Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Allah tövbe etmemizi bunun için tavsiye etmişti; silinmeyen, ancak örtülen kirlerimiz, iyiliklere dönüştürülen günahlarımız olsun diye. Arınmak mümkün değildi, ama kirlerin örtülmesi mümkündü, biliyorduk. Bunu bildiğimiz içindi belki de kirlenmeye hevesli olmamız.
Bildiğimiz
yanılgıydı elbette; arınmıyorduk asla, sadece arındığımızı zannediyorduk örtülünce
kirlerimiz; o da eğer bir türlü tutmayı beceremediğimiz tövbelerimiz kabul
edilirse.
Furkân
Suresi’nin 68-71. ayetlerinden daha mükemmel doğrultman bulmamız mümkün değildi:
‘Onlar,
Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram
kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır
azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak
orada ebedî kalır. Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka.
Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir. Kim de tövbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a,
tövbesi kabul edilmiş olarak döner.’
Geriye
dönüp geçmişimizi değiştiremezdik, ancak kirlerimizin, günahlarımızın zihnimizi
istila etmesine, içimizi İblis'in gül bahçelerine dönüştürmesine de izin
vermemeliydik. Beyaz Cevval de, beyazların mahallelerinde çok dolaşan esmer Mahir
de hatıralarında yaşamayı seviyorlardı, her ân düşecek şekilde uçurumunun
kenarlarında yaşamayı isteyecek kadar çılgınlardı.
Onlar gibi
olamazdım, onlar gibi olanlar ya da onlardan ikisi arasında gidip gelenler
vardı. İD ise bambaşka bir olguyu temsil ediyordu. O bütünüyle Batı’ydı; onun
aşılması gereken çok büyük zihinsel sorunları vardı, ama Cevval ve Mahir’den
daha avantajlı olduğunu düşünüyordum, çirkinliklerin sızdığı bir zihne göre bütünüyle
çirkin bir zihinden kurtulmak her zaman daha kolaydı.
Mahir
belki yetiştiği kültürden, belki Allah’a olan inancından dolayı kendisini
durdurabiliyordu, ancak Cevval’in nedeni öfkesiydi, almak istediği haksız
intikamdı. İD’nin yaşadığı içsel kaos durması için 'Allah'ı sevmek' dışında gerekli her hangi bir araca
sahip değildi.
Ne var ki,
kime baksam, kimi görsem kendim geliyordu aklıma. Biliyordum ki herkes benim
gibiydi ve herkes insandı; insan olduğu için zayıftı. Hiç kimse diğer bir
insanı kınama hakkına sahip değildi kirleri için. Çünkü kimin ne kadar kirli
olduğunu dışarıdan hiç kimse bilemezdi, bilse bile kir muhasebesi ve kıyası
yapma hakkına sahip değildi, yapsa ki kendi kirlerini de ortalığa dökmesi
gerekirdi.
Allah'ın
sonsuz merhameti olmasa, değil yıllar, aylar, günler, saatler; dakikalar bile
geçmezdi. İnsan zihni öylesine döngüler üretirdi ki kirlerinden, asla yerimizde
duramazdık; İblis tetikteydi bizi kirlerimizde boğmak için. Şu aydınlanmak zorunda
olan karanlık zamanın içinde parıldayan umutlarını geceye saklamasa yaşayamazdık.
İçimizdeki
daimî korku sordururdu hep; Allah özür beyanımızı, pişmanlığımızı kabul eder
miydi?
Bakara
Suresi 159-160. ayetler bu tür sorulara cevap veriyordu: ‘İndirdiğimiz açık
delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra-
gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet
eder. Ancak tövbe edenler, kendilerini düzeltenler ve gerçeği açıkça ifade
edenler bunun dışındadır. İşte bunların tövbesini kabul edeceğim. Doğrusu ben
tövbeleri çokça kabul eden ve rahmeti bol olanım.’
Dingindi
ruhum. Sabahları yaşadığım bu dinginlik eşsiz ve benzersiz bir şeydi;
burada, şu anda olan beni düşüncelerimden, düşüncelerimdeki kirlerden çekip
alan meşguliyetlerimin azalması ve sınırlanmasıydı. Bu otel, bu oda ve bu sabah
o sonsuz hareketli zihnimi sınırladığı için dingin hissediyordum. Allah'a
inanmak, insanı huzurlu kılıyordu. İnsan kendisinden bu duyguyu esirgememeliydi.
Bir türlü
arınamadığımız kirlerimizi yine geçmişe gömecektik, ama onları diriltmek
isteyen İblis'in bizi zaaflarımızdan yakalamasına izin vermemeye çalışarak
arınma çabamıza devam edecektik. Çünkü ölene dek İblis’ten gelen daimî bir
tehdit altındaydık.
Tîn Suresi’nin
1-8. Ayetleri kaçışımızın olmadığı gerçeği dile getiriyordu: ‘Tîn’e ve zeytûn’a
andolsun. Sinâ dağına andolsun, Bu güvenli şehre andolsun ki, Biz, gerçekten
insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.
Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat
vardır. Böyle iken, hangi şey sana hesap ve cezayı yalanlatıyor? Allah,
hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?’
Hesap,
yani yargılama ve ceza olmasa insan durdurulamazdı. Bunlar, beşerî kanunlar
çıkaran laik sistemlerin de en büyük durdurma araçlarıydı; iyiliğe giden yola yargıçlardan,
siyasetçilerden devşirilmiş askerler dizmişlerdi. Satanist ve laik sistemlerin
hedefindeki 'iyilik' bu yüzden bütün dünyada tehdit altındaydı.
Telefonumdan
gelen mesaj sesiyle düşüncelerim durdu. Ne kadar zaman geçtiğini telefondan
görüyordum, saat 05:47 idi, ‘Günaydin. Namazini kildin mi?’ diye soruyordu İD,
gitmemişti. ‘Günaydın. Evet’ diye cevap verdim. ‘Bikmiyor musun?’ diye sordu
tekrar. ‘Namazdan bıkılmaz!’ dedim yine.
Namazdan
bıkılır mıydı gerçekten? Namaz bir insanın gününü ve zihnini planlayan ve her
daim Allah’a odaklayan bir ibadetti, ruhun ve bedenin temizliğiydi, insanın
arınma ihtiyacını eksiksiz olarak gideren bir uygulamaydı. Nefes almak, yiyecek
tüketmek ve su içmek gibiydi benim için. Yogadan, günlük olarak alkol ve
uyuşturucu madde içeren her türlü nesneden bıkmayı düşünmeyen akıl, namazdan
bıkmayı düşünebiliyordu.
Fotoğraflardan
haberi yoktu, akşam kaldığı yerden devam ediyordu İD, ‘Bu sabah planin nedir?
Kahvaltiyi nerede yapacaksin?’ diye sordu.
Herhangi
bir planım yoktu. Bir ara toplantıya katılıp Amerikalı istihbaratçıları
yaptıklarından dolayı aşağılamayı düşünmüştüm, ama zaten aşağılık işler yapmaya
alışkın oldukları için söyleyeceklerimin bir işe yaramayacağını düşünüp
vazgeçmiştim. Cevval çok öfkelenmişti onlara, muhakkak bir tepki gösterecekti,
bu da şimdilik yeterdi.
‘Bilmiyorum,
bir planım yok!’ diye yazdım. Soruları bitmiyordu, belliydi kafasında bir plan
olduğu: ‘Kacta bitecek toplanti? Washington’a ne zaman gideceksiniz?’
‘Belli
değil!’ diye yazdım.
Gelen mesaj
çok netti: ‘Ben hazirim, sen de hazirsan cikalim mi?’
Bu kız
inanılmazdı, kafasında kurduğu her şeyi adım adım uygulamaya alışkındı. Ancak
düşünmem gerekiyordu.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.