Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Vahşi materyalizmin taciz etmediği hiç kimse yoktu. İD’nin yaşadığı şeyleri düşünmek bile istemedim. Bu vahşi iş hayatı bir kadına göre değildi. Ama kadının yirminci yüzyılın dördüncü çeyreğinde hızla sokulduğu cehennemin farkına varması da şimdilik zor görünüyordu, çünkü kadın kendisini kullanılabilir bir nesneye dönüştüren her türlü davranışı özgürlük olarak algılamaya şartlandırılmıştı.
‘Herhangi
bir değeri hayatının temeline yerleştirmeyen, inançsız, ahlaksız ve saygısız
insanların arasında senin gibi genç ve güzel bir kadının sadece işi ile ilgili
şeylerle karşılaşmayı beklemesi bence mantıksız!’ dedim. ‘Benim bir erkek
olarak karşılaştığım şeyleri görüyorsun, bir kadının karşılaşacağı şeylerin
yanında sönük kalırlar.’
‘İkinci
sorumu cevaplamadın?’ dedi İD konuyu değiştirerek. ‘Amerikalıların fotoğrafları…
nasıl yakışmış mıyız birbirimize?’
Bu kız hiç
değişmeyecekti. ‘Aldığım risk buydu işte seninle Washington’a gitmeyi tercih
ederken!’ dedim gülümseyerek. ‘Diyelim ki yakışmışız, sonra?’
‘Sonrasını
boş ver!’ dedi, güneş gözlüklerini tepesine asarak. ‘Ânı yaşa!’
Bu bir ruh
vurgunuydu ve ruhun ânı yoktu. İD bunun farkında değildi, birçok insanın farkında
olmadığı gibi. Önümde uzayan yola baktım, ağaçlar, gökyüzü…
‘Sence ân
nedir, sınırları var mıdır, varsa nelerdir?’ diye sordum kavramların arkasına
saklanan derin yabancılaşmayı çözümlemek için.
‘Bilmem,
hiç düşünmedim!’ dedi umursamaz bir şekilde. ‘Canın ne istiyorsa onu istediğim
zaman yapmak gelir benim aklıma, ‘ânı yaşa’ dendiği zaman!’
‘Ne
yaparsak yapalım biz zamanın en küçük parçası olan ânı yaşarız!’ dedim onun
zihnindeki zehirli yapay otlara dokunarak. ‘Özel bir çaba sarf etmemize gerek
yok, ânlar birleşir hayatımızın tamamı olur ve biz ânlarda yaşanan şeylerin etkisi
ile sonraki ânları yaşarız. Ânlara mahkûmuz ve bu mahkûmiyetin bir sınırı da yok!
Sence bu mahkûmiyeti zorlamak, ilkelere, inançlara aykırı davranarak sadece
canının istediğini istediği zaman yapan insanı sonraki ânlarda ne hâle getirir?’
‘Yirmi beş
yaşındayım, şimdiden çok yorgun ve yaşlı hissediyorum!’ dedi İD heyecanlı bir
sesle ve hemen ekledi. ‘Bunları düşünerek daha da yaşlı ve yorgun hissetmek
istemiyorum!’
‘Yirmi beş
yıl boyunca canının istediğini istediğin zaman yaptığın için bu kadar yorgun ve
yaşlı hissediyor olduğunu hiç düşündün mü, peki?’ dedim lafın ruhundaki o derin
darbeyi öne çekerek. ‘Yine aynı şekilde davranarak daha dinç ve genç
hissedeceğini mi sanıyorsun?’
‘Tamam ya!’
dedi hemen sözü kaçış rampasına sürerek. ‘Seninle bu tür sohbetler yapmak imkânsız.
Karına anlatacak mısın olanları?’
‘Romanda
anlattıklarımın arasında bunlar da olacak, seninle yaptığımız bu yolculuk ve
sohbet de, ama özellikle karşılıklı oturup bütün olanları ona anlatmayı
düşünmüyorum!’ dedim uçuk bir tebessümle. ‘Kadınların benim anlayabileceğimden
çok daha farklı bir evrende düşündüklerini biliyorum, gereksiz gerginliklere
çok fazla zaman ayıramam!’
‘Gıcık!’
dedi tekrar somurtarak. ‘Soğuk yaratık!’
‘Karımla birlikte,
bizimle yaşamak ister misin?’ diye sordum ben de onu dürterek. ‘Benimle kavga
edeceğine onunla edersin!’
‘Seninle
yaşamak isterim, ama başka kimseyi de istemem!’ dedi heyecanı gerginliğe
dönüşürken.
‘Yani
herkesi hayalleri ve gerçekleriyle bir kenara iter ve herkesin yerine sen
geçersin?’ dedim gülümseyerek. ‘Bencil bir batılı gibi, diğer hayatları
önemsemez ve sadece kendi isteklerini önemsersin?’
Birdenbire
farkına vardı söylediklerimin, ‘Hayır ya!’ dedi telaşla. ‘Benim yüzümden bir
başkasının üzülmesini istemem. Ben kötü biri değilim!’
Yolculuk
insanın dingin derinliklerinin etkisini öne çıkarıyordu. Biz bu kısa yolculukta
önemli bir şey kararlaştıracaktık. O şey belki de Richmond’da Poe Müzesi’nden
çıktıktan sonra yaşadığım zihinsel dağınıklığı düzeltecek ya da daha da berbat
bir hale getirecekti. Bunu İD’nin karakterindeki iyiliğin ölçüsü
belirleyecekti.
Zihnimi
tamamen serbest bırakmıştım. İçimden bir ses ‘suyu akışına bırak’ diyordu
ısrarla. Kimin sesiydi bilmiyordum, ama sesin bana ilgi duyan ‘güzel ve zeki
kadın’ olgusundan hareket ederek yinelediği şey hâz merkezli bir dürtüydü, bundan
emindim. Bu sesin bana, nefsime ait olduğu kuşkusu vardı içimde. İblis’in sesi
olduğunu net bir şekilde söyleyemiyordum. Bu nedenle her şeyi İD’nin
karakterindeki akışa ve kararlara bırakmaya karar vermiştim.
Aldığım riskin
büyüklüğünün farkındaydım. Ancak eğer böyle davranmasaydım, zihnimdeki
sarsıntıyı kontrol altına alacak bir güce ulaşamayabilirdim. İnsan olduğumu ve
zayıf yaratıldığımı şimdi çok daha net fark ediyordum. Evet, bir erkek olarak zayıftım
ve bu zayıflığın en temel ayrıntılarından biri de kadındı.
Cevval’in bana vermek istediği dersin bu kadar etkin ve keskin olacağı hiç aklıma gelmemişti. Korunaklı kale inşâ etmiştim otuz altı yıl; içine haram girmeyen, kötülük sızmayan ve savunması benzersiz bir kale. Peki ya şimdi olan neydi? Niye zayıf hissediyordum. Bu kadının vücudunun kıvrımlarında, gözlerinde, yüzünde gezinen beni böylesine etkileyecek kadar güçlü olan şey neydi?
Onun gücü mü zayıflığı mı? Benim zayıflığım mı onu güçlü kılıyordu, onun gücü mü beni zayıflatıyordu? Şimdi, burada onunla yaptığımız yolculuk zayıflığımı arttırıyor muydu, azaltıyor muydu?
Belki de iş hayatımda edindiğim alışkanlıklarla bunu bir strateji savaşına dönüştürerek yeni bir zafer elde etmeyi planlıyordum, ama bunu planladığımı da net olarak söyleyemezdim; kontrol edemediğim bir zihinsel akış sürecinde yalpaladığımın farkındaydım sadece.
Tek beklentim İD’nin bu durumun farkına varmayarak olduğu gibi davranması ve işlek aklı ile kadınlığının verdiği sinerji ve güçle strateji savaşına girmemesiydi. Eğer fark ederse daha da zayıflayacağımı, onun güçleneceğini biliyordum.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.