.
Siparişlerimiz
masaya geldiğinde İD heyecanlanmıştı, ‘Domatesss!’ diye haykırdı hafifçe.
Çatalını aldı ve salataya saldırdı neredeyse. Tuhaftı, ama ben de domatesi çok
severdim. İD’nin çatalına aldığı domates ve kolye aynı hizaya geldiğinde garip ve
akışkan bir eksen oluşmuştu zihnimde, ‘Domates!’ dedim fısıldayan, yumuşak bir
sesle. ‘Biz seni aşktan öte bir aşkla sevdik!’
İD, önce
anlamamıştı söylediğimi, fark edince küçük ve sık kahkahalarla gülmeye başladı ve sordu, ‘Sende
mi domates seviyorsun?’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.