Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Onun odası da benim odamın yanındaydı. Cevval’i odasına uğurladıktan sonra odama girip kapıyı kapatırken tam karşımdaki İD’nin oda kapısına baktım. Herhangi bir hareket yoktu. Uyuyor muydu? Gitti mi? Mesaj da göndermemişti.
Onun
üzülmesini istemezdim, iyi bir insandı; ancak iyilik Kur’an’ın tanımladığı ahlakî
değerler ve inanç sistemi ile çerçevelenmeliydi, insan için kesinlikle güven
duyulacak başka felsefî ve ilahî kaynak yoktu.
Sevmek suç
değildi, sevilmeyi istemek de… ama her şey yerli yerinde güzel ve doğruydu. Özenle
işlenmiş bir eseri yıkıp yerine başka bir eser yapmak değildi iyi, doğru ve
güzel olan. Bir şey aynı anda, iyi ve doğru değilse güzel de olamazdı; güzelse iyi
ve doğru olmak zorundaydı.
İD ile
insan olmanın ayrıntıları arasında sıkışmıştık. Aramızda bir değil birden çok kapalı
kapı vardı tek tek Allah’ın rızası gözetilerek açılması gereken. Cevval’in
annesi hep kapalı kalması gereken kapıları bir tekmeyle parçaladıktan sonra
arzularının peşinden giderek kocasını kahrından öldürmüş, Cevval’i ömür boyu
yaşayacağı bir cehenneme yuvarlamıştı. Bunları karıma ve çocuklarıma
yapamazdım. Yaşanacak büyük kaosu arzularının etkisiyle hesaplayamayan İD’ye de
yapamazdım.
Arzu ile
iyilik karşı karşıyaydı. Arzu belki güzeldi, ama şimdi ve bu ruhsal koordinatlarda
doğru ve iyi değildi. Bunu anlamak için arzuyu tatmin etmek gerekmiyordu.
Huzursuz duygular yerin ve göğün altını üstüne getiriyordu, depremler
yaşanıyordu içimizde.
Odama
girdikten sonra, hep neden ‘onun üzülmesini istemiyorum’ şeklindeki düşüncenin
zihnimde dönüp durduğunu düşünmeye başlamıştım.
Biz
insanlar ölüyorduk doğduktan bir vakit sonra. Bu öyle bir vakitti ki, her gün
doğumunda önceki günle aynı şekilde başlayan ve biten şeylerin arasında yaşanıyordu.
Her gün aynı şekilde geçiyor gidiyor zannediyorduk; yabancı bir diyardaki bir
yabancı gibi penceremizden seyrediyorduk hayatı. Bebek, çocuk, genç, orta yaşlı
ve yaşlı oluyorduk, her yeni günde uyanan ve gecesinde uyuyan bir insan olarak.
Penceremizden
gördüklerimiz düşüncelerimizi şekillendiriyordu ölene dek. Bu yüzden mühimdi
gördüklerimiz; bu yüzden iyilikten ve kötülükten ibaret olan her gördüğümüz
şeyle ilişkimizin biçimi bizi iyi ya da kötü yapıyordu. Ne görüyorsak en çok
onu düşünüyor, diğerine yabancılaşıyorduk.
Gördüklerimiz
önemliydi; çünkü gördüklerimizi düşünürüz, düşündüklerimizi görürüz ve ne kadar
çok yabancıysak dünyaya o kadar çok dost oluruz gördüklerimize, onlara alışırız.
Bugün
dündeki atalarımızdan daha çok şey görüyoruz pencerelerimizden, ama daha çok
şey görmek bizi daha iyi yapmıyordu. Çünkü dünyada her gün daha fazla görmeye
devam ettiğimiz şey iyilik değil kötülüktü.
Daha çok
ve sık gördüğümüz kötülükten uzak kalabiliyor muyuz gerçekten? O kötülükleri
yapmamayı başarabiliyor olsak bile, gittikçe daha az gördüğümüz iyiliğe
yabancılaşmıyor muyuz? O kötülükleri göre göre aklımıza bile gelmeyen şeyler
zihnimizi meşgul etmiyor mu? Pencerelerimizden gördüklerimize dair akıl
yürütmüyor muyuz, dedikodu yapmıyor muyuz dostlarımızla, onların görmediklerini
de görmelerini sağlamıyor muyuz, kötülüğü yaymıyor muyuz mesela?
Ne kadar
çok soru soruyordum... ağır yaralıydı pencerem, gördüklerimden bıkmıştım. Poe’nun
kasvetli pencereleri gibi odamın pencereleri de felsefe ve şiir karıştırıyordu
duygularıma.
Hemen her
gün gördüğümüz kötülüğün her türü artık bizi iyiliği özler hâle getiriyordu.
Sorularım
durmuyordu.
Peki ne
yapıyoruz pencerelerimize doluşan kötülüklerden kurtulmak için? Gözlerimizi mi
kapatıyoruz? Yoksa, her kötülüğe inat, iyilikler yaparak başka pencerelerden
görünenleri iyiliklerle değiştirmek için mi çabalıyoruz?
Çocuklarımıza,
torunlarımıza ne bırakacağız iyiliklerimiz yoksa? Kötülüklere alışarak
iyiliklere yabancılaştığımızda yabancılaştığımız iyiliği nasıl bileceğiz, nasıl
göstereceğiz insan nesline? İnsanı, kendimizi, neslimizi nasıl koruyacağız
şeytandan, cinlerden ve kötü insanlardan?
Allah’ın
elçileri bile kendilerine musallat olan fısıldayıcı kötülerden muaf değilken
biz nasıl muaf olabiliriz? Allah’ın elçileri bile sınanmışken bizler nasıl
sınanmayız fısıldayıcılarla?
Seçeneğimiz
vardı. Hac Suresi’nin 52-54. ayetlerinde bu durumu görebilir ve düşünebilirdik
mesela:
‘Senden
önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan
onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın
vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi,
kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi
kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık
içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen
hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona
saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri
doğru yola iletir.’
‘İyilik’
Allah'ın ‘yapın’ diye, ‘kötülük’ de ‘yapmayın’ diye emrettiği iken, kötülüğü
fısıldayanlara neden bu kadar çok kulak verip onları gözlüyoruz ki? Her gün doğumunda
önceki günle aynı şekilde başlayan ve sonraki gün doğumuna dek biten şeylerin
arasında tek düze bir akışta yabancılaştığımız iyilik, neden kötülüğe
yeniliyor, hiç merak etmiyor muyuz?
Biz, insan
nesli olarak, iyiliği sırf Allah emrettiği için yapabilecek kudrette iken
yapmıyoruz, ama kötülük fısıldayıcıları kötülüğü sırf Allah yapmayın diye emrettiği
için yapıyorlar ve onlara direnmiyoruz; ya görmezden gelerek kötülüğün her yeri
kuşatmasına izin veriyoruz ya da görüyor ve onun etkisinde kalarak tek tek
kötüleşiyoruz.
Yabancılaşmamız
gereken kötülük iken neden iyiliğe yabancılaşıyoruz? Bu başı ve sonu olan bir
vakittir; biliyoruz. Neden Allah'tan yardım dilemiyoruz, iyiliği bize verecek
olan sadece Allah değil midir?
Allah, Kur'an'da Ahzâb Suresi’nin 72. ayetinde neden, ‘Şüphesiz biz emaneti göklere,
yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan
çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.’ diyordu?
Ne kadar
çok bilsek de biz çok zalim ve çok cahiliz, bu yüzden Allah'a ve onun
merhametine muhtacız; o bizi sınarken ancak ondan yardım dileyebiliriz.
Allah’tan
yardım dilerken, kendimi, ailemi ve İD’yi bu derin cehaletimizden korumalıydım.
İhlas, Felak ve Nas sureleri ile birlikte Fatiha suresini de okudum, içimdeki
huzursuzluk azalırken uykuya daldığımı da hissediyordum.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.