25 Şubat 2023 Cumartesi

SA10058/SD2686: Sıkıntı (Roman); 4. Bölüm-Cehennem 45

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Ne kadar çok soru soruyordum... ağır yaralıydı pencerem, gördüklerimden bıkmıştım. Poe’nun kasvetli pencereleri gibi odamın pencereleri de felsefe ve şiir karıştırıyordu duygularıma."

Onun odası da benim odamın yanındaydı. Cevval’i odasına uğurladıktan sonra odama girip kapıyı kapatırken tam karşımdaki İD’nin oda kapısına baktım. Herhangi bir hareket yoktu. Uyuyor muydu? Gitti mi? Mesaj da göndermemişti.

Onun üzülmesini istemezdim, iyi bir insandı; ancak iyilik Kur’an’ın tanımladığı ahlakî değerler ve inanç sistemi ile çerçevelenmeliydi, insan için kesinlikle güven duyulacak başka felsefî ve ilahî kaynak yoktu.

Sevmek suç değildi, sevilmeyi istemek de… ama her şey yerli yerinde güzel ve doğruydu. Özenle işlenmiş bir eseri yıkıp yerine başka bir eser yapmak değildi iyi, doğru ve güzel olan. Bir şey aynı anda, iyi ve doğru değilse güzel de olamazdı; güzelse iyi ve doğru olmak zorundaydı.

İD ile insan olmanın ayrıntıları arasında sıkışmıştık. Aramızda bir değil birden çok kapalı kapı vardı tek tek Allah’ın rızası gözetilerek açılması gereken. Cevval’in annesi hep kapalı kalması gereken kapıları bir tekmeyle parçaladıktan sonra arzularının peşinden giderek kocasını kahrından öldürmüş, Cevval’i ömür boyu yaşayacağı bir cehenneme yuvarlamıştı. Bunları karıma ve çocuklarıma yapamazdım. Yaşanacak büyük kaosu arzularının etkisiyle hesaplayamayan İD’ye de yapamazdım.

Arzu ile iyilik karşı karşıyaydı. Arzu belki güzeldi, ama şimdi ve bu ruhsal koordinatlarda doğru ve iyi değildi. Bunu anlamak için arzuyu tatmin etmek gerekmiyordu. Huzursuz duygular yerin ve göğün altını üstüne getiriyordu, depremler yaşanıyordu içimizde.

Odama girdikten sonra, hep neden ‘onun üzülmesini istemiyorum’ şeklindeki düşüncenin zihnimde dönüp durduğunu düşünmeye başlamıştım.

Biz insanlar ölüyorduk doğduktan bir vakit sonra. Bu öyle bir vakitti ki, her gün doğumunda önceki günle aynı şekilde başlayan ve biten şeylerin arasında yaşanıyordu. Her gün aynı şekilde geçiyor gidiyor zannediyorduk; yabancı bir diyardaki bir yabancı gibi penceremizden seyrediyorduk hayatı. Bebek, çocuk, genç, orta yaşlı ve yaşlı oluyorduk, her yeni günde uyanan ve gecesinde uyuyan bir insan olarak.

Penceremizden gördüklerimiz düşüncelerimizi şekillendiriyordu ölene dek. Bu yüzden mühimdi gördüklerimiz; bu yüzden iyilikten ve kötülükten ibaret olan her gördüğümüz şeyle ilişkimizin biçimi bizi iyi ya da kötü yapıyordu. Ne görüyorsak en çok onu düşünüyor, diğerine yabancılaşıyorduk.

Gördüklerimiz önemliydi; çünkü gördüklerimizi düşünürüz, düşündüklerimizi görürüz ve ne kadar çok yabancıysak dünyaya o kadar çok dost oluruz gördüklerimize, onlara alışırız.

Bugün dündeki atalarımızdan daha çok şey görüyoruz pencerelerimizden, ama daha çok şey görmek bizi daha iyi yapmıyordu. Çünkü dünyada her gün daha fazla görmeye devam ettiğimiz şey iyilik değil kötülüktü.

Daha çok ve sık gördüğümüz kötülükten uzak kalabiliyor muyuz gerçekten? O kötülükleri yapmamayı başarabiliyor olsak bile, gittikçe daha az gördüğümüz iyiliğe yabancılaşmıyor muyuz? O kötülükleri göre göre aklımıza bile gelmeyen şeyler zihnimizi meşgul etmiyor mu? Pencerelerimizden gördüklerimize dair akıl yürütmüyor muyuz, dedikodu yapmıyor muyuz dostlarımızla, onların görmediklerini de görmelerini sağlamıyor muyuz, kötülüğü yaymıyor muyuz mesela?

Ne kadar çok soru soruyordum... ağır yaralıydı pencerem, gördüklerimden bıkmıştım. Poe’nun kasvetli pencereleri gibi odamın pencereleri de felsefe ve şiir karıştırıyordu duygularıma.

Hemen her gün gördüğümüz kötülüğün her türü artık bizi iyiliği özler hâle getiriyordu.

Sorularım durmuyordu.

Peki ne yapıyoruz pencerelerimize doluşan kötülüklerden kurtulmak için? Gözlerimizi mi kapatıyoruz? Yoksa, her kötülüğe inat, iyilikler yaparak başka pencerelerden görünenleri iyiliklerle değiştirmek için mi çabalıyoruz?

Çocuklarımıza, torunlarımıza ne bırakacağız iyiliklerimiz yoksa? Kötülüklere alışarak iyiliklere yabancılaştığımızda yabancılaştığımız iyiliği nasıl bileceğiz, nasıl göstereceğiz insan nesline? İnsanı, kendimizi, neslimizi nasıl koruyacağız şeytandan, cinlerden ve kötü insanlardan?

Allah’ın elçileri bile kendilerine musallat olan fısıldayıcı kötülerden muaf değilken biz nasıl muaf olabiliriz? Allah’ın elçileri bile sınanmışken bizler nasıl sınanmayız fısıldayıcılarla?

Seçeneğimiz vardı. Hac Suresi’nin 52-54. ayetlerinde bu durumu görebilir ve düşünebilirdik mesela:

‘Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir.’

‘İyilik’ Allah'ın ‘yapın’ diye, ‘kötülük’ de ‘yapmayın’ diye emrettiği iken, kötülüğü fısıldayanlara neden bu kadar çok kulak verip onları gözlüyoruz ki? Her gün doğumunda önceki günle aynı şekilde başlayan ve sonraki gün doğumuna dek biten şeylerin arasında tek düze bir akışta yabancılaştığımız iyilik, neden kötülüğe yeniliyor, hiç merak etmiyor muyuz?

Biz, insan nesli olarak, iyiliği sırf Allah emrettiği için yapabilecek kudrette iken yapmıyoruz, ama kötülük fısıldayıcıları kötülüğü sırf Allah yapmayın diye emrettiği için yapıyorlar ve onlara direnmiyoruz; ya görmezden gelerek kötülüğün her yeri kuşatmasına izin veriyoruz ya da görüyor ve onun etkisinde kalarak tek tek kötüleşiyoruz.

Yabancılaşmamız gereken kötülük iken neden iyiliğe yabancılaşıyoruz? Bu başı ve sonu olan bir vakittir; biliyoruz. Neden Allah'tan yardım dilemiyoruz, iyiliği bize verecek olan sadece Allah değil midir?

Allah, Kur'an'da Ahzâb Suresi’nin 72. ayetinde neden, ‘Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.’ diyordu?

Ne kadar çok bilsek de biz çok zalim ve çok cahiliz, bu yüzden Allah'a ve onun merhametine muhtacız; o bizi sınarken ancak ondan yardım dileyebiliriz.

Allah’tan yardım dilerken, kendimi, ailemi ve İD’yi bu derin cehaletimizden korumalıydım. İhlas, Felak ve Nas sureleri ile birlikte Fatiha suresini de okudum, içimdeki huzursuzluk azalırken uykuya daldığımı da hissediyordum. 

<< Önceki                      Sonraki>>


[26.02.2023, (4/90 (414))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 25.02.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı