Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
‘Elde var
siyah mı hep?’ dedi İD umutsuzca. ‘İçimi kararttın ya!!’
‘Bilmek, farkında olmak umut sağlar bize, direnç kazandırır!’ dedim umutsuzluğuna sertçe dokunarak. ‘Doğmadan önce de bizi var kılan her ne ise, öldükten sonra da bizleri bekleyecek olanla birlikte her şey keskin, kesin ışığın parlaklığında siyahlığını, bilinmezliğini yitirir. Adem’in beline yerleştirilmiş olan hükmümüz, bizim belimizden bizden sonrakilerin beline düşer bize sır kalmayarak.’
‘Yine
çekip gittin uzaya ama!’ dedi nazlanan sesiyle. ‘Lütfen yanıma dön!’
‘Bilenlerle bilmeyenler elbette bir olmaz!’ dedim kendi kendime konuşur gibi. ‘Allah’ın ‘Oku!’ emrine çekince koyan herkes gibi bakmak gerek bazen. Neyi okumak, nasıl okumak, nereye kadar okumak? Sınırlarını bilmediğimiz bir okuma serüveninde, bu eski ve köksüz yeni bilgilerimizle pusulasız, haritasız ve hedefsiz sonsuza dek dolanır dururuz zihnimizin boşluklarında. Kimi zaman gökteki karanlık okyanuslar çeker bizi içine, kimi zaman da yerdeki gündüz mavisi, gece siyahı su!’
Duru bir
sesle Alak Suresi’ni okudum:
'Yaratan
Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak” (asılıp tutunan zigot) tan yarattı. Oku!
Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana
bilmediğini öğretendir. Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka
azgınlık eder. Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir. Sen, namaz kıldığında kulu
(bundan) engelleyeni gördün mü? Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidâyet üzere
ise; ya da takvayı (Allah’a karşı gelmekten sakınmayı) emrediyorsa!? Ne dersin
engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse!? O Allah’ın, her şeyi
gördüğünü bilmiyor mu? Hayır! Andolsun,
eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden
yakalarız. Haydi, taraftarlarını çağırsın. Biz de zebânileri çağıracağız.
Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş!'
Ve sonra
devam ettim, belki de İD’yi de aşan, ‘sıkıntı’ okurunun ruhuna değecek noktalar
arayıp bulmak isteyen bir sabırla:
‘Önce
yıldızları tanırız kutup dediğimiz yerlerden… Bizi doğru yola ileteceğini
bildiğimiz yön taşlarımızdır yıldızlar, ama hedefimiz yoksa yıldızların
gösterdiği yön işimize yaramaz. Musa’nın kavmi gibi çölün kızgın kumlarında
sürüklenir dururuz yıllarca. Biliriz gökteki her yıldız bize yön göstermez, her
yıldızın başka bir görevi vardır. Her yıldıza göğe asılmış bir insan remzi diye
bakanların, yön bildiren yıldızlara âlim demelerindeki sırrı göğe bakarak
bulamayız. Öyle olsaydı, Firavunların, Nemrutların, Tiranların gökteki
yıldızlarda aradıkları istikbal onları ölümsüz kılardı, nâmağlub tutardı ölüme
karşı. Sıkıldıkça baktığımız gök, bizden öncekilere anlatmadıklarını anlatıyor
bugün bize. O simsiyah karanlığın dilini çözüyoruz, sırlarını biliyoruz, ama
çözdüğümüz sırlar bize yetmiyor. Kâinat yaratıldığı günden beri bizim kendisini
okumamızı bekliyor. Biz de okuyoruz onu ısrarla, doğru ya da yanlış. Daha fazla
doğru okuduğumuz bugün, doğru okuyup okumadığımızı yine bilmiyoruz biz. Bizi
cehaletin karanlığından kurtarabilecek olan tek ışığın Allah’ın gönderdiği son
ışık olduğunu unutuyoruz. Unutuyoruz ve bizden daha korkusuz olduğuna
inandığımız başka birilerine bakarak, onlardan umut dileniyoruz!’
‘Benimle
konuşur musun, lütfen!’ dedi İD. ‘Uzaklaştın ve şimdi sanki bulutların
üzerinden bakıyorsun her şeye. Seni anlamakta zorlanıyorum.’
Ona baktım
gülümseyerek, ‘Âlimlerin sırtına yüklediğimiz, oku emrinin sorumluluğudur!’
dedim. ‘Umutlarımızı yüklediğimiz gibi dualarımızı da yükleriz onların sırtına.
Onları gökteki yön yıldızları gibi takip ettiğimiz için onlar nereye giderlerse
onları takip etmekle sürükleniriz insanın içindeki karanlığa ve siyaha! Onları
sorgulamayı akletmeyiz ve böylece onların kendi nefslerinin karanlıklarında
birikmiş tüm renklerle nasıl sınandıklarını bilmeyiz. Bizim siyahtan
korktuğumuz için kendimizden uzaklaştırdığımız her sorumluluk, onlara yüklenmiş
yeni günah kapılarını açıyor. Allah’tan başkasından umut dilenemeyeceğini
unuttuğumuz için onların içinde tanrısal kıpırdanışlar doğuruyoruz, ahmakça!’
‘Milyarlarca
Müslüman var ve Kur’an okuyorlar!’ dedi İD. ‘Neden senin çıkardığın sonuçları
çıkarmıyorlar, merak ediyorum!’
‘Çoğunun
gerçekten Allah’a inanıp inanmadığından emin değilim!’ dedim. ‘İnandıklarını
sanıyorlar ve okudukları Kur’an’ın anlaşılmaz olduğuna inandırılmışlar, onu
ancak bilgelerin, âlimlerin anlayabileceğini sanıyorlar. Oysa apaçık olduğu
halde anlayamayacaklarını düşündükleri Kur’an, gökteki bütün yıldızlardan
parlak, geçmişin, bilemediğimiz geçmişin tüm karanlıklarından bize aydınlık bir
yol çizen rehberdir. Onun bize Adem’den ve karısından alıp getirdikleri
dosdoğrudur; atalarımızın günahlarından söküp getirdikleri eksiksizdir.
İçimizdeki tüm renkleri tasvir ederken kusursuzdur Kur'an ve nihayetinde göğün
karanlıklarının ötesinde ne varsa, onları bize tek tek anlatan umuttur. Onu
okumayan biz, onu okuduğunu iddia eden başka bizlerin eline veririz bütün masum
renklerimizi. Siyaha ve karanlığa giden bütün yolları onların merhametine terk
ederiz!’
‘Şiir
gibisin ya!’ dedi İD yine hayranlık yokuşunu tırmanarak.
‘İnsan gerçekten
kaçmak için gözkapaklarını kapattığında gözlerinin gördüğü tek renk siyahtır.
Diğer renkleri görebilmesi için gözkapaklarını açmakla mükellef oysa insan.
Ölülerin renklerle ilişkileri kalmadığı gibi, böyle bir ödevleri de yoktur.
İnsanın içindeki kırmızı, cehaletin koşturduğu atlarla siyaha bürünür ve büyük
bir hışımla yeşile, beyaza saldırır; zihninin her yerini kaplayana kadar da
durmaz!’
‘Lütfen,
biraz durur musun?’ dedi İD içten bir nefesle. ‘Lütfen!’
‘İçini
kararttı değil mi siyahı anlatmam?' diye sordum. 'Bilerek baktığında, siyahı ve karanlığı
tanıdığında korkularından arınırsın. Bilirsin seni hangi rengin yularları
nereye doğru çekiştirir. Umudunu kimselere emanet etmeden serinlersin bu
bitmeyen gecelerin karanlığında!’
Durdum, ama Bakara Suresi’nin 256-258. ayetlerini okuduktan sonra: ‘Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar. Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.