Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Cevap vermedim. Abartmadığımı çok iyi biliyordu, ama alıştığı hayat buydu; tahammül edilemez olsa da buydu ve vazgeçmesi neredeyse imkânsızdı. Israr etmek de anlamsızdı. Bilgi bombardımanı insanların ilgi ve alışma sürelerini aşırı zorluyordu. Tarihte insanın ilk kez yirminci yüzyıl biterken karşılaştığı aşırı bilgi yüküne karşı yaşadığı yetişememe çaresizliği geriye ve ileriye ket vuruyor, kişilerin kendini öğrenmeye kapatarak hayatta kalma refleksi oluşturmasına neden oluyordu.
‘Bende ne
buldun sen?’ diye sordum arabaya bindiğimizde.
İD biraz
düşündü ve ’Zekâ pırıltısı!’ dedi.
‘Bu
dünyada benden başkaları da var zekâ pırıltısı görebileceğin!’ dedim sakince.
‘Çevremdeki
zeki insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez!’ dedi hemen. ‘İnsanların
çoğu aptal, önce kadınlar sonra da erkekler, ama daha çok kadınlar!’
‘Başka?’
diye sordum.
‘Başka? Kontrol
duygusu yüksek insanlar beni cezbeder!’ dedi.
‘Demek ki
güzel kadınların seçme kriterleri de böyle oluyor!’ dedim biraz da takılarak. ‘Zekâ
ve kontrol duygusu! Fena değilmiş!’
‘Hepsinin
değil!’ dedi. ‘Sadece benim!’
‘Düzeltelim
o halde!’ dedim ciddî ciddî. ‘Zeki ve güzel kadınların!’
‘Olabilir!’
dedi gülerek, anayola çıkarken.
‘Ama bir
sorun var sanırım!’ dedim. ‘Zeki ve güzel kadınlar istediklerini elde etmeye
alışkınlar, ancak zeki ve kontrol duygusu yüksek olan erkeklerde bu
gerçekleşmeyebiliyor!’
‘Maalesef
öyle!’ dedi İD yine sesindeki derin hayâl kırıklığını hissettirerek.
‘Helal
sınırlar içerisinde her şey mümkün!’ dedim esas engeli yeniden vurgulayarak. ‘Ancak
insanlar bu sınırlara uymaktan pek hoşlanmıyorlar, değişmeyi istemiyorlar, buna
karşılık her istediklerine ulaşmak istiyorlar. Bu insanın en eski ve ilk yanılgısı!’
Araba güneşi
sağına almıştı ve günün sonuna doğru, The Berkeley Hotel’e doğru ilerliyordu.
İD bu kez güneş gözlüklerini takmamıştı. Aracın radyosundan müzik açtı, nasıl
der gibi bana baktı, sorun yok anlamında başımı salladım. Saat 19:52 idi; sessizce
ilerliyorduk West Broad Street’in yoğun trafiğinde.
‘Cehennem Yazarı’nın
notları hayatı üzerindeki kontrolünü kaybetmiş, sorgulamaktan kaçınan insanın
kendi cehenneminde nasıl acı çektiğini anlatıyordu:
“Nefsini
terbiye etmek istemeyen insan hemen hemen yok gibidir; ancak hata nefsi terbiye
etmek anlayışından, belki de nefsin terbiye edilemez, ancak kontrol altında
tutulabilir olduğunu fark etmemekten kaynaklandığı için bu düzeyde hedef
gerçekleşmesi neredeyse imkansıza yakın olmaktadır... Asıl olması gerekeni
düşünmek, gerçekte "olgunlaşmış insan" kavramı içinde insanı bir
bütün olarak algılamak ve mevcut ruhsal bileşenlerin tamamını ilahî terbiye
kapsamında değerlendirmek gerekir. Aklı, iradesi, hafızası, zekâsı ve nefsi bir
bütün olarak terbiye edilmemiş olan insanın "nefsi terbiye etme"
babında makul bir başarı ihtimali olamaz. Nasıl düşünmesi gerektiğine dair bir
algılama sistemi oluşmamış olan insanın nasıl yönetmesi gerektiğine dair
fikirleri de olamaz. Zaten insanlar arasındaki farkı belirleyen ana unsur olan
düşünme biçimi de (irade-nefs-zekâ-akıl-hafıza kullanma biçimi) bu terbiye
sistemini kişiye özel kılar. Bu sebeple geçmiş zaman ikindilerinde, ağaçların
altında veya karanlık mahfillerde uydurulmuş olan insan üretimi "ideal
insan" tasnifleri değişmez ilahî emirlere uygun olarak yeniden
değerlendirilmek zorundadır; bunu da asla fosilleşmiş yapılarıyla eskiler
yapamazlar. Doğru soruları soramayanların doğru cevaplar bulamayacakları apaçık
iken doğal olarak bilgi düzeyi yüksek yirmi birinci yüzyıl insanının sorularına
cevap bulamayanlar eski ve köhne düzeydeki cevapları kabul etmeyenleri
reddedeceklerdir. Bu kaos sona ermelidir artık; insanlar gerçeği artık görmek istiyorlar,
avunmak istemiyorlar.”
‘Cehennem Yazarı’
haklıydı. ‘Hakikat'in taliplisi her zaman az olmuştu, bunun niye böyle olduğu
belliydi; insanın mayası hakikate değil hakikat olmadığını bile bile ‘Hakikat’
maskeli yalanlara inanmaya meyilliydi. Adem'den bu yana bu böyleydi.
İD’nin
zekâ pırıltılarını cezbedici bulmasına dokunmalıydım biraz.
‘Erkek ve kadının aptallık önceliği yok bence, zekâ önceliği olmadığı gibi. Ayrıca sadece
zekâ bir insanı yüceltmeye yetmez, onu seçkin yapmaz, aksine gösteri odaklı bir
kişi görmeni sağlar; bu bencillikten daha başka ne verebilir ki başka bir insana?
Zekâ insanı ne kadar yüceltir ki, en yüce olan Allah insanı yüceltmediği sürece?’
dedim. ‘Oysa zekâ değildir insanı farklı kılan; kontrol duygusu yüksek olgunlaşmış
olan akıldır. Zekânın çekip yücelttiği insanlar, aklın derin maviliklerinde
gezindiklerinde nefsin keskin karanlıklarından kurtulmuş değildirler, kendi
dairelerinde, kendi bilgileriyle kendi zekâlarını sürükleyenlerle aynı çarka
tabi oldukları hâlde, haklısın, olgunlaşmış akla sahip olanlar diğerlerinden
farklıdırlar.’
Biraz durakladım,
sonra devam ettim:
“Zekânın
dürttüğü aklın, sonsuz evren ile sonsuz bilgi içinde insanı yüceltmesi ne kadar
kesin ise, yücelmeyle doğru orantılı olarak nefsin karanlıklarının o denli net
ve acımasız olduğu da kesindir. İnsan yüceldikçe nefsinin en suflî istekleriyle
basitleşir; ortalama ömrü, ortalama değerler ve eylemler arasında geçip giden
bir insanın, nefsinin keskin karanlıklardan ziyade, grilerle resimlendiği
bellidir. O ne yüce hedefler edinmiştir ne de nefsinin en suflî istekleriyle
daima meşguldür. İnsan, ulaştığı zirveyle birlikte, en dibi de yaşamadığı
sürece evrilemez gibi görünmektedir, ama en dip, geçmiş örneklerde görüldüğü
gibi, en yüceleri hedefleyenlerin çoğunu yok etmiştir. Yaratıcı, insanın
kendinden kaynaklandığını sandığı güçle böbürlendiğini gördüğünde, onu nefsin
en aşağılık istekleriyle yüz yüze bırakmıştır.”
‘İnsanın
olgunlaşması imkânsız görünüyor gibi!’ dedi İD beni şaşırtan bir kavrayışla.
‘Bilgi, insanı ne kadar yüceltirse yüceltsin, insan terbiye edilemez özellikleri olan bir nefse sahip olduğu sürece gerçekte asla yücelmiş ve kendi düşünceleri ve eylemleriyle asla iyi olmayı başarabilmiş olmayacaktır!’ dedim kendimden emin bir şekilde. ‘İnsan, yaratıcısını unuttuğu her seferinde, kendi sonsuzluk yolculuğunda en aşağılık olana mahkûm olageldiyse, bu kusursuz bir uyarıdır. Kısırdöngülerin en keskininde yok olmak zekânın insanı getirip bıraktığı en derin hüzün çukurudur. Yüceldikçe basitleşen insanı, kendi karanlıklarında boğulmaktan koruyanlar, o insanın zihninden geçenlerin gerçek yüceliğe giden yolda sırtlandıklarıdır; inanmak, iyi işler yapmak, sabretmek, hakkı bilmek ve tavsiye etmek. O zaman kürelerin sonsuza ıraksayan çapına umudu yansıtan en derin mavilikler bulaşır. O anda karanlıklarıyla bilinen nefs, bir grilik kadar belirsizleşmiştir, ama bu, bir insana vaat edilmiş olan değildir, insana vaat edilmiş olan tövbe edebilmektir, ancak olgunlaşmış bir akıl tövbe edebilir. Tövbe etmek de imkânsız değildir!’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.