Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
‘Kendini
beğenmiş ne demek onu da bilmiyorum!’ dedim soğuk soğuk. ‘Bende benlik baskısı
oluşturma lütfen!’
‘Sen devam et!’ dedi. ‘Heyecanla dinliyorum!’
‘Benlik
baskılarından bağımsız bir insandan söz edilemeyeceğine göre birlikte bir karara
varabiliriz; benlik baskılarından aşırı etkilenen insanlara duygusal, az
etkilenen insanlara da mantıklı, diyor insanlar. Şu hâlde duyguların,
düşüncelerin alt kümeleri olduğunda hemfikir miyiz? Hemfikir isek; şu sonucu
düşünce eylemlerimizin bayrak direğine asabiliriz: Düşünceler, asla mantıksız
olamazlar ve düşüncelerin altkümeleri olan duyguların mantıksız olma
olasılıkları sıfırdır!’ dedim.
‘Teknik
terimleri geçer misin lütfen!’ dedi çocuksu bir şirinlikle. ‘Anlamıyorum,
anlayacağım şekilde anlatır mısın?’
‘Tamam o
zaman!’ dedim. ‘O halde artık rahatlıkla şöyle ifade edebiliriz; bir insan
mantıklı, diğer insan duygusal olamaz. Aşırı mantıklı veya aşırı duygusal olmak
da imkânsızdır. Bana katılıyor musun? Bana katılman bir başkasını eleştirmekten
ve suçlamaktan vazgeçeceğin anlamına gelmiyor, kuşkusuz. Sorun üretip bu
sorundan haz almak sende ve senin gibilerde bir alışkanlığa dönüşmüşse,
düşüncelerin alt kümeleri olan duyguların benlik baskılarından aşırı bir
şekilde etkilendiğini gördükten sonra, ötekini benlik baskılarına yenilmiş
olmaktan dolayı suçlayacaksınız!’
‘Lütfen,
‘benlik baskıları’na yenilir misin biraz?’ dedi İD benim bütün çabama karşılık.
Çok uyanıktı, anlattıklarımı anlıyor ve duygusal olmamı istediğini incelikle
ifade ediyordu.
Güldüm ve
‘Ancak yine de bir avantaj elde etmiş durumdasın; nedeni biliyorsun ve nedeni
biliyor olman, karşındakini anlamana yardım edecektir. Bu durumda siyah-beyaz
ayrımındaki çözümsüzlüklere karşı “elde gri var”, diyerek, katliam havasını
dağıtmış olabiliriz, değil mi?’ diye sordum.
‘Olabiliriz
de olmayabiliriz de!’ dedi neşeli bir sesle.
Neşesini
bozmadım, düşündüklerimi anlatmaya devam ettim:
‘Mantıklı
olmanın eleştirilebiliyor olması başlı başına tuhaf bir durum zaten ve bu
tuhaflık, Dünya’ya özel bir karmaşa. İnsan doğası gereği mantıklıdır ve
mantıklı olmaması gibi durumlarda ortaya çıkacak olan mantıksızlık durumuna
insanlar, karşıt olarak ‘duygusallık’ demiyorlar; ‘delilik’, ‘geri zekâlılık’
gibi sıfatlar kullanıyorlar. Ne acıdır ki; delilik ve geri zekâlılık da yanlış
kullanılan sıfatlardır. Mantıksız davrandığı düşünülen insanlara deli denmesi
anlamsız, çünkü; deli mantıksız davranan değil, farklı mantık zincirleri kurup
işletendir. Geri zekâlı denmesi de anlamsız, çünkü; zekâ’nın ileri veya geriliğinden
bahsedilemez. Durum tam olarak gelişmemiş fiziksel bir problemden kaynaklanan
bir durumdur!’
‘Anladığıma
göre hep yanlış kavramlar kullanıyoruz hepimiz!’ dedi ciddi ciddi. Çok
değişkendi ve aslında bu özelliği onu can sıkıcı olmaktan kurtarıyordu. ‘İnsan
doğuştan mantıklı ise, neden okullarda ‘Mantık’ dersi okutuluyor?’ diye sordu
haklı olarak.
‘Bu soruyu
sorman da doğal!’ dedim. ‘Her insan Matematik eğitimi almadan sayı sayabilir,
ama Matematik eğitimi almadan ikinci dereceden denklemleri çözemez. Her insan Mantık
eğitimi almadan mantıklı düşünebilir, ancak her insan mantık eğitimi almadan
sistemli akıl yürütmelerle sistematik genellemelere ulaşamaz. Sistematik
genellemelere ulaşmak ve bu genellemeleri hayatın her alanında kullanmak,
başarı şansını arttıracaktır, işte bu yüzden mantık gibi bir ders var!’
‘Elde gri
mi var şimdi?’ dedi uçuk uçuk gülümseyerek. ‘Başarı şansını arttırmak istemiyor
olabilir mi insanlar, mantıksız davranarak? Hem başarı nedir ki? Bir Matematik
profesörü duygusal olarak başarılı sayılabilir mi?’
Solda
geniş bir alana kurulu Pentagon yerleşkesi ve binası görünüyordu. ‘Bak
Pentagon’a!’ dedim. ‘Orada senin ifade ettiğin anlamda duygusal bir tek insan
yok ve oradakilerin aşırı mantıklı, ancak tamamen merhametsiz, acımasız
düşünceleri ile oluşturdukları planlarının ulaştığı başarı yüzünden dünyadaki
bütün insanlar sayısız acılarla mağdur ediliyor. Sence elde gri mi var, siyah
mı?’
Yine
şaşırttı beni İD, ‘Amerika’nın dünyaya ve insanlara yaptıklarını düşünürsek,
elde gri olması mümkün değil, tabii ki elde var siyah ve kötülük!’ dedi ve
hemen ekledi: ‘Ama Amerika güzel bir yer, hemen her yerini gezdim!’
İD’nin bildiğine dokunup geçen sözleri dikkatimin yönünü değiştirmişti. İnsan gerçekten kaçmayı tercih ediyordu. Derinliksiz bakış insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüktü aslında; en büyük karanlıktı, en etkili siyahtı, körleştiriyordu. İnsan için bildiği ve hatırladığı ândan öncesi de siyahtı, karanlıktı. Doğmadan önce nerede olduğunu bu sebeple bilmezdi insan, öldükten sonra nereye gideceğini de gözleriyle süzemezdi.
Göğün karanlıkları sayısız
ışıldakla aydınlanmış, Allah gökte olanları anlatmış, insanın sonrasını tek tek
sahne sahne tasvir etmiş olsa bile insan için gök ve ötesi karanlıktı; ân’a
katılmamış olduğu için bilinmezdi. İnsan yaşadığı ânları bilirdi çünkü…yaşadığı
ânlara yüklenmiş bütün renklere göre tanımlamıştı her şeyi. Fakat siyah
karanlıktı, renklerin tümünü ışık olana kadar içinde saklardı; onları söndürür,
boğar, bilinmezleştirir, kaybederdi. İnsan çaresiz hissettiğinde gerçeği bilse
bile kaybolmak isterdi siyahın içinde, kötülüklere tek tek şahit olsa bile.
İD’ye, ‘Kaçıyorsun!’
dedim sesimin bütün saflığını kullanarak. ‘Elindeki siyahı unutmak için güzeli sürüklüyorsun
aklının önüne. CIA ve Pentagon’un hepimize yüklediği tek renk var; o da siyah, ilgini
çekecek güzellikleri de onun içinde tutuyor Amerika, ışıkların altına
sürüklediği ve sana gördürerek söylettiği şey ise güzel ve körleşiyorsun
bilerek ve isteyerek!’
‘Çok
acımasızsın!’ dedi sesindeki yılgınlığı hissetmemi sağlayarak. ‘Ben tek başıma
ne yapabilirim ki?’
‘Hayır!’
dedim. ‘Acımasız değilim, acımasız olan Amerika ve onun ürettiği kötülükleri
görmezden gelmeyi seçenler. Ölümün gözlerimizin önünde cereyan etmesi bizi
tedirgin ettiğinde, hastalıkların içimizdeki bütün renkleri simsiyah bir korku
tülüyle örttüğünü gördüğümüzde, içimizi belirsizliklere sürükleyen,
umutlarımızı hırpalayan, hüzünlerimizi dağlayan karanlıkla yoğrulu olan öğrenilmiş
cehaletimizdir, Amerika’nın bize ve çocuklarımıza yaptıklarını/yapacaklarını
düşünmekten kaçmayı önerir bize.’
‘Cehaletle
nasıl ilişkilendirdin bunu şimdi?’ dedi İD solumuzdan hızla geçip giden aracın
arkasından bakarken.
‘Renkler bizi tanımlar, içimizi, zihnimizi!’ dedim sakin ve kendiliğinden akıp gelen bir sesle. ‘Siyah, diğer her şeyden daha önce, ölümle, günahla, kötülükle baş başa kaldığımızda karşımıza dikilen ve bize ait olan cehalettir. Kırmızıyla yakın dosttur. Öfkenin, kinin, şehvetin, kıskançlığın ve hırsın yaşandıkça, yaşlandıkça, koyulaştıkça bürüneceği tek renktir. Bütün renklerin birer birer öldüğü ışıksızlıktır siyah ve yıldızlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, siyahın karanlığını aydınlatacak kadar güçlü olamazlar. Bu yüzden gök, yıldızları görebildiğimiz hâlde karanlıktır. Biraz daha baksak, yıldızları görebilmemiz için göğün karanlık olması gerektiğini de idrak ederiz. Ne bir yıldız karanlık olmadan görülebilir ne de ışık karanlık olmadan renklere can verebilir. Ama hiçbir zaman unutmayız, unutamayız yıldızlardan daha güçlü bir kaynak, kesin bilgi kaynağı varsa eğer elimizde, zihnimizin en değerli yerlerinde karanlık yok olur. Renklerin tümünü tek tek fark ederiz, göğün ardını görmesek de idrak ederiz.’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.