Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
İD araba
sürerken beni de dikkatle dinliyordu. Tuhaf bir algılama biçimi vardı, bizim
kadınlarımızın dinlediği gibi dinlemiyor, düşündüğü gibi düşünmüyordu, bazen
bir erkek gibi eril bir tutum alıyor, bazen de bütün cazibesini kullanan kadınlar
gibi sınırsız ve engelsiz dişil tezahürlerle yansımayı seçiyordu.
‘Bir insan nasıl tövbe eder?’ dedi sanki hiçbir şey bilmiyormuşçasına. ‘Bir rahibe gidip günah çıkarmak bana çok saçma geliyor, sonuç olarak o da bir insan!’
‘Haklısın!’
dedim. ‘Bir rahip ya da kardinal ya da Papa da olsa veya İslam’a sokulmuş
satanist unsurlardan biri olan bir şeyh de olsa bir insanın başka bir insanın
tövbesini kabul etmesi ve bunun için sadaka-bağış kabul etmesi imkânsız;
herhangi bir insanın Allah adına herhangi bir iş veya işlem yapma yetkisi yok. Olmayan
yetkiler üstlenip insanların günahlarını bağışlayanlar kendilerini günahsız mı
kabul ediyorlar, günah çıkarma zinciri nereye kadar gidecek? Bir insanın, başka
bir insana işlediği günahları itiraf ederek günahlarından arınacağına m da mantıksız, bu mekanizmaların var olduğuna inanan herkes bilerek aldanmayı
seçiyor, saçma olduğunu bile bile sonraki günahları özgürce işleme hakkı elde
ettiğine kendini inandırmak istiyor. Bu sürecin doğal sonucu da herkesin
günahkâr olarak yaşamaya devam etmesidir, sadece günah çıkarmalarla başlayan, siyasî,
sosyolojik ve ekonomik istismarlar bir yana, insan doğasına doğrudan müdahale
demek olan milyonlarca cinsel istismar vakası var; bugün Kilise, özellikle Katolik
Kilisesi bence en çok bu nedenle itibarsızlaşmış durumda. Ateizmin haksız yere yaygınlaşmasının
en önemli etkenlerinden biri budur!’
‘Senin bu
özelliğini seviyorum!’ dedi İD neşeyle. ‘Hiç üşenmeden detaylara iniyorsun.
İslam’a göre tövbe nasıl yapılır?’
‘Teşekkür
ederim, sev tabi, kendin araştırıp öğreneceğine bana sorup kolayca öğrendiğin
için bu normal!’ dedim sözlerimin ucunu biraz da sivrilterek. ‘Müslüman olsun
ya da olmasın Kur’an okuyan herhangi biri, Kur’an’ın bu tür sorular için kesin olarak
sınırları belirlenmiş tanımlar ve cevaplar içerdiğini bilir. Mesela Tevbe
Suresi'nin 104. ayeti Allah’tan başka kimsenin tövbe kabul yetkisi ve sadaka olmadığını
açıklar ve sorumluluk yükleyerek sorar: ‘Onlar, kullarının tövbesini ve
sadakaları kabul edenin Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok
merhametli olanın Allah olduğunu bilmiyorlar mı?’ Yine sorunun eksiksiz cevabı
da Âl-i İmrân Suresi'nin 135. ayetinde var: ‘Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları
yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının
bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile
bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.’
‘Peki!’ dedi
İD heyecanla. ‘Allah herkesin tövbesini kabul eder mi?’
‘Neden etmesin?’
diye sordum. ‘Yarattığı insan hata yaptığında samimi bir şekilde bağışlanma
dilerse, Allah onu neden bağışlamasın?' Nisâ Suresi'nin 17-18. ayetleri bize
bunun ölçüsünü de veriyor: ‘Allah katında tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip
sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini
kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa tövbe,
kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe
ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için
ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.’ Her şey çok açık değil mi?
Eksiksiz!?
‘Kesinlikle
eksiksiz!’ dedi İD ve ikimiz de sustuk. Düşünüyorduk. Kim bilir belki de yorgun
ve uykusuz olduğumuz için, belki de aşırı yoğun duygusal dalgalanmalarla geçen
saatlerin ürettiği bu yorgunluğa artık direnmemeyi seçtiğimiz için susmuştuk.
Ama bence Kur’an ayetleri söylenecek söz bırakmamıştı. ‘Allah katında tövbe,
ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir.’
Bilerek günah işleyenlerin tövbesi derin bir belirsizliğe gömülüydü. İD’yi de
nihayetinde durduran sanırım bu ayet olmuştu.
The Berkeley
Hotel’in önünde aracı görevliye teslim ederek içeri girerken, İD’ye odamda akşam
namazını kıldıktan sonra The Jefferson Hotel’e uğramam gerektiğini söyledim, Cevval
ve ekibi oradaydı. İD de duş alıp uyuyacağını söyledi. Asansörle odalarımızın
bulunduğu kata çıktık. Odama girerken oda kapısının önünde durup bana bakan İD’ye
baktım, ona gülümsedim o da bana iyilik dolu bir bakışla gülümsedi. Odalarımıza
girdik.
Odama girdiğim
andan itibaren hareketlenen düşüncelerimi durduramıyordum; duş alırken, giyinirken,
akşam namazını kılarken zihnim hızla işliyordu. İblis en iyi manipülasyonlarını
aşkla yapıyordu, bence insan ölene kadar bilerek ve isteyerek bu manipülasyonlara
kapılıyordu. Erkeklerin normalleri ile kadınların normalleri farklıydı,
manipülasyonlara kapılma biçimi de. Bu yüzden aynı normallerle anlaşmaları
imkansızdı.
Sadece Allah'ın
emirlerini yerine getiren herkes birbirine dost olabilirdi. Kur'an bunu apaçık
anlatıyordu; ‘Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar’ diyordu.
Ama bilinçli olarak yapılan hatalar, işlenen günahlar kalıcı birer kusur olarak
insanları birbirinden çok uzağa itiyordu.
İki
insanın birbirinde anlam araması, birinin diğerinde derinlik bulması, nicelikten
ve nitelikten daha farklı bir ihtiyaç algoritmasına bağlıydı. Ki; bu gerçek,
birçok nedensiz davranışı açıklıyordu. İnsan isteklerinin "ben merkezcil"
gerekçelerine açıklama aramazdı, diğer insanın ne bilmek ve görmek istediğini
bilmek de olabilirdi bundaki temel sebep...
Bilmek ve
görmek akıllı olmanın temel araçları iken, bilmemeyi ve görmemeyi seçmek akılsız
olmayı seçmek demekti. Belki insanın en büyük kusuru da bunu seçebilmesiydi. Varlığın
"onanma" ve "kabullenme" koşullarının diğer insanın
varlığıyla mümkün olması, bu tip bireysel sorgu ve karşılıklı kusur
çatışmalarına neden oluyordu. Yaptığımız her tespit, çözümlerin tam
uygulanabilirliğini gerekli kılsa bile, bu tespitin hayata tekabül eden
değişimleri sağlaması gözle görülecek kadar yavaş olmuyordu.
Allah,
insanların ruhlarını yaratmıştı. Onları Dünya'da bedenle giydirip, onların orada yaşamalarını dilemişti. Dünya'yı yaratmıştı. İlk insanı topraktan var kılmıştı;
sonrakiler de topraktan üremişti. Her insan ruhu, belirlenmiş zamana göre
bedenlenmek üzere dünyaya gönderiliyordu. Ve belirlenmiş o zamanda başlama
emri veriliyordu ve insan biyolojik evrelerden geçerek var oluyordu. Ruh ve
beden birleştiklerinde artık yeni bir form ortaya çıkıyordu; adı insan olan
bir form. Sonra bu yeni forma uygun bir kimlik oluşuyordu; insan bu kimliği
edinene kadar öğreniyordu, yaşadıkça öğrenmeye devam ediyordu. Her an öğreniyorduk.
Günün en
büyük savaşçısı olarak ben bu düşüncelerle zihnimi sadeleştirmeye çalışırken dinlenmek
üzere uzandığım yatakta uyuyakalmıştım. Bedenime yenilmiştim. Hayatımda ilk kez yaşadığım bir şeydi
bu.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.