Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Sabahların tefekkür dolu ânlarını seviyordum. Herkes uyurken doğaya bakarak düşünmek, Kur’an ayetleri gibi kuşkusuz ölçülere göre akıl yürütmek içimin arınmasını ve huzurla dolmasını sağlıyordu. Her insanın stresli zamanlarında yaşadığı içsel sorunlarla yüzleşme cesareti yoktu, bu çok zordu çünkü, herkes için başlangıcı olan bir emek geçmişi gerektiriyordu. Namaz en sade ve en etkili bir imkandı insan için.
Çocukken
başlamıştım namaza. Beni ve bütün evreni yaratan Allah’a dua etmek kadar
iyileştirici ne olabilirdi ki? Ben anlatmasam da anlayan, düşüncelerimi her ân
bilen, dualarımı kabul eden ve bana en yakın olan sadece Allah’tı.
Bazen, her
şeye rağmen, Richmond’da yaşadıklarım gibi İblis’in kışkırtılarından bunaldığım
ânlar olurdu. Allah’ın beni neden bu kadar etkiye açık yarattığını düşünürdüm. Bu
zayıflıktı, zayıflık olmasa sınanma olmaz, güçten, iradeden ve özgürlükten
bahsetmek mümkün olmazdı. İnsanın tasarımının tam ve eksiksiz olarak şu anda
olduğu gibi olması gerektiği sonucuna ulaşırdım her seferinde.
Allah
nasıl bir temel niteliğe sahip olduğumuzu da bize bildiriyordu Şems Suresi’nin 7-10.
ayetlerinde: ‘Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük
duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki,
nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de
ziyana uğramıştır.’
Her zaman
düşünmüşümdür; doğrultmansız hayatlarla bir ya da birden fazla doğrultmanı olan
hayatlar arasındaki kirlenme farkı ne kadar büyüktür diye... ya da
doğrultmansız hayat var mıdır diye. Bütün bunlar insanlık tarihinin en önemli
problemlerinden. Biz çözebilir miydik bu problemleri, bilmiyorum, ama hepsinin üzerinde
düşünebilirdik.
Evet;
üzerinde düşünebiliriz hepsinin. Bir insan seçebiliriz insanların arasından. Ona
bakabiliriz, onun bütün geçmişine dair fikir yürütebiliriz. Onun hakkında ne
kadar çok şey bilirsek, o kadar çok ölçebiliriz o insanın ne kadar kirlendiğini.
Peki
seçtiğimiz bu insan biz kendimiz olursak, kendimize de ona davrandığımız gibi
acımasız bir bakışla bakabilir miydik? Bize bulaşan ya da bizim bulaştığımız
kirleri hiç saklanmadan ve saklamadan ölçebilir miydik?
Biliyordum,
insanın kendisini aklama ihtiyacı çok baskın bir ihtiyaçtı; ama olsun bunu
denememizden ne çıkardı ki? Bunu bizden ve Allah'tan başkası bilmeyecekti
nasılsa; aslında zaten Allah da biz de biliyoruz yapıp ettiklerimizi.
Şu andaki
yaşımıza gelene dek ne kadar kirlendiğimizi sorabiliriz.’Kir'e dair düşünürüz
sonra. Neye, kime göre kirdir kir dediğimiz şey? İşte doğrultmanlar burada
gerekli bize. İnsanlar kendilerini ve diğerlerini ikna ederek kir dediğimiz
şeyleri kir saymamaya meyillidirler; bu aklanma ihtiyacının serkeş gücüdür ve
her an çalışan bu gücün bizi kirlerimizle birlikte yaşamaya devam etmeye
alıştırdığını hepimiz biliyoruz.
Aklanma
ihtiyacı, içimizdeki kirlerin bize yüklediği beladır, bu beladan kurtulmak için
ne gerekiyorsa yaparız; sonraki saatlerimizde, günlerimizde biriktirdiğimiz
yeni kirlere karşı kullanana dek onu unutmayı da seçeriz; sıkıntıları, zorlukları
sevmeyiz ve kendimizi her şeyden üstün ve kusursuz görürüz.
Yaratılışımız
böyledir. Beled Suresi’nin 1-5. ayetlerinde anlatıldığı gibi: ‘Sen bu
beldedeyken bu beldeye, babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki,
biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek
şekilde) yarattık. İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi
sanıyor?’
Düşüncelerimiz,
söylediklerimiz ve yaptıklarımız; biz tamamen bunlardan ibaretiz ve kirlerimiz
bunlara yapışarak yüklenirler ruhumuza. Neyi, nasıl düşüneceğimizi,
söyleyeceğimizi ve yapacağımızı da ergenliğe varana kadar öğreniriz;
ebeveynimiz, aile-akraba çevremiz doğrultanlarımızı öğretirler bize...
Geleneklerimiz, inançlarımız ve arkadaş çevremiz; kimi zaman birbiri ile
uyuşmayan doğrultmanlarla hizaya sokmaya çalışırlar bizi.
Fakat ilanihaye
bu ilk olgunluk evremizdeki gibi gitmez hiçbir şey, nefsimiz bedenimizle iş birliğini
arttırır, geçmişte öğrendiğimiz her şeyi yönetmeye başlar; doğrultmanlarımız
belirsizleşir ve kendimizle baş başa kalırız; kendimizle baş başa kalmamızı
bekleyen, zaman zaman tanışmak için bize uğrasa da o ana dek bütünüyle
görünmeyen İblis de o an hiç teklifsiz çıkagelir.
Tek
düşmanı biz olduğumuz halde hiç utanmadan bizimle dost olur İblis, bizi ikna
etmeye çalışır; söylenenlerin aksine, onun sesini çok iyi duyarız ve diğer
bütün seslerin içinden seçer alırız. O ses çoğunlukla hoşumuza giden şeyler
söyler, bunları kendi sesimizle karıştırırız, biz söylüyoruz zannederiz ve
kirlenmenin ilkelerini kendimiz kirden sırılsıklam ıslanana kadar giyiniriz.
Allah'a
öfkeleniriz, anne-babamıza, eşimize, çocuklarımıza, komşularımıza, iş
arkadaşlarımıza... öfkeliyken en zayıf hâlimizle baş başa olduğumuzu fark
etmeyiz; İblis'in sesiyle kendi sesimizi ayıramayacak derecede karıştırdığımız
bu demde, kirlenmek için ne gerekiyorsa yaparız; özgür olmaktır tüm
doğrultmanları reddetmek mesela. Kur'an'a, aile terbiyesine, geleneklere, güzel
duygulara aykırı ne varsa hepsini boca ederiz düşüncelerimizin, sözlerimizin ve
fiillerimizin üstüne.
Öfkenin
yakıp geçtiği günler dağıldığında, oturup kendimizle ve kirlerimizle yüz yüze
kaldığımızda, içimizde kalan iyi şeyler, unutmak istediğimiz doğrultmanlarımız
bizleri dürterler, ahireti ve hesaba çekilmeyi hatırlatırlar; aklanmak, arınmak
isteriz kirlerimizden. Bu genlerimize işlenmiş olağan bir durumdur.
Aklanabilir
miyiz gerçekten? Kim bilir nerelerden ve kimlerden kendimize bulaştırdığımız ya
da nerelerde ve kimlere bulaştırdığımızı bildiğimiz-bilmediğimiz kirlerimizi
silmek mümkün müdür? İyiliklerimizi ve kötülüklerimizi her an kaydeden melekler
niçin silsinler ki kirlerimizi?
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.