Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Kuşkusuz hiçbir şey, Roma’nın büyüklüğüne, kentin her zaman yendiği insanlarla birleşmesinden ve onları içine almasından daha büyük bir katkıda bulunmadı.”
Plutarkhos
Küresel veya bölgesel güç odaklarının varoluş zeminlerini tek başına basit anlamda kaba güç (askeri/silahlı güç) ile izah etmek zordur. Küresel çapta etkiye sahip güç olgusu, silahlı gücü de kapsayan daha karmaşık bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın temelinde hemen her zaman bir doktrin yatmaktadır.
Merkezinde bir doktrinin yer aldığı bu uluslararası ilişkiler bağlamı bir mensubiyet, tabiiyet, taraftarlık ilişkisi ile bağlantılıdır. Bu da moral anlamda haklılık, seviye olarak ileri, medeni vs. çok başlıkta olumlu bir dünya/cephe içinde/yanında bulunmayı havidir.
Amerikan gücü misal bir doktrinler silsilesi ile tahkim edilmiştir. Temel olarak 1823’ten itibaren Avrupalı devletleri Amerika kıtasından uzak tutma stratejisi olan Monroe Doktrini, 1947 tarihli ve Komünizm baskısı altında olan veya buna karşı mücadele veren ülkelere mali ve askeri yardım öngören ve sonuçta NATO’nun kurulmasına evirilen Truman Doktrini, Asya’dan Afrika’ya kadar ülkeleri iki karşıt kutba ayıran Eisenhower Doktrini ve bu yazının boyutunu aşacak daha bir düzine doktrin, başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın dört bir yanında devlet ve toplumların dönüşmesine yol açmıştır.
Bu satırları, kanımca oldukça mütevazı bir törenle kamuoyuna açıklanan TÜRKİYE YÜZYILI kavramına dair birkaç konuya dikkat çekmek saikıyla karalıyorum.
Bir ulus devlet olarak Türkiye yüz yaşında, nispeten genç bir devlet. Ancak üzerine bina edildiği Osmanlı İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu gibi iki dünya devletinden tevarüs ettiği tarihi, coğrafi ve sosyal-kültürel hamule göz önüne alındığında Türkiye, göz kamaştıran, bazılarını ürküten, bazı çevreleri heyecanlandıran muazzam imkân ve potansiyellere sahip, oldukça deneyimli, görmüş geçirmiş bir devlettir. Cumhurbaşkanlığının ‘Türkiye Yüzyılı’ olarak kavramlaştırdığı ve kanımca biraz amorf duran vizyon, genç ulus devletten çok, eski köklerle ilintili yeni ufuklara işaret etse gerektir.
Evet kanımca devletin biraz mahcup ortaya koyduğu bu vizyon, aslında bir devlet doktrini olmak makamındadır. Dışişlerinden askeriyeye, akademiden siyasete hemen her alanda, başta kendi toplumumuza, kültürel auramızdan uzaklaşma emareleri gösteren yeni nesillerimize olmak üzere, çevremizdeki birçok toplum ve devlette haklı bir heyecan yaratan Türkiye’nin, Türkiye Yüzyılı’nın ne demek olduğunun, hangi ufukları havi olduğunun gürül gürül izah edilmesi gerektir.
Dünyanın artık birer postula kabul ettiği çevre, özgürlükler, cinsiyet eşitliği, demokrasi, güvenlik ve refah gibi onlarca başlık altında Türkiye Yüzyılı vizyonu ne söylemektedir? Etnik ve dini/kültürel çeşitliliği refah ve sosyal barışa dair bir zenginlik ve imkâna dönüştürecek nasıl bir siyaset önermektedir?
Bir mikro uygulama alanı olarak Türkiye’nin kendisi, yukarıda bahsettiğim konulara dair son 20 yılda ortaya koyduğu birikimi, bölgesel bir doktrin halinde ortaya koymalıdır. Ürettiğimiz ve üreteceğimiz askeri ve sivil teknolojiler ve güvenlik mimarisi hiç şüphesiz bu konulara dair hem içerde hem dışarda büyük bir erişim imkânı yaratacaktır lakin son tahlilde Türkiye Yüzyılı’na dâhil olmak, kendi toplumumuza, kendi insanımıza ve uzak-yakın komşu ve akraba topluluklara ne vadetmektedir?
İlkel bir mezhepçi diktanın baskısı altında inleyen kapı komşumuz Suriye ve yine mezhep ve etnik çeşitliliği bir imkâna dönüştürmek kabiliyeti gösteremeyen ve bu sosyal yapılar elinde her gün biraz daha ayrışan, fakirleşen, çatışan Irak için nasıl bir siyasi, askeri, kültürel öneride bulunuyor Türkiye Yüzyılı?
Gerçek anlamda bir saatli bomba olan ve ürettiği krizlerle asla Ortadoğu’dan geri kalmayan Balkanlar ve Kafkasya için vizyonu nedir Türkiye Yüzyılı’nın?
Bu kadar makro projeleri içerdiği, içermesi gerektiği, son yıllarda dünya çapında icra edilmekte olan askeri, ekonomik ve siyasi birçok girişimden açıkça belli olmaktadır. Libya, Suriye, Irak, Balkanlar, Azerbaycan başta olmak üzere Kafkasya ve daha birçok yerde açıkça bayrak gösteren, ulus devlet davranışlarından çok imparatorluk tarzı ile hareket eden bir siyasi organizmanın evet, Türkiye Yüzyılı gibi bir doktrine ihtiyacı vardır.
Türkiye Yüzyılı Doktrini, her doktrin gibi erişilebilir siyasal, kültürel hedefler ve bu hedeflere ulaşacak taktik yol ve yöntemleri tanımlamak durumundadır. Son yıllarda Avrupa siyaset çevrelerinin ve onlardan mülhem yerli ekalliyetin biraz dudak bükerek ‘Osmanlı hayalleri’ diye istiskal etmeye çalıştığı vizyon, aslında gerek tarihsel deneyimi gerekse de barındırdığı potansiyelleri ile Türkiye Yüzyılı doktrininin kanımca en stratejik temelidir.
Temelde millet sistemi olarak kavramsallaştırılan Osmanlı siyasi/toplumsal örgütlenmesinin modern bir dille rekreasyonu, önümüze oldukça velut bir alan çıkaracaktır. Osmanlının yer yer sadece din (Yahudi-Hristiyan), yer yer mezhepler (Katolik, Ortodoks), bazen de etnisite ve dini birleştirerek (Ermeni, Sırp ve Bulgar) uyguladığı sistem, dünyayı çürüten milliyetçiliklere, ayrılıkçı ideolojilere, farklılıkları bir zenginlik ve refah kaynağı olarak değil, çatışma, terör ve fukaralık olarak dayatma girişimlerine deva olabilecek cinstendir.
Jeopolitik, siyasetin coğrafya ve kültürden bağımsız olamayacağını vaaz eder. Bu anlamda Osmanlıdan tevarüs ettiğimiz tarihsel ve coğrafi miras, bu coğrafya üzerinde mukim demografi ve bu demografinin içinde yaşamakta olduğu kültürel dünya büyük oranda devamlılık arz etmektedir. En temeldeki ortaklaşması İslam olan bu jeopolitik imkân, yer yer riskler barındırsa da oldukça stratejiktir. Farklı formlarla yaşanmakta olan İslam kültürü, Kafkaslardan Afrika’ya, Balkanlardan Uzakdoğu Asya’ya 2 milyara yakın bir nüfusu ortak bir ruh ve sosyal zeminde buluşturmaktadır.
İşte Türkiye Yüzyılı, bu devasa toplumun yer yer tarih dışında gibi duran, geri kalmışlığını, sömürülüşünü, insanlık dışı siyaset organizasyonlarını dönüştürmek manasına değerli imkânlar yaratacak bir doktrin olmak durumundadır. Daha yeşil, daha yaşanılır, daha özgürlükçü, daha müreffeh ve daha demokratik bir dünya hayali vaaz etmelidir. Sadece vaaz değil ete kemiğe bürünmüş haliyle ortaya koymalıdır.
Bu manada, öncelikle İslam adına sürdürülen çürütücü kültürel tortulardan arınma, İslam’ın devrimci ve özgürleştirici mesajının ışığında insanlığa yeni bir söz, yeni bir anlam ve insanın kendini gerçekleştirebileceği yeni imkânlar sunmakta da bir vizyon olmalıdır.
Köy vaizlerinin sündüre sündüre artık boş bir kabuğa, bayat ve sıkıcı laf kalabalığına indirgedikleri İslam mesajının, modern insanın yaşamına, ruhuna değecek şekilde yeniden işarına dönük ciddi çabalara alan olmalıdır Türkiye Yüzyılı.
Kariyerist siyaset erbabının ve dar görüşlü, çıkarcı bürokrasinin dayattığı bunaltıcı gündemlerin dışına çıkarak Türkiye Yüzyılı’na bakalım. Bırakalım onlar kendi kurdukları köhnemiş mağaralarında debelenip dursunlar, biz sistemleri farklı onlarca devleti, farklı diller konuşan, farklı renklerde onlarca toplumu nasıl bir ortak paydada buluşturacağımız üzerine kafa patlatalım, daha çok insanı/kurumu bir araya getirelim, daha çok şirketi/pazarı ortaklaştıralım.
Bin yıl önce yaptığımız gibi, İbn-i Batuta’nın izinden giderek onlarca devleti, yüzlerce şehri vizesiz, korkusuz, ortak bir kültürel havza içinde gezmenin muhteşem hazzı ve güven duygusu ile turlamanın yollarını arayalım. Haydut orduların ile gelip petrolümüzü, toprağımızı, devletlerimizi çalmaya cüret edemeyecekleri askeri tedbirler, savunma mimarileri ve ortaklıkları geliştirelim.
Binlerce üniversitemiz arasında, tıpkı bin yıl evvel yaptığımız gibi, tamamen ücretsiz, tamamen bilim üretmeye, düşünmeye ve anlamaya, öğrenmeye ve öğretmeye odaklanmış öğrenci ve hocalarımız arasında geniş ağlar, etkili organizasyonlar geliştirmenin yollarını arayalım.
Sadece 50 yıl evvel Urfa, Mardin ve şimdi Kerkük illerimizde köylülerimizin bile en az üç dil konuştukları, üç dilde şarkı söyleyip en az kırk beyit şiir okuyabildikleri gerçeğini hatırlayıp neler kaybettiğimizi anımsayalım.
Türkiye Yüzyılı vizyonunu mahcup diye nitelememin nedeni, bu iddialı başlığın dibini sadece birkaç çevre projesi, biraz plastik karşıtlığı, biraz atık dönüşümü ve bir iki teknolojik girişime indirgenmiş gibi lanse edilmesi dolayısı iledir. Cumhurbaşkanının çarpıcı performansına karşın kamu-sivil kurumlarımızın bu önemli vizyonun geliştirilmesi ve tanıtımına dair kayda değer hemen hiçbir şey yapmamış olmalarıdır.
Oysa beklenirdi ki, üniversitelerimiz harıl harıl kendi sahalarında projeler üretsinler. Her kurum kendi alanı ile ilgili Türkiye Yüzyılına nasıl katkı vereceğine dair fikirler geliştirsin.
Türk Devletler Teşkilatı gibi Ortadoğu’da da Uzakdoğu Asya’da da teşkilatlar kurulsun; sinema, televizyon, medya alanında devletlerimizi ortaklaştıracak kurumlar, gündemler, kanallar oluşturulsun.
Kültür ve sanat alanında dev organizasyonlar yapılsın, yazar ve çizerlerimiz daha çok bir araya gelsin, ülkelerimizi çürüten diktatörler ve bunlara zemin hazırlayan azınlık korkularını sağaltacak, rahatlatacak tedbirler konsun ortaya.
Bölgeye ve dünyaya Türkiye Yüzyılını bir doktrin olarak sunmak için kamu ve sivil kurumlarımızın çok daha cevval olması, daha üretken olması, talimat beklemeden pozisyon almaları elzemdir.
Mustafa Ekici, 01.05.2023, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.