Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Işıklar içindeydi otelin lobisi. Kalabalıktı. Zihnimde dönüp dolaşan insanlık tarihini yeniden yorumluyordum. Özellikle kadınların tarih boyunca yaşadıklarını düşünüyordum. Karım bir kadındı, annem bir kadındı, kız kardeşlerim birer kadındı ve ben onları çok değerli buluyordum, kendimden çok daha değerli… Ama ya diğerleri, diğer kadınlar? İşte otelin lobisindeki bu kadınlar değerli miydi?
Para ve ün,
şatafat onları değerli kılmıyordu. Onlar burada ve gelişmiş Batı’da güzellikleri
ve cinsellikleri para ile alınıp satılan değersiz birer nesne idi. Onlar için
şiir yazılmıyordu, erkekler onları korumak için savaşma gereği duymuyordu. Bu
kadının varoluşuna hakaretti, insanın doğduğu varlığı aşağılamaktı.
Zihnimde
bir kasırga esiyordu. Çok öfkeliydim. Modern çağın getirdiği algıların cadı
kazanına dönüştürdüğü zihinsel dönüşüm çemberleri, eski, yeni, yetkin,
yetersiz her bir insanoğlunu kuzu kürkü gibi sarıp sarmalamıştı. Düşlerin
kahverengi atmosferinde, griye, siyaha ve daha çok her bir koyu renkten en iç
karartıcısına dümen kıran arzuları çözüp aklın duvarına bağlamaya çalışıyordum.
Modern çağın
sapkınlıkları insan zihninin karnını deşip bağırsaklarını sokağa döküyordu.
Ortalık kokudan geçilmiyordu. Kadınlar, erkekler, çocuklar, yaşlılar ve daha
niceleri burunlarını tıkayarak geçip gidiyorlardı, her bir karışı dökülmüş
bağırsaklarla dopdolu sokaklardan. Sadece burunlarını tıkıyorlardı ve geçip
gidiyorlardı. Birbirine kör, birbirine duyarsız, kendi çıngarlarıyla baş başa,
hatta onlarla yüzleşmiş bir şekilde kendi bağırsakları dökülmesin diye kaçışıp
duruyorlardı.
Zihinsel
dönüşüm çemberlerindeydi hepsi. Çocuklar, büyüklerinin çizdiği çemberlerde sek
sek oynarken fark ediyorlardı zihinsel çemberleri. Büyüklerin kervanına
katılana dek çırpınıyorlardı, sıkıştıra sıkıştıra o çemberlerin çaplarını
büyütebiliyorlardı ancak. Ama hep hayal kuruyorlardı, çemberlerden
kurtulduklarını sanarak. Yeni ve yetkin her çember kurbanının gezip gelip
duracağı yerin daima satanist egemen çıngarların kurbanı olacağını
bilmiyorlardı.
Erkekler
için, kadınlar, oğullar ve servet her an duyulabilir çıngarlardı. Kadınlar
için, erkekler, kızlar ve servet; sonradan sonradan çirkin bir düzenekle çıkıp
gelecek olan çağın çıngarlarıydı; karınlarını deşeceklerdi ideallerin.
Düşlerin
koyu renkli kıyafetlerini giyinip duran ve düşünen adamlar ve kadınlar
öldüklerinin farkında değillerdi. Düşünürler, nefsin şiddetle arzuladığı
şeylere meyletmişlerdi. Unutmuşlardı; bir düşünür, nefsinin şiddetle arzuladığı
şeylerin süsüne kapılıp gittiği anda ölüyordu. İç içe çemberlerde kan revan
içindeyken, nefsinin kopardığı çıngarların sesiyle bölünen uykuların düşleri
karanlık renklerle giydirilmişti.
Düşünen
erkekler, aramışlardı; ellerindekilerle yetinmemişler daha fazlasını istemişlerdi.
Diğerleri, kadınlar; istetmişlerdi. Düşünen adamların çemberlerine kadınlardan
dikenler dikilmişti. Dikilenler gönüllüydüler; gönüle gönül koyacak kadar hem
de. Oğullar sürüklenmişti gecelerin ardına, saltanat kayıkları kopup gelmişti
bin bir gece masallarından. Ve cariyeler dökülmüşlerdi kül kül, çırılçıplak…
Düşünen adamlar onların üzerinde tepinmişlerdi. Ve servet daima en üstteydi;
daima isteteni güçlendiren şeydi. Bir düşünür böyle ölmüştü; birden çok bir
sürü düşünür işte böyle ölmüştü.
Düşünen
kadınlar kıskanmışlardı, kıskanılmışlardı, yuva kuramamışlardı; kurdukları
yuvalarında ana olamamışlardı, kadın olamamışlardı. Kızları yürümüştü eteklerine
tutuşarak, başkalarının oğullarına karşı kışkırtılmışlardı. Servetleri olmuştu;
tepelerde tütsü yakarak ezmişlerdi küçük çemberlerinde tıkanmış erkekleri. Kıvrım
kıvrım kıvrılarak çarpılıp gitmişlerdi cihan titreten hünkârlar. Elleri
rakkastı, gözleri oynak. Dilleri şuhtu, sesleri cımbız. Erkek gibi bir
düşünürdü kadın; öyle ölmüştü; birden çok bir sürü kadın düşünür işte böyle ölmüştü.
Sınanmışlardı
her seferinde her bir çember geçişinde. Her bir hayır verildiğinde,
kendilerinden bildiler; şükretmemişlerdi. Büyüklenmişlerdi, beğenmişlerdi
kendilerini; diğerlerinden önce saydılar, diğerlerinden mermer. Hayrın
kendilerini kışkırttığını bilemediler. Dönüp durmuşlardı hayırdan üreyen
şerlerin şiddeti büyük, şiddeti korku verici çirkinliklerinde. Şerlere parlak
libaslar giydirip hayır diye avuttular nefislerini, akıllarına pranga vurup
zihinlerini iğdiş ettiler. Dökülüp kaldılar ömürlerinin son demlerinde;
dudakları dua edecek kadar arlı değildi.
Denendiler,
kışkırtıldılar her seferinde; her bir şer verildiğinde başkalarından bildiler. İtişip
kakıştılar, şikâyet ettiler; feleğe çattılar, kadere kızdılar. Kader ki;
bildikleri hiçbir şey yoktu. Yürüttüler nefsin arzularını, şiddeti kadere
yazdırdılar, kötüyü kadere kazdılar; sonra hep kızdılar. Kışkırtıldıkları yerde
çürüdüler. Sabredemediler. Şaşkınca ve büyük öfkelerle küçümsediler şerden
üreyen hayırları. Hayırlara çirkin libaslar giydirip küfretmeye devam ettiler,
akıllarını yitirip zihinlerini iğdiş ettiler. Dudaklarında pişmanlık,
gövdelerinde karanlık, koyuldular ecelin kızıl ateşli yollarına…
“Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı
bağışla. Bizi ateş azabından koru.” dedim umutla.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.